05 Ekim, 2025

KANADA’DA GEZELİM Mİ? NOVA SCOTİA’ DA HEP BERABER…

 



Altı yedi yıldır Kanada’dayım; fırsat buldukça yaşadığım şehri, bulunduğum eyaleti, mümkünse uzak yerleri gezmeyi seviyorum. Aslında benim için gezmenin anlamı biraz daha tanımak, biraz daha anlamak! Ve her gördüğümü, öğrendiğimi paylaşmanın da bir hobim olduğunu artık biliyorsunuz.

Var mısınız yine; Kanada’da gezelim mi?

Ama hatırlatayım, yüzölçümü olarak Dünyanın ikinci büyük ülkesi Kanada; öyle bir anda her yerini göremeyiz. Rotayı bu sefer ben Nova Scotia’ya çevirdim, sizin de kısmetinize şimdilik orası düştü!

Bu coğrafyaya uzak olanlar haklı olarak soracaklar: “Nova Scotia da neresi, nereden çıktı?”. Nova Scotia, Kanada’nın on eyaletinden birisi. Evet; Kanada, kuzeyinde yer alan kendileri büyük, nüfusları az üç bölge (“territory”) ve ayrıca on eyaletten oluşuyor. Bu eyaletlerden dördü Atlas Okyanusu kıyısında ve “Atlantik eyaletleri” olarak adlandırılıyor. Atlantik eyaletlerinden üçü aynı zamanda “Maritimes” (denizcilik) eyaletleri, ki Nova Scotia da bunlardan birisi; üstelik turistik olarak da çok şey vadediyor.

Nereyi gezdiğimize tam anlamıyla hâkim olmak için, önce Kanada’nın Dünya haritası üzerindeki yerini, sonra eyaletlerini ve bu eyaletler içinde de Nova Scotia’nın yerini gösteren haritaları paylaşayım sizlerle…

Kanada’nın Dünya haritası üzerindeki yeri (Maps of the world’den alıntı)

Kanada’nın siyasi haritası (Paintmaps’den alıntı)

Kanada’nın eyaletleri arasında Nova Scotia’nın yeri.


*

Tercihim bir tur şirketiyle gitmek! Ve burada turlar genellikle yazın olur. Ben de 2024 yılı, ağustos ayının sonu için rezervasyonumu yapıyorum. Beş günlük bir tur bu; ama ben başlangıç noktamıza bir gün önce gidip, bitiş noktasından da bir gün sonra ayrılacak şekilde yapıyorum planımı, yedi gün olarak yani. Evet, burada turu satın alırsınız ama varış ve dönüş size aittir; ister birkaç gün önce gidin, isterseniz bittikten sonra biraz daha kalın, keyif sizin!

Nova Scotia” aslında Latince bir isim; “Yeni İskoçya” anlamında. Önden bahsettiğim ve haritalarda da görüldüğü gibi, Kanada’nın Güneydoğu kıyısında yer alıyor ve yüzölçümü olarak en küçük ikinci eyaleti. Nüfusu kabaca bir milyona yakın; ancak “Maritimes” içinde en büyük nüfusa sahip eyalet. Başkenti Halifax; eyalet nüfusunun yarısı burada yaşıyor.

Gezimiz Halifax’tan başlıyor… Benim öne ve sona eklediğim birer gün hariç, tur grubu ile iki gece Halifax, iki gece Baddeck ve bir gece de farklı bir Maritimes eyaleti, hatta Kanada’nın en küçük eyaleti olan Prens Edward Adası’nın başkenti Charlottetown’da kalınıyor ve tur da burada sonlanıyor.

Hadi bakalım; tadı damağımda kalmış, şu sıralar sık sık aklıma düşen ve gittikçe güzelleşecek olan bu tura, buyurun hep beraber…

*

Toronto’dan Halifax’a uçuş üç saat. Tur başlangıcından bir gün önce gitme amacım şehrin havasını önden şöyle bir solumak, kendi başıma gezmek, ön fikir edinmek. Ve bir de turun ertesi gün sabahtan başlayacak olması ve varışı son ana bırakıp, riske atmamak! Uçağımın rötarı ile ancak akşam üzeri varabiliyorum şehre. İlk gece kalmak için, tur grubuyla da kalacağımız oteli seçiyorum: “Hampton Inn by Hilton”. Geniş, rahat ve temiz odasına rağmen, akşam yemeği için kendi bünyesinde bir restoran işletmesi yok. Şehrin popüler yerlerinden “Waterfront”a (Okyanus kıyısı) yürüyorum, sadece on dakikada... Okyanusun girinti yaptığı bir boğaz kıyısı burası. Geniş bir meydan, deniz kıyısında yürüyüş yolu ve bol bol restoran ile kafe barındırıyor bünyesinde. Karşı kıyıda farklı bir şehir var; Dartmouth. Ama görsel olarak pek cazip bir görüntü vermiyor doğrusu.

Waterfront’ta aşağı yukarı biraz dolanıyor, akşam yemeği için gözüme bir yer kestirmeye çalışıyorum. Ve sonuçta, Doğu Akdeniz mutfağı olan “Darya” restoranda karar kılıyorum. Dışarıda, su kıyısında oturma şansı da var ama rüzgâr beni güzel dekorasyonlu içeriye yönlendiriyor. Seçtiğim et pek başarılı bir tercih olmasa da kıtır cipsleri bandığım, cömert bir porsiyon olan közlenmiş biberli- cevizli sosa (“roasted red pepper- wallnut dip”) bayılıyorum; bu da beni doyuruyor. Buraya yokuş aşağı on dakikada yürümüş olduğum halde, yokuş yukarı otele dönüş ise beni hafif zorluyor…

Güzel bir dinlenme sonrası ertesi gün başlayacak tura hazırım.

*

İLK GÜN, kahvaltı sonrası tur grubu ve rehberimiz ile buluşup, tanışıyor; gezi hakkında bilgileniyoruz. 12 kişilik bir grup bu; tüm seyahati yapacağımız araç da tam 12 yolcu kapasiteli. Yolculardan sadece ikisi erkek. Amerikalı bir anne-oğul, Kanadalı yaşlı bir çift dışında diğerleri yalnız seyahat eden kadınlar benim gibi; çoğu da Avrupa’dan gelmiş. Bu arada aynı zamanda şoförümüz olan rehberimiz de genç bir kadın. Koltuklardan kimisi tekli iken, kimisi iki, kimisi üç kişi yan yana oturacak düzende. Ve seyahat boyunca her sefer farklı koltuklarda, farklı kişilerle oturup, muhabbet etme, birbirimizi tanıma, deneyimlerimizi paylaşma şansı yakalıyoruz. Tabii yolculuk boyunca aracın içindeki kadın muhabbetini siz şimdiden düşünün artık!

Bugün gideceğimiz yer Peggy’s Cove. Bir balıkçı köyü burası ve deniz feneri ile ünlü.  

Deniz fenerine gitmeden önce hemen yakınındaki “Swissair 111 Anıtı”na (“Swissair 111 Memorial”) kısa bir ziyarette bulunuyoruz. Benim hafızamda bir yer yapmamış, ama 1998 yılında bu bölgede İsviçre Hava yollarının 111 sefer sayılı uçağı, içindeki 229 kişi ile okyanusa gömülmüş. Buraya değinmeden Halifax fotoğraflarını paylaştığımda bir arkadaşım, “Halifax deyince aklıma hep orada düşen uçak” geliyor diye yazmıştı. Ben de nasıl hatırladığına şaşırmış, bir yakını olup olmadığını sormuştum. Meğer İsviçre Havayolları, kazadan sonra ölenlerin yakınlarını sevdikleri ile vedalaşmaları için Halifax’a, buraya getirmiş. Yakınları oradaki kayalıklara oturup, uzun uzun okyanusa bakmışlar… “Gazetedeki resimler hala gözümün önünde” diyordu arkadaşım…

*

Bu kısa ziyaret sonrası aracımıza atlayıp, beş dakika mesafedeki deniz feneri yakınlarına park ediyoruz.

Nova Scotia’da 160'tan fazla tarihi deniz feneri varmış. 1915 yılında inşa edilmiş, kırmızı uçlu bu Peggy's Cove Deniz Feneri ise en bilineni, bir rivayete göre de Kanada’da fotoğraflara en fazla poz vereni imiş! Evet, ben de çok görmüştüm çeşitli fotoğraflar ve ressamların eserlerinde. Güzelliği sadece kendisinden değil, bulunduğu ortamdan da geliyor bence. Zira geniş bir alana yayılmış, üzerinde yürümeye imkân veren, dalgalarla şekillenmiş pürüzsüz iri granit kayalar oldukça güzel bir ön plan oluşturuyor.

Serbest zamanımız var; bu kayaların üzerinde yürüyerek, deniz fenerinin yakınlarına gidiyor, ayrıca bol bol fotoğraf çekme fırsatı buluyoruz. Yalnız kuru ve açık renkli kayaların üzerinden yürümemiz, ıslak ve koyu renkli kayalardan uzak durmamız sıkıca tembihleniyor. Sakin güneşli günlerde bile öngörülemeyen sert dalgaların, kayaların üzerine sıçrayarak sizi içine alma tehlikesi olduğu vurgulanıyor.

Yorulursanız kayaların üzeri de oturmak için müsait. Ya da yer yer serpiştirilmiş renkli koltuklar (Kanada’da bunlara Muskoka sandalyeleri- “Muskoka chairs”- deniyor, ki Muskoka da bir yer adıdır) sizi bekliyor. Yeme içme için de yöreye özgü yiyecekleri bulabileceğiniz yerler var.

Bir koruma alanı olarak belirlenmiş olsa da yıl boyu kabaca 30-35 olan nüfusu ile Peggy’s Cove’un halen aktif bir balıkçı köyü olduğunu öğreniyoruz.

Peggy’s Cove deniz feneri, Nova Scotia.

Peggy’s Cove deniz feneri, Nova Scotia.

Peggy’s Cove deniz feneri, Nova Scotia.

*

Gün içi program bu kadar. Akşam ise hep birlikte yemek için rehberimiz otelimize yakın “The Wooden Monkey” adlı restorana rezervasyon yaptırmış bile. Bu bize hem grupla biraz daha muhabbet hem de keyifli bir akşam yemeği fırsatı veriyor. Benim tercihim Nova Scotia Somonu yönünde, gayet de başarılı. Neden yazıyorum? Her ne kadar artık her an her yerde bilgiye, restoran önerilerine ulaşmak mümkün olsa da Kanada ya da Kuzey Amerika’da olup buraları ziyaret edecek olanların akıllarında benden de bir isim bulunsun diye. Yoksa yediğim içtiğim benim, gezip- gördüklerim sizin, malum!

*

İKİNCİ GÜN oldukça yoğun, yine Halifax’ın batısında Atlantik’in kıyısında birkaç durağımız ile epey gezip görmeli, öğrenmeli dolu dolu bir gün oluyor.

Tura Mahone Bay ziyareti ile başlıyoruz; kabaca bin nüfuslu bu yerleşim, adını bulunduğu körfezden alıyor (“Mahone Bay”: Mahone körfezi). Araçtan indiğimizde mis gibi bir hava, muhteşem bir manzara bizi karşılıyor. Taze havayı soluyor, 360 derece güzelliğe bakıyoruz. Kasabanın ünlü üç kilisesinin, evlerin ve ağaçların hem kendileri hem de durgun suya yansımaları oldukça fotojenik. Rehberimiz “Maritimes” hakkında bizi bilgilendiriyor.

Malum, Amerika kıtasındayız. Ve Amerika keşfedilmeden önce bu topraklarda yerlilerin yaşadığını biliyoruz. Biliyoruz bilmesine ama, ilk defa Güneydoğu Alaska ziyaretim sırasında ilgimi çekmişti oradaki yerlilerin yerlerinden, yurtlarından ve hayatlarından edilmeleri…

Maritimes’ta yaşayan yerlilerMi’kmaq”lar. En az on, çeşitli kaynaklara göre de 13 bin yıldır buradalar. Kıta keşfedildikten sonra Avrupa’dan buraya ilk gelenler Fransızlar; kabaca 17. yüzyılda; Akadyalı (“Acadian”) deniyor onlara. Yerlilerle uyum halinde yaşıyorlar. Sonrasında İngilizler de geliyor. “Fransızlar gelir de İngilizler geri kalır mı?” diyordu kendisi de Fransız olan rehberimiz! İngilizler ne yerlileri ne de Fransızları barındırmak istiyor burada; bölgede hakimiyet kurma çabaları ise kendi lehlerine sonuçlanıyor.

Sonrası serbest gezme zamanı... Zaten az nüfuslu yerleşimde, resmî tatil gününe de denk gelindiği için dükkanlar kapalı, sokaklar tenha! İsteyenlerin kahve molası verebileceği bir yer vardı yine de…

Mahone Bay, Nova Scotia.

Mahone Bay, Nova Scotia.

Mahone Bay, Nova Scotia.


Mahone Bay sonrası eski bir balıkçı köyü olan “Blue Rocks”a gidiyoruz. Sanatçılar/ fotoğrafçılar için de popüler bir yermiş, ama o anda bizden başka da kimse yok! Sakin, huzurlu, yine fotojenik bir ortamda biraz daha temiz hava soluyoruz.

Blue Rocks, Nova Scotia.

Blue Rocks, Nova Scotia.

Blue Rocks, Nova Scotia.

Blue Rocks, Nova Scotia.

*

Ve ver elini Lunenburg!

Lunenburg, Kuzey Amerika’da UNESCO Dünya Miras alanı olarak belirlenmiş iki kentsel topluluktan biri.

Önce kendi kendimize gezme ve öğle yemeği fırsatı veriyor rehberimiz, tabii restoran önerileri ile. Ben “Shipwright Brewery”e gidip, pencere kenarında limanı yüksekten gören bir yer seçiyorum.

Atlantik kıyılarının olmazsa olmazı ıstakoz! Seyahatlerde karşıma defalarca ıstakoz yeme fırsatı çıktığı halde, hep farklı seçeneklere yönelmiştim. Ya o güzel renkli hayvanlara kıyamayışım, ya uğraşmak, elime yüzüme bulaştırmak istememe, ya da “keçinin bilmediği ot…” misali… Belki de hepsi! Bu sefer denemeye karar verip; liman manzaralı restoranda ıstakozlu sandviç (“lobster roll”) sipariş ederek, Atlantik mutfak kültürüne pratik bir giriş yapıyorum.

Istakozlu sandviç (“Lobster roll”) ve salata; Lunenburg, Nova Scotia.


Sonrasında lokal rehberimizin anlattığı akıcı hikayelerle zenginleşen, yürüyerek bir saatten fazla süren harika bir Lunenburg turumuz oluyor. Kasabanın neden- nasıl kurulduğunu öğrenirken, bakımlı, renkli binalardan bir kısmının eğlenceli hikayelerini dinliyoruz.

Bölgede malum yerliler ve Fransızlar var. İngilizler ise bölgede hakimiyet kurmak, nüfusu arttırmak istiyorlar. Bunun için Avrupa’dan insanları buraya çekmeleri, ikna etmeleri gerekiyor. Tek şartları var, o da gelecek kişilerin Protestan olması. Buraya ait parlak hikayelerle umut satıyorlar; Avrupa’da vergilerden bunalmış, farklı gelecek arayanlar hevesleniyor. Ama öyle anlatıldığı gibi bir hafta falan sürmüyor gemi yolculuğu; kimi ulaşabiliyor, kimi yollarda kalıyor. Gelenler Avrupa’da tarım yapmış, sadece o konuyu bilenler. Oysa burası okyanus kıyısı ve tarıma elverişli bir arazi de yok! Zamanla tekne yapmayı, balıkçılığı geliştiriyorlar…

Evet, 1853’te kurulmuş Lunenburg. Amaç bölgedeki Mi'kmaq ve Akadya Katoliklerini yerlerinden etmek, Protestanları Nova Scotia'ya yerleştirmek. Caddeler, sokaklar, binalar her şey önden planlanmış, yapılmış, kurulduğu günden sonra da değişmeden kalmış. Planlı İngiliz sömürge yerleşiminin en iyi ayakta kalan örneği olması nedeniyle de UNESCO listesine girmiş, 1995 yılında.

Lunenburg, Nova Scotia.

Lunenburg, Nova Scotia.

Lunenburg, Nova Scotia.

Lunenburg Akademisi (1894-95 yılında inşa edilmiş);Nova Scotia.

St. John’s Kilisesi; Lunenburg, Nova Scotia.

Limanda ayrıca Kanadalıların gururu “Bluenose II” yelkenlisini görüyoruz; yıllarca yelkenli yarışmalarını kazanmış orijinalinin replikası imiş bu. Kanada’nın gururu bu yelkenlinin resmini, Kanada 10 sent’inin arka yüzünde de görmek mümkün.

“Bluenose II” replikası (arkada), 
Kanada 10 cent’i arka yüzü (önde); 
Lunenburg, Nova Scotia.


*

“Lunenburg, Kuzey Amerika’da UNESCO Dünya Miras alanı olarak belirlenmiş iki kentsel topluluktan biri” demiştim. Peki ya diğeri? O da Kanada’da; Quebec (Kebek) şehri. Bunu da bilgi dağarcığımıza ekleyip, başka bir yazının konusu yapalım.

*

Kabaca bir saatlik yolculukla otele dönüş! Odada soluklanıp, yemek için yine Waterfront’a gidecekken, otelin hemen karşısındaki “Sip ‘n Dine” adlı Hint restoranının geniş camlarının gerisinden bana el sallandığını gördüm. Baktım gruptan üç arkadaş, gel gel diye el ediyorlar. Ortaya bir şeyler söyleyip, yemeye başlamışlar bile; beni de oturttular, ilave yemek eşliğinde muhabbet! Kadınlar böyledir, kaynaşması kolay! Menüde baharatlı sebze yemeği ve pilav vardı. Bu vejetaryen mutfak gayet hafif, güzel ve de iyi oldu. Sonrasında yine de Waterfront’a gitme kararımın arkasında durdum, çünkü burada yapılacaklar listemde ünlü “Cows” dondurmacısından dondurma almak vardı. Çok mu severim dondurmayı? Hayır, ama gelmeden methini duymuştum, bir şeyleri kaçırmış olma korkusuna kapılmamak için yemiştim.

*

Şehir olarak hep adı geçti, ama pek fazla bilgi vermediğimin farkındayım Halifax hakkında. Öncelikle Atlantik’te çok önemli bir liman kendi olageldiğini ve olduğunu vurgulayarak hakkını teslim edeyim, ancak görsel ya da turistik olarak fazla bir özelliği var gibi de gelmedi bana. Haksızlık da yapmak istemem açıkçası; bulunduğum otelin çevresinin hep gri binalarla dolu olması da o izlenimi yaratmış olabilir. Öte yandan tur programında da yoktu şehir gezisi. Araştırdığımda da kendi ilgimi çeken, “Ah şurayı da görsem!” dediğim bir yer olmadı. Hisar (“citadel”) vardı yıldız şeklinde, hem de otele yakın, yokuş yukarı olması cazip gelmedi. Waterfront’ta denizcilik müzesi (“Maritime museum of the Atlantic”) öneriliyordu, ona da zaman ayırmadım. Ancak, Waterfront’a kaç kere gittiğim halde, okyanusu soluma alıp kıyıda biraz daha yürüseymişim, “Gelibolu Anıtı”nı görecekmişim! Sonradan öğrendim ve işte bunu kaçırdığıma üzüldüm! Evet, Göçmen müzesinin bahçesinde yer alan bu granit anıt, buradaki Türk toplumunun girişimiyle hazırlanmış ve Çanakkale’de birbirlerine karşı savaşan Türk ve Kanadalı askerlerin ortak anısına yapılmış; 21 Mayıs 2016’da düzenlenen bir törenle de açılmış. Bir dahaki sefer görmek üzere aklıma yazarken, size de bir not olarak düşmek istedim.

*

ÜÇÜNCÜ GÜN, Halifax’tan ayrılma günüydü. İlk iki günde şehrin batısı, Atlantik kıyısını değerlendirmiştik. Ve buradan doğuya gidecek, gittikçe de yeni yeni güzelliklerle karşılaşacaktık…

Bugün Baddeck’e gideceğiz. Ancak yolda ilk durağımız. Milbrook Kültür ve Miras Merkezi (“Milbrook Cultural and Heritage Centre”). Mi’kMaq’lar hakkında daha fazla bilgilenme, müze ve mağazalarını gezme fırsatı bulduğumuz yer burası. Bir ailenin Üniversiteye gitmiş tek kişisi, genç bir Mi’kMaq kadın olan konuşmacısı, dört yaşında aileden zorla kopartılıp “yatılı okul”a götürülmüş ve 14 yaşında oradan kaçmış, ama sonrasında da bir ruh gibi yaşamış olan dedesinin hikayesini anlattı; ardından da merak edilen soruları yanıtladı…

Kanada’nın kanayan yarası bu! Bu coğrafyaya uzak olanların bile duyduğu, bildiği konu; Yatılı okullar (“Residential Schools”)! Geçmişte, hükümet ve kilisenin iş birliği ile yerli çocuklarının ailelerinden, evlerinden koparılıp, “asimile etme” başlığı altında toplandığı, her türlü aşağılamaya maruz bırakıldığı, dillerinin, kültürel değerlerinin yasaklandığı/ yok sayıldığı ve sonradan öğrendiğimiz her türlü suistimal ve tecavüzlere maruz kaldıkları okullar... Ve son yıllarda okulların bahçelerinde ortaya çıkarılan toplu mezarlar… Daha ne diyeyim!

Tabii ki şimdi bu hatalar anlaşılmış ve yaralar sarılmaya çalışılıyor. Benim de şahitlik ettiğim, 2021 yılında Kanada hükümeti 30 Eylül‘ü “Hakikat ve Uzlaşma günü” (“Truth and Reconciliation Day”) ilan etti. Dönemin başbakanının “Geçmişi değiştiremeyiz, bunu kabul ediyoruz! Şimdi uzlaşma zamanıdır, ileriye bakmak gerekir…” anlamında etkileyici bir konuşmasına şahitlik etmiştim. 30 Eylül ayrıca halk arasında “Turuncu Gömlek Günü” olarak da adlandırılır, ki ilk olarak 2013 yılında bir anma günü olarak kabul edilmiş bir gün bu. Okuduklarıma göre, turuncu gömleğin sembol olarak kullanılması, yatılı okula başladığı ilk gün kişisel kıyafetleri (yeni bir turuncu gömlek de dahil) elinden alınan ve bir daha geri verilmeyen kişinin anlattıklarından esinlenilerek oluşmuş.

Milbrook Kültür ve Miras Merkezi; Nova Scotia.

Milbrook Kültür ve Miras Merkezi; Nova Scotia.

Milbrook Kültür ve Miras Merkezi; Nova Scotia.

*

O günkü öğle yemeği Antigonish’te, rehberimizin önerilerinden biri olan “Brownstone” restoranda. Herkesin masadan memnun kalktığı başarılı yemekler… Zaman kısıtlıydı ancak geçerken gördüğüm kadarıyla eli yüzü düzgün bir kasaba idi Antigonish. St. Francis Xavier üniversitesine ev sahipliği yapıyor. Kahverengi, düzgün binalar, geniş kampüs. Ağzım sulanıyor üniversite görünce; hele kahverengi tuğla binalar ayrı bir zaafım…

Antigonish aynı zamanda İskoçya dışında, İskoçya’ya özgü yayla oyunlarının (“Highland Games”) en uzun zamandır yapıldığı yermiş. Ne de olsa “Yeni İskoçya”dayız!

Sahi buraya “Yeni İskoçya” dendiğini söyledim de neden öyle adlandırıldığına değinmedim. Yerliler, yani Mi’kMaq’lar “Mi’kMa’ki” derlermiş yaşadıkları bu topraklara. Sonradan gelen Fransızlar, “Akadya” (“Acadia”) demişler ki kendilerini Akadyalı (“Acadian”) olarak tanımlıyorlar. Daha sonra İngilizler gelmiş malum. 1621’de zamanın İskoçya Kralı VI. James, Sir William Alexander’a bu toprakları vermiş. O da aldığı bu topraklara “Yeni İskoçya” demiş; resmi tüzük Latince olunca da isim “Nova Scotia” olmuş… Tabii bu isim, ilk yerleşimcilerin kökenlerini de yansıtıyor. Ayrıca İskoçların yüzyıllardır Nova Scotia kültürünü etkilemekte olduklarını ve eyaletteki en büyük etnik grubu oluşturduklarını da buraya iliştireyim.

*

Nova Scotia’nın doğusu, Cape Breton adasından oluşuyor. Güzel manzaralar sunan yolları olduğunu, hatta sunduğu renk cümbüşü ile Kanada’da sonbaharının en güzel gözlemlenen yerlerinden biri olduğunu okumuştum birkaç yıl önce. Gideceğimiz Baddeck de Cape Breton adasında. Üstelik Graham Bell’in yazlık evinin de Baddect’te olduğunu öğrenmek çok heyecanlandırmıştı beni…

Ve sürpriz! Baddeck’te direk olarak Graham Bell müzesine gidiyoruz. Müze, harika bir konumda, Graham Bell Ulusal tarih alanı içinde yer almakta. Gölü (“Bras d’or lake”) yukarıdan gören, kocaman yemyeşil bir park burası.

Aslen İskoçyalı olan ve sağırlara “visible speech” (görünür konuşma) eğitimi veren Graham Bell, Amerika’da telefonu keşfettikten sonra zengin oluyor. İskoçya’ya benzettiği buraları çok beğenip, Baddeck’te yazlık ev alıyor. Hayatının önemli bir kısmını burada geçirip, çalışmalarını da burada sürdürüyor. Eşi Madlen de kendinden on yaş küçük bir hastası. Âşık olup evleniyorlar. Akıllı, düzgün, vizyoner bir kadın, buralara epey katkısı oluyor. Bell ise meraklı, denemeyi seven bir insan. Kanada’da ilk uçağı yapan kişi aynı zamanda.

Graham Bell müzesi; Baddeck, Nova Scotia.

Graham Bell müzesi; Baddeck, Nova Scotia.

Graham Bell müzesi; Baddeck, Nova Scotia.

Graham Bell müzesi bahçesinden manzara; Baddeck, Nova Scotia.

Graham Bell; Graham Bell Müzesi, Baddeck, Nova Scotia.

Graham Bell’in eşi Madlen; Graham Bell Müzesi;
Baddeck, Nova Scotia.

Sizinki hangisi? Graham Bell Müzesi; Baddeck, Nova Scotia.

*

Baddeck çok güzel bir köy. Motelimiz ve odalar sıradan; Ceilidh kır evi (“Ceilidh Country Lodge”). İngilizce biliyorum diyenleri de zorlayacak bir durum, “Ceilidh”, “keyli” diye okunurmuş; İskoçya- İrlanda dansı, aynı zamanda bir geleneği yansıtıyormuş. Babası İskoç olan tur arkadaşımdan öğrendim, nasıl okunduğunu sorunca; zira bu, Fransız rehberimiz ve Türk olan bendeniz için zor bir durumdu! Akşam yemeğimiz grupça şirketten; “Invenary Resort” bahçesindeki “Lakeside Restaurant”da muhteşem manzara eşliğinde güzel bir akşam yemeği. Kaldığımız kır evi sıradan demiştim; buranın köy olmasından ve genel olarak işletmelerin böyle olmasından dolayı olduğunu düşünsem de kendim tekrar gelecek olsam, “Invenary Resort”u gözüme kestirdiğimi de buraya ekleyeyim.

“Ceilidh Country Lodge”; Baddeck, Nova Scotia.

*

DÖRDÜNCÜ GÜN, Cape Breton adası ulusal parkı içinde yürüyüş günü. Tabii bunun için aracımızla “Cabot trail” olarak adlandırılan Cape Breton adasının ana yolları üzerinde seyrediyoruz. Sağım-solum, önüm-arkam ya yeşil ya mavi. İşte sonbaharda renk cümbüşü sunacak ünlü güzergahlardan birisi burası. Milli park içinde çeşitli yürüyüş yolları varmış, ancak biz onlardan en popüler olanı, “Skyline trail” yakınlarına park ediyoruz. Yürüyüş için kısa veya uzun tercihler var. Biz grubun yarısı uzun yolu tercih ediyoruz. Yeşillik, sonra okyanus, sonra yeşillik; biraz yorucu olsa da keyifli bir yürüyüş, ancak sunduklarında benim için olağan dışı bir şey yok! Sonradan ahşap basamaklarla inilen- çıkılan ve kısa güzergâh içinde de yer alan bölüm ise sunduğu geniş manzarası ile çok daha güzel, keyifli ve özgün…

Cape Breton adası; Nova Scotia.

Yürüyüşe kısa mola; Skyline trail”, Cape Breton adası; Nova Scotia.

“Skyline trail”, Cape Breton adası; Nova Scotia.

*

Yürüyüş bitmiş, karınlar acıkmıştı. Sıra aracımıza atlayıp, piknik alanına gitmeye gelmişti. Piknik malzemelerimiz ise bir gece önce sevgili şoförümüz- rehberimiz tarafından alınmıştı; kendi elleriyle hindili sandviçler hazırlamış, ayrıca salata, cips, humus, meyve, meyve sularını eksik etmemişti. Pek keyifle yedik. Ah bir de çay olsaydı!

Aracımıza atlayıp “Cabot trail” boyunca ilerlemeye devam etmiş, Atlas Okyanusu kıyısına inmiştik. Denize girme imkânı olsa da bunun için hazırlıklı değildik, ancak uzun yürüyüş sonrası çıplak ayakla kumların üzerinde yürümek ve suda ayaklarımızı serinletmek iyi gelmişti.

Cape Breton Adası, Atlas Okyanusu kıyısı; Nova Scotia.

*

Yürüyüş, piknik, deniz kıyısı derken, yanılmıyorsam ayrıca dört saatlik bir sürüştü gün içi toplamda ve oldukça yorgun döndük Baddeck’e. Akşam yemeğinde ise, yine rehberimizin önerdiği restoran “Freight Shed”, göl kıyısı konumu ve yemekleriyle oldukça başarılıydı…

“Bras d’or lake”; Baddeck, Nova Scotia.

*

BEŞİNCİ GÜN, Nova Scotia’dan ayrılma günüydü. Kanada’nın mini mini eyaleti Prens Edward Adası’nın başkenti Charlottetown’a gidiliyor, biraz serbest zaman sonrası, akşam şirketin veda yemeği ile turun bu kısmı sonlanıyordu.

İsteyenler için bu turun ikinci bölümü de vardı; Prens Edward Adası ve New Brunswick’i içine alan, bu şekilde tüm “Maritimes” eyaletlerini kapsayan... Ben nedense (ki aslında o anki nedenlerimi biliyorum), bu ikinci kısmı almayanlardandım. Bir gün daha Charlottetown’da kalır, yarım günlük lokal bir turla adayı tamamlarım diye düşünmüştüm. Yaptım mı o yarım günlük turu? Evet, yaptım. Yetti mi? Hayır, yetmedi; sadece fikir verdi. Daha detaylı gezilmeyi hak ediyordu burası. Ve aradan bir yıl geçmeden, turun ikinci kısmı da yapıldı tarafımdan ve “İyi ki”lerim arasına girdi.

İlk fırsatta sizleri de götüreceğim. Kanada’nın mini mini eyaleti Prens Edward Adası gezisinde buluşmak, daha sonra da New Brunswick’in sunduklarını yaşamak üzere şimdilik hoşça kalın, sağlıcakla kalın!

*

Kanada ile ilgili diğer yazılarım;

TORONTO, TORONNO için lütfen tıklayınız

TORONTO’DA YEME-İÇME için lütfen tıklayınız

TORONTO KAZAN, BEN KEPÇE; Günlerden MAVİ BALİNA için lütfen tıklayınız

TORONTO KAZAN, BEN KEPÇE; Günlerden STRATFORD FESTİVALİ için lütfen tıklayınız

VANCOUVER; - “YİNE BEKLERİM” için lütfen tıklayınız

MONTREAL’DE SONBAHAR için lütfen tıklayınız


DİLER COŞKUN



08 Ocak, 2025

KETCHIKAN, ve ALASKA’YA VEDA EDERKEN…

 

Gemi ile Güneydoğu Alaska yolculuğumuzun beşinci günü. İlk gün Kuzey Amerika’nın en büyük buzullarından olan Hubbard Buzulu’nu görmüş, ertesi gün Alaska’nın başkenti Juneau’da demirlemiştik. Üçüncü gün Klondike Altına Hücum Göçü’nün başladığı yerde, Skagway’de nostaljik bir turla aralamıştık tarihin sayfalarını. Dördüncü gün “Icy Strait Point”de doğayla iç içeydik. Bugün Ketchikan’dayız; demir attığımız son liman. Bizim son limanımız olsa da “Alaska’nın ilk şehri” deniyor burası için; “Alaska’ya güneyden girişteki ilk şehir, ilk liman olması nedeniyle bu unvan.

Dünyanın somon başkenti” demişler ayrıca. “Nasıl yani?” diye düşünüyorum; bütün Alaska somon kaynıyor zaten, neden burası somon başkenti olsun ki? İlk somon konserve fabrikası burada kurulduğu için vermişler kendilerine bu unvanı. Kuzey Amerika’da böbürlenecek bir şeyler her zaman olur!

*

Gemi yolculuklarında bazı limanlarda yapacak çok aktivite olur, bazen de ilgimi çeken bir şey bulamam. Ketchikan için bu ikincisi oldu; ya önceden Alaska ile ilgili merak ettiğim, hatta etmediğim/ bilmediğim birçok şeyi görmüş, öğrenmiş, deneyimlemiş ve buraya bir heyecan bırakmamıştım; ya da son liman olmasının ve gezinin bitişinin hüznü çökmüştü içime…

Yine de sadece limanda ya da küçücük şehirde boş boş gezecek değildim tüm gün. “Fener, Totem ve Kartal” başlıklı bir tur aldım. Bu bir tekne turuydu; tarihi önemi olan bir deniz fenerine kadar gidiliyor; yol üzerinde geçmişten, yerlilerden kalma bir klan evi ile totem direkleri gösteriliyor, ayrıca bölgede çok yoğun olan kel kartalların görüleceği vaat ediliyordu.

Tekneye bineceğimiz yere kadar yirmi dakikalık bir otobüs yolculuğu yaptık. Yolculuk sırasında geçtiğimiz yerleri tanıyarak, şehir hakkında bilgilendik.

Gezimizin bu bölümünde en çok ne hoşuma gitti biliyor musunuz? Rehberimizin adı. Başka hiç kimsede olmayan, kendine özgü bir ad bu: “Broseph”. Annesi rehberimize gebeyken, küçük ağabeylerine karnını gösterip, “kardeşiniz olacak, adı Joseph, ‘Brother Joseph’ (erkek kardeş Joseph)” diyormuş, minik ağabeyler de “Brother Joseph” demeyi pek beceremeyip, “Broseph” demeyi sürdürünce, doğumdan sonraki resmi adı da “Broseph” olmuş! Çok sıcak geldi bu hikâye bana; tıpkı bir yeğenim kendinden az küçük diğer yeğenim için, “büyüyecek, sana ağbi diyecek” sözlerini fazlaca duyup, ufaklığı yıllarca “abi-de, abi-de” olarak çağırması, hatta şahidim, uykusunda dahi sayıklaması kadar sıcak!

*

Sekiz bin iki yüz nüfusu ile Alaska’nın dördüncü büyük şehri imiş Ketchikan. Güneydoğu Alaska’nın büyük kısmını kaplayan Tongass ormanı burada da devam ediyor. Geyiklere, ayılara ev sahipliği yaparmış. Artık nasıl yaptılarsa, son nüfus sayımına göre 8200 ayı varmış bölgede; kişi başına bir ayı düşüyor yani! Yılda 280 gün yağmur alırmış bölge. Komşu yerleşimlere ulaşım genellikle tekne ile. Deniz uçakları da var tabii ki, tüm Güneydoğu Alaska’da olduğu gibi. Haftada bir Vancouver’a uçuşu olan bir de havaalanı…

*

Wards Cove’dan bindik tekneye. Personel tamamen Ketchikan’lı, pek sıcak, pek de misafirperver. Çeşitli hikayeler ve ikramlar eşliğinde, yaklaşık iki saatlik bir yolculuktu bu.

Tekne gezisi başlangıç noktamız; Ketchikan, Alaska


Ketchikan’ın, Amerikan yerlilerine ait totem direkleri ile dolu olduğunu öğrendim; dünyada en büyük totem direkleri koleksiyonuna sahip olan şehirmiş Ketchikan. Totem direkleri dört ana yerde topluca, ayrıca şehir içinde de dağınık olarak bulunmaktaymış. Bu toplu yerlerden biri olan Totem Koyu Eyalet Parkı’nın yanından geçtik. Burada bir klan evi ve on dört totem direği var. Evin dışını ve direklerden bir kısmını gördük tekneden. Ama karaya çıkıp, toprağa ayak basıp, yakından göremediğim, klan evinin içini gezemediğim için hayal kırıklığı oldu benim için biraz.

Rehberimizin klan evini gösterip, “Bacadan duman tüttüğünü düşleyin” demesiyle canlandırmaya çalışıyordum bir şeyler kafamda. Zamanında kışa hazırlık yaptıkları, somon ve geyik eti tütsüledikleri ev burası. Şarkı söyleyip, dans ettikleri ve ağaçları oydukları yer aynı zamanda... Evet, ağaçları oydukları yer!  Totem direkleri onlar, solmuş renkleriyle orada! Hayatlarının önemli parçaları olan kel kartal, kuzgun, somon ve daha nice motifler, nice duygular içeren direkler… Gelecek nesillere kendilerini, hikayelerini, önemli olayları aktarma amacı barındıran direkler… Sanat eserleri… Ve yanlış anlaşılıp yakılmaktan, yıkılmaktan bir şekilde kurtulmuş, geriye kalan direkler…

Bir klan evi ve totem direkleri; Ketchikan, Alaska

Bir klan evi ve totem direkleri; Ketchikan, Alaska

Totem direkleri; Ketchikan, Alaska


Yaklaşık otuz bin kel kartal varmış bölgede. Ve tabii ki boş yok, umduğumun çok ötesinde kel kartal, kel kartal yuvası gördüm. Dört yaşında olgunlaşır, yaklaşık 20-25 yıl yaşarmış kel kartallar. Daha önceki hikayelerimden birinde de paylaşmıştım; kel kartal (“bald eagle”) deniyor ama, kel olmakla ilgileri yok. Gövdeleri siyah olduğu halde başlarındaki tüyler ve kuyrukları beyaz olduğu için böyle bir ad almışlar. Büyükçe kuşlar; kanat açıklıkları, dişilerde daha fazla olmak üzere 180-240 cm olurmuş. Ve burada öğreniyorum ki, eşitlikçi yaşam tarzına sahipmiş kel kartallar; yuvayı sadece dişi kuş değil, dişi-erkek beraber yaparlarmış. Evi ömür boyu kullanır, ama kalabalıklaşma durumunda, yenisini yapmaktan da kaçınmazlarmış.

Kel kartal; Ketchikan, Alaska


Muhafız adasındaki (“Guard island”) Deniz fenerine kadar gittik ve döndük. Deniz fenerini görmeye pek merakım yoktu, ama onlar için önemliydi. Alaska’daki ilk deniz feneri imiş bu; yağmurlu, yoğun sisli bu bölgede sığ geçide (Tongass Narrows) girecek tekneler için 1904’te yapılmış. Ve bir takım hüzünlü olaylara şahitlik ettikten sonra 1960’ta kapatılmış.

Muhafız adası (“Guard island”) ve Deniz feneri; Ketchikan, Alaska

Deniz feneri; Ketchikan, Alaska

Küçük küçük adalar, üzerlerindeki evlerle ilgili hikayeler süslüyordu geziyi. Sanki biz turistlerden alacaklısı çıkacakmış gibi satılık evler, özellikleri ve fiyatları vurgulanıyordu.

Tekne gezisinden; Ketchikan, Alaska

“Kaptan Vancouver’ın da geldiği yer burası, o da sizin gördüğünüzü gördü, bu ağaçlar o ağaçlar, üç yüz yıl öncesi ile aynı” diye daha da cazip hale getirilmeye çalışılıyordu gezi. Kaptan Vancouver’ın 1791-95 yılları arasında Kuzey Amerika pasifik kıyılarında sefer yapmış, Alaska dışında Kanada’nın British Columbia eyaleti ve ayrıca Hawaii’e de gitmiş olduğunu öğreniyordum sonradan…

 Tekne gezisinden dönerken; Ketchikan, Alaska

Ketchikan, Alaska

*

Şehre dönüşte epey vaktim vardı, hem de tüm öğleden sonra… Gücümün yettiğince şehri ve liman çevresini gezdim.

Ketchikan, Alaska

Ketchikan, Alaska

                              Ketchikan, Alaska


Sanatın şehir içine yayıldığını söylüyorlardı, ona şahitlik ettim. En çok güneşin aydınlattığı vitrayları sevdim, ki hep sevdiğim bir sanat olmuştur bu; üstelik üzerlerindeki figürlerle şehir ve bölgeyi de güzel tanıtıyorlardı…

Ketchikan, Alaska

Ketchikan vitray örneği, Alaska

Ketchikan vitray örneği, Alaska

Ketchikan vitray örneği, Alaska

Ketchikan vitray örneği, Alaska

Baktım hala vaktim var, ısrarla önerilen “Oduncu gösterileri” ne bir bilet aldım. Daha önce yine Kuzey Amerika’nın başka bir tarafında izlediğim bir gösteri çeşidiydi bu, hadi bir de buradakini deneyeyim dedim.

İki deneyimli takım, sözde biri Amerika, diğeri Kanada adına yarışan... Odun kesme, balta atma, direğe tırmanma, sudaki kütükler üzerinde dengede durma gibi maharetlerini sergiliyorlar. Yarışma kılığına girmiş, eğlenceli bir şov aslında! Her bir oduncu da bir ünlü adeta, bir broşürde her birinin fotoğraflarıyla birlikte özgeçmişleri yer alıyor. Ve gösteri bitiminde, izleyicilere selfie pozu vermekten geri kalmıyorlar. Ben ise hediyelik eşya dükkanına dalıp, anı olarak bir totem direği biblosu alıyorum kendime; evdeki Özgürlük anıtı, Eyfel kulesi, CN Kulesi, Vezüv yanardağı, Pisa kulesi biblolarımın yanına koymak üzere…

Oduncu gösterileri; Ketchikan, Alaska
Oduncu gösterileri; Ketchikan, Alaska

Ve gemi ile Güneydoğu Alaska gezimizin bu son limanından da ayrılma vakti geliyor. İç geçit (“inside passage”) denilen, Kuzey Amerika’nın Kuzey batı kıyıları ile yakınlardaki adalar arasında kalan bölgede seyredeceğiz bir buçuk gün boyunca, artık gezinin tamamen bittiğini vurgulayan Vancouver’a kadar.

Ve bana düşünme fırsatı verecek bu zaman…

Geziye başlarken şöyle söylediğimi hatırlıyorum: “Alaska deyince neler canlanıyor gözlerinizin önünde bilmiyorum ama, benim aklımdan karla kaplı geniş alanlar, vahşi doğa ve kızak çeken köpekler geçiyor. Bir de Amerika’nın sonradan sahip olduğu uzak iki eyaletinden birisi olduğu bilgisi…

Evet, bunlar doğru, ama dahası varmış meğer!

Ve şimdi Alaska deyince yine vahşi doğa ve bu doğa ile denge içinde yaşamayı becermiş, ama önce Rusların, sonra Amerikalıların gelmeleri ile topraklarını ve hayatlarını kaybetmiş yerliler düşüyor aklıma... Alaska deyince unutulmaz tren yolculukları, buzullar, Güneydoğu Alaska’da çoğuna karadan ulaşım olmayan, dağlar ve okyanus arasında sıkışmış yerleşim yerleri geliyor aklıma… Ve tabii deniz memelileri, deniz papağanları, dereleri dolduran somonlar ve ayrıca ayılar, geyikler  ile kel kartallar geliyor. Evet, buraların asıl sahipleri onlar!

Alaska’ya veda ederken iki balina, bir ayı, bir geyik ve bir somondan aldığım öğütlerden bir kısmını, kendi süzgecimden geçirerek paylaşmak istiyorum sizlerle. Alt alta yazınca pek şiirsel, kafiyeli gelmeyebilir; ama kim bilir, belki de yaşam felsefeleri duymaya değerdir!


“Fark yarat,

Zarafet ve güzellikle hareket et,

Kendi gerçek doğanın derinliklerini keşfet,

Büyük düşün,

Kalbinde hep bir şarkın olsun,

Ara ara soluklan,

Sızlanmayı bırak…” diyor bir balina.


Diğeri ilave ediyor;

“Öğrenmeyi bırakma,

Eğlenmek için de zaman ayır,

Hayatın tadını çıkar”.


Bir balinadan öğütler; Alaska

Bir balinadan öğütler; Alaska

Bir ayı ise şöyle öğütlüyor;

“Sınırlarının ötesine geç,

Hayat zorlaşsa da taşı onu,

İyi beslen,

Mevsimlerle yaşa”.

Bir aynın öğütleri; Alaska

Bir geyik;

“Büyük düşün,

Ormanda zaman geçir,

Bol bol yeşillik ye,

Başını dik tut,

Yoldan çıkma,

Her işe burnunu sokma” diye tembihliyor. 

Bir geyiğin öğütleri; Alaska

Bir somon ise;

“Yeni fikirler ortaya çıkar,

Gerçek renklerini göster,

Akıntıya karşı yüz,

Temiz suyun değerini bil,

Köklerini unutma,

Mücadeleden vazgeçme” diyor bize.

Bir somonun öğütleri; Alaska

Kel kartallar kaçmış gözümden! Bir kel kartal ne derdi acaba diye düşünüyorum... 

Evet; Alaska’da her karşılaştığımı, gördüğümü, duyduğumu, öğrendiğimi, deneyimlediğimi paylaştım sizlerle, bununla beraber altı farklı yazıyla birlikte.

Başka gezilerde de buluşabiliriz umarım. Hep sevgiyle ve sağlıcakla kalmanız dileğiyle...


Bundan önceki Alaska yazılarım sırasıyla;

1- ALASKA YOLCUSU KALMASIN; İLK DURAĞIMIZ ANCHORAGE için lütfen tıklayın

2- ALASKA; ANCHORAGE’DAN SEWARD’A için lütfen tıklayın

3- ALASKA GEMİ TURUNA BAŞLARKEN… HUBBARD BUZULU VE BAŞKENT JUNEAU için lütfen tıklayın

4- ALASKA’DA ALTINA HÜCUM; SKAGWAY’DEN YUKON TOPRAKLARINA için lütfen tıklayın

5- “ICY STRAIT POINT”; ALASKA’DA DOĞANIN PEŞİNDE için lütfen tıklayın


 DİLER COŞKUN