11 Ağustos, 2015

MEKSİKA'DA KONUK OLMAK; COSTA MAYA VE COZUMEL


Hola”.

Madem Meksika’dayız, İspanyolca “Merhaba” demek istedim size.

Yucatan yarımadasında, Costa Maya’dayız. Bir eve konuk olup, öğle yemeğimizi yiyeceğiz. Buyurun, hep beraber.

Böyle bir tur seçmemdeki amaç malum, farklı kültürlere olan merak. Bir de şu Maya uygarlığı...

Meksika’da, İspanyollardan önce Mayaların yaşadığı bölge Yucatan yarımadası. Konuk olacağımız ev de kısmen Maya geleneklerini yansıtan bir ev olacak.

Ne zaman mı yaptım bu turu? 3 Şubat 2011, hani şu gemi ile Batı Karayipler gezisi sırasında. Hatırlarsınız, yedi günlük bir turdu bu. Üç gün, üç ayrı limana uğrayacak ve gün boyu o bölgede gezilebilecek yerleri değerlendirecektik. İşte, karaya ayak bastığımız ikinci gündü bu, Costa Maya ziyareti olan.

Çocuklar, Labadee-Haiti’den sonra tekrar “zip-line” yapmak istemişler, eşim  de onlara eşlik ederek, hep beraber daha maceracı bir tur almışlardı. Ben ise kararlıydım: Meksika’da bir eve konuk olacak ve Maya uygarlığı hakkında öğrenebileceğim ne varsa öğrenecektim.

Gemiden dışarıya adımımı attım, yine güneşli bir gün, ve de etraf çok renkli. Hiç bir tur almasanız da burada güneş, havuz, şezlonglar ve ayrıca dükkanlar sizi bekliyor. Ama bunlar o günlük benim ilgim dışında idi.

Costa Maya, Meksika. Gemiden limanın görüntüsü

Costa Maya, Meksika. Demirlediğimiz liman

Costa Maya, Meksika. Demirlediğimiz liman

Costa Maya, Meksika. Demirlediğimiz liman

Aynı turu alan diğer turistler ve rehberimiz ile buluştum, bir kaç yüz metre yürüdükten sonra. Bindik otobüsümüze. Yanımdaki Alman bayan da tıp doktoruymuş, konu bulmakta zorluk çekmeyerek başlamıştı muhabbetimiz. Rehberimizden fırsat buldukça sohbet ederek ve “sen beni çek, ben seni” şeklinde fotoğraf çekme konusunda iş birliği yaparak sürdürdük gezimizi.

Ormanlık bir bölge idi. Hem görülüyor, hem de vurgulanıyordu rehberimiz tarafından. Mahahual adlı bir köye gidiyorduk. Costa Maya’nın iki köyünden birisi. Gelişmemiş bir bölgeydi burası. Gezi gemileri için liman yapıldıktan sonra büyümeye başlamış. Nüfusu 2000. Geçiminin % 100’ünü gezi gemilerinden sağlamaktaymış. 15 yıl öncesine kadar, yani turizmden önce çok daha fakirlermiş, balıkçılık yaparlar ve sadece ıstakoz yerlermiş!

Fakirlik yetmiyormuş gibi, bir de sık kasırga olurmuş buralarda. 2005’te Wilma kasırgası vurmuş, 2007’de de Dean kasırgası ile liman dahil her yer ağır hasar görmüş.

Dünyanın en büyük ikinci mercan resifi bu kıyılarda yer almakta” diyordu rehberimiz ve mercan resiflerinin bölge için önemini vurguluyordu. Bölgede sıklıkla oluşan kasırganın şiddetini azaltıyormuş. Böyle diyordu, ancak bu kadar değildi. Muhtemelen o zaman kaçırmışım, ya da rehberimiz değinmedi ama, mercan resiflerinin denizlerde yaşayan hayvan ve bitkilerin dörtte birini barındırdıklarını ve biyolojik çeşitlilik açısından sadece tropik yağmur ormanlarından geride olduğunu okumuştum sonradan. 1996 yılında UNESCO Dünya Mirası Alanları listesine girmişti bu resifler. Sadece kasırganın şiddetini azaltmak değildi görevi. Nesli tükenmekte olan bir çok canlıya da ev sahipliği yapıyor  ve korunması gerekiyordu.

Gezinin başında hiç aklımda olmayan bir konu olarak çıkmıştı karşıma bu. Ama fena da olmadı hani...

Bölge hakkında bilgilenerek geldik misafir olacağımız eve. Anne, baba ve evin kızı  tarafından karşılandık girişte.

Costa Maya, Meksika. Konuk olduğumuz evde anne, baba ve evin kızı tarafından karşılanma

Evet. Ev halkı anne, baba, on-on iki yaşlarıda bir kız çocuğu ile bir bebekten oluşuyordu. İki çocuklu ideal bir aile görüntüsünde. Bayramlıklarını giymişlerdi adeta, özenli, tertemiz, pırl pırıl. Baba beyazlar, anne ve kız yöresel giysiler içindeydiler. Anne ve kızın giysileri ise Mayaları yansıtan tekstil ve işlemelerdi.

Günlük hayatta dize kadar giysiler giyseler de özel günlerde uzun elbise giyerlermiş. Anne de uzun elbisesini giymişti. Bugün de özel gündü, misafir ağırlayacaklardı. Dünyanın kaç çeşit ülkesindendik kimbilir?

Bir kocaman bahçe içinde, bir bakımlı, bir özenli köy evi, sormayın. Büyük kısmı doğal malzemelerle yapılmış, çatıda sazdan saçaklar.

Rehberimiz büyükçe bir odaya yönlendirdi bizi, evin yanında evden ayrı bir yapı. Duvarda Meryem’in resimleri ve etrafta heykelleri, dini bilgiler aktardı. Evde böyle bir bölüm olması ve bu konuya bu kadar zaman ayrılması ilginçti bence, ama dinlerinden başlayarak anlatmak istemişlerdi kendilerini muhtemelen.

Costa Maya, Meksika. Konuk olduğumuz evde, inançları hakkında bilgilendirilirken

Peşine evin odalarını girildi, her bir bölümde benzer şekilde bilgilendirildik, oyalandık. Elektrik de 15 yıl önce gelmiş yöreye, tüplü bir televizyon vardı oturma odasınında baş köşesinde, hiç de yabancı değildi bu manzara bana.

Sonra bahçe gezildi, buradaki bitkiler tanıtıldı, anlatıldı. Çok özenle, özel olarak hazırlanmış bir bahçeydi.

Costa Maya, Meksika. Evin beyi bahçede çalışırken

Sıra geldi yemeğe. Yucatan bögesinde yerin altında pişermiş yemekler. Rehberimiz böyle diyordu ama her gün olacak iş değildi bence bu. Aslında bizim tandır dediğimiz olayın benzeri. Biz gelmeden önce atmıştı evin beyi tavuğu pişmeye. Biz gidince de evin hanımı “tortilla” yapmaya başladı, bizlerin de yapmasını ve fotoğraflara poz vermemizi sağlayarak...

Costa Maya, Meksika. Evin hanımı mutfakta tortilla yaparken

Meksika mutfağı oldukça ünlü malum, özellikle Batı yarımkürede. En bilinen ürünlerinden biridir tortilla. Yassı yuvarlak, dürüm ekmeği gibi düşünebilirsiniz. Kökeninin Mayalara dayandığını öğrenmiş oldum. Sadece orada duyduğum için değil, sonradan da okuyarak. Tortilla, Mayalar zamanında sadece mısırdan yapılırmış, günümüzde un da kullanılıyor. Bizim tortillalarımız, mini tortillalardı.

Bahçede, konuklar için ağaçtan uzunca bir masa vardı ve etrafına kütükten yapılmış tabureler sıralanmıştı. Fonda ise begonviller... Oturduk.

Costa Maya, Meksika. Konuk olduğumuz evin bahçesinde masa ve taburelerimiz

Yerin altında pişmesini tamamlamış tavuk tenceresini çıkarmak da evin beyinin işiydi. O bu işi yaparken, rehberimiz anlatmaya devam ediyordu. Tavuk etleri çıktı, didildi, köşede hazırlanmış masa üzerine yerleştirildi. Yanına pişmiş tortillalar geldi, yeşillikler, soslar konuldu. Bir yanda da kutu içecekler, büfemiz hazırdı.

Costa Maya, Meksika. Konuk olduğumuz evde, evin beyi yerin altında pişmiş tavuğu çıkarırken

Costa Maya, Meksika. Konuk olduğumuz evde, evin beyi yerin altında pişmiş tavuğu çıkarırken

Oturduğumuz yerden kalkarak yemeklerimizi almaya gelmişti sıra. Plastik tabakların etrafına ayrıca poşet geçirilmişti. Ev sahipleri tarafından yapılıyordu servis, ağız ve burunlarını kaplayan maske ve ellerinde şeffaf eldivenler ile. Rehberimiz de az önce vurgulamıştı, tüm yiyeceklerin Royal Caribbean gemi şirketi tarafından denetli olduğunu... Belki olması gereken buydu, anlıyorum, ama bir yandan turistlere güven vermeye çalışırken, bir yandan da konuk olduğumuz ev halkı aşağılanıyordu sanki. Bunun başka bir yolu yok muydu? Neyse... ev halkı İngilizce bilmiyordu. Evrensel dil olan gülen yüzlerimizle anlaşıyorduk.

Tortilla ekmeklerimizin içine tavuğumuzu, yeşilliklerimizi, soslarımızı koyduk, soğuk kutu içeceğimizi de alarak, tekrar banklarımıza  oturduk. Afiyetle yedik.

Costa Maya, Meksika. Tortilla ziyafeti. Yanım niye mi boş? Arkadaşım fotoğrafımı çekmekle meşgul

Costa Maya, Meksika. Tortilla içinde tavuğumuz

Costa Maya, Meksika. Evin annesi ve bebeği ile. Arkada da satılık elbiseler

Costa Maya, Meksika. Konuk olduğumuz evin güzel kızı, geleneksel giysiler içinde

Evden ayrılma vakti geldiğinde, bir anda dikkatimi çeken, aslında yadırgadığım, evde dolaşan bir kedi ve köpeğin olmasıydı. Çok sosyetik görüntülü bir köpekti, sanki eve fon olarak konulmuş bir medeniyet göstergesiydi.

Oysa, Maya geleneklerinin kısmen yaşatıldığı bir eve konuk olacaktık, batılı olduğunu ispat etmeye çalışan değil. Evet, o giysilerdeki desenler Maya geleneklerini yansıtıyordu, mısırdan yapılan tortilla da, belki yerin altında pişen yemek de... Ama ne diyeyim, bunu yadırgadım işte!

Costa Maya, Meksika. Konuk olduğumuz evin köpeği

Evden ayrılıp, otobüsümüze bindik, kısa bir yolculuktan sonra bir piramitin yakınlarında durduk. Mayalardan kalma bir piramit idi bu, hiç de heybetli ve özel durmuyordu. Tam buralarda çok fazla Maya harabesi yoktu, zira yarımadanın kuzeyine nazaran daha az kazı yapılmıştı. Asıl harabeler ve iyi araştırılmış, ünlü piramitleri görmek için daha fazla yol katetmek gerekiyordu.

Piramite dışarıdan baktıktan sonra hemen yakınındaki büyükçe bir kulübeye girdik. Dışı bambudan, çatısı sazdan saçaktan, kapanan bir kapısı ve camları yok, basit ve yöresel bir yapı. Gözü yormayan güzellik ve sadelikte. İçine girerek, güneşin altında durmaktan kurtulmuştuk. Otobüste başlayan Mayalar hakkında bilgilendirme, burada harita üzerinde devam etti.

Costa Maya, Meksika. Mayalardan kalma bir piramit

Costa Maya, Meksika. Maya harabesi ve hemen arkasında bilgilendirildiğimiz kulübe
Costa Maya, Meksika. Rehberimiz harita üzerinde Mayaları ve yerleşim yerlerini anlatırken

Costa Maya, Meksika. Rehberimiz harita üzerinde Mayaları ve yerleşim yerlerini anlatırken

Gitmeden önce araştırmıştım Mayaları. Epeyce okumuş olmama rağmen, sistematik düzenli bir bilgi girmedi kafama. Umudum rehber idi. O da epey anlattı ama, anladıklarım ve aklımda kalanlar sınırlı, daha doğrusu kopuk kopuk. Umutsuzluğa kapılmıştım. Ya bu işler çok karışıktı, ya da benim kafam çok kalın.

Biraz daha araştırınca, daha iyi farkettim. Aslında binlerce yıllık, oldukça büyük bir uygarlık, bir çırpıda ve her açıdan kavramak zor. Üstelik halen gizemini koruyan, bilinmeyen ve anlaşılmayan çok şey var. Bu işi uzmanlarına bırakıyorum, ama ben okuduklarımla dinlediklerimi birleştirerek, aklımda kalanları özetlemek istiyorum.

Kristof Kolomb öncesi Orta Amerika’da yaşamış bir uygarlık, Maya Uygarlığı. Honduras, El Salvador, Belize, Guatemala ve şu an üzerinde bulunduğumuz Meksika’nın Yucatan yarımadası başlıca yerleşim yerleri. Aslında önce güneye yerleşmişler, kabaca 3000 yıl önce. Daha sonra kuzeye, Yucatan yarımadasına göç etmişler.

MÖ 600 yıllarında yükselişe geçmiş uygarlık. Altın çağlarını ise MS 250-900 yılları arasında yaşamış.  Susuzluk, kuraklık  büyük sorun olmuş sonradan. 900 yılından itibaren ise zayıflamaya başlamış. 1520’de İspanyollar geldiğinde, kendilerini savunamamışlar. Bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı esir alınmış. Buraya yerleşen İspanyollar Mayalı kadınlarla evlenmişler...

Yucatan Mayaları hakkında yapılan araştırmaya göre, Mayalar kısa boylu, geniş kafalı, gaga burunlu, siyah ve düz saçlı, hafifçe Asyalıları andıran çekik gözlü, kısa boyunlu, geniş omuzlu kişilermiş. Meksikalıların çoğu açıdan benzemesi şaşırtıcı değil bence, yukarıdaki bilgilere göre.

  Halen Maya dilini konuşan ve geleneklerini ciddi anlamda sürdüren yerler olduğu bildirilmekte. Yörede, suyun önemini bilirler, yağmur dönemi öncesi tören yaparlarmış, günümüzde dahi.

Kaba ön bilgiler böyle. Peki Mayaları Maya yapan ne, neden ünlüler?

Bugünkü teknolojilerle yakın tarihlerde ulaşılan bilgileri, Mayaların çok daha önceden fark etmiş olmaları... Evet, ilgili bilim adamlarını ve astrofizikçileri şaşırtan bir konu bu...

Özellikle astronomi, matematik, sanat ve mimari konularında çok iyilermiş, tam bir uygarlık düzeyinde. Kendilerine özgü takvimleri var. Takvim değil, takvimleri. Bu öğrenmeyi güçleştiren bir faktör idi benim için. Bunlardan biri 260 günlük. 260 günlük olanda 20 rakam, 13 sembol var. 20 çarpı 13 eşittir 260. 260, ayın tekrar aynı yere gelmesi için geçen süre. Aynı zamanda bir gebelik süresi. Herşey periyodik ve bir mantık silsilesi içinde. 365 günlük de takvimleri var. Bu ikisini birleştiren, ayrıca çok uzun zaman dilimlerini içeren takvimleri, ileriye yönelik gerçekleşmiş tahminleri, yani kehanetleri var. Hepsini anlamak ve kavramak çok zor benim için.

Hep Mısırlıları çağrıştırdılar bana. Tamamen farklı iki coğrafyada farklı uygarlıklar. Tabii ki benzerlikleri ve farkları ancak bu uygarlıklar konusunda uzman kişiler bilebilirler. Benim bulduğum ortak noktalar, piramit, astronomi, matematik... Bir de hiyelogrif denilen yazıları...

“Mayalara ait kalıntıların daha yoğun olduğu bölgeler var Yucatan yarımadasında” demiştim. Oralara da turlar vardı, sadece Maya uygarlığına odaklanan... Ama ben tercihimi bu yönde kullanmıştım: Meksika’da bir eve konuk olmak ve ucundan kıyısından Maya uyarlığı...

Hatırlarsınız, bir çok kehanetleri tuttuğu için Mayaların, 21 Aralık 2012 kehanetini de heyecanla beklemişti Dünya. Belki bilmediğimiz bir tarafları daha vardı... Şakacıydılar...

Ya da ciddi idiler... Ama biz, bugünkü Dünyalılar yanlış anlamıştı... Ya zamanı... Ya olayı...

Neyse, ben Maya uygarlığını özümseyemedim, daha sonra onların da kehanetleri tutmadı. Ödeştik. 

Costa Maya, Meksika. Bölgede bolca bulunan hindistan cevizi ağaçlarından biri

Meksika, 120 milyondan fazla nüfuslu, “gelişmekte olan” kategorisinde bir ülke, suç oranı konusunda da pek iyi bir üne sahip değil. Başkenti Mexico şehri. 

 Otobüsle limana geri dönerken anlatıyordu rehberimiz ve vurguluyordu, aslında çok güvenli bir ülke olduklarını, çok güzel, turistik yerlere sahip olduklarını... Asıl Maya harabelerin Tulum bölgesinde olduğunu, deniz kıyısındaki Cancun’un güzel turistik otellere sahip olduğunu...

Gözümün önünden geçti zaman zaman kendi ülkemde olan olaylar, turizme vurulan darbe ve biz düzgün insanların kendimizi doğru anlatma yönündeki çabalarımız...

Gemiye döndük. Akşamı ve geceyi denizde geçirdik.

Costa Maya, Meksika. Turistlerden birinin verdiği top şekerlerini yiyen ve fotoğraflara poz veren çocuklar
Costa Maya, Meksika. Maya harabesinin duvarına oturmuş, annesinin yanında, turistlerden birinin verdiği topşekerini yiyen çocuk

Ertesi gün tekrar ayak bastık karaya, tekrar Meksika’da. Bu sefer Cozumel adası idi durağımız.

Costa Maya’nın biraz kuzeyi, Yucatan yarımadasının doğusunda Cozumel. Konuyu kapatmış olmam gerekiyor ama, burada da yaşamış Mayalar. İlk Mayaların 1. yüzyılda  yerleştikleri düşünülmekte. 10 bin kadar Maya var iken, 1520’de adaya giren su çiçeği salgını ile 1570’te birkaç yüze düşmüş yaşayan sayısı. Adanın adı Cozumel de Maya dilinden, Cuzamil’den geliyormuş, “Kırlangıç adası” anlamında...

Şu anda, su altı zenginliği ile ünlü. Özellikle dalış ve şnorkel ile yüzme konularında popüler olmuş, ya da popüler yapılmaya çalışılmış bir yer. 

Burada ailece bir iş yaptık. Denizaltına bindik, “Atlantis Denizaltısı”. Gemimizden inip, birkaç yüz metre yürüdükten sonra küçük bir limandan tekneye bindik, o tekne bizi denizaltına götürdü, en fazla 10-15 dakikada.

Denizde olmasa da daha önce benzer bir deneyim yaşamıştım, çocuklarımın da yaşamasını istedim. Zaten adada yapacak çok da bir şey yoktu bizim için.

Karayiplerde 100 feet, yani 30 m kadar denizin altına indik, inerken de bilgilendiriliyorduk gördüğümüz canlılar hakkında. Belgesellerde izlediğimiz, ya da dünyanın çeşitli şehirlerinde oluşturulmuş dev akvaryumlardakinden çok daha az ve sınırlı idi gördüklerimiz. Ama ciddi ciddi inmiştik denizin altına, daha genç olsam daha heyecan verici olabilirdi.

Bir de sertifika verdiler bize çok önemli bir iş yapmışız gibi.. “.... (kişinin adı) denizaltıyla 100 feet inmiştir...” Çamur atıyorum şimdi ama, boşluğa ailenin adını yazıp, aslında çerçeveye koydum, duruyor evde, aynı tura ait bir kaç fotoğrafın yanında...

Cozumel adası, Meksika. Atlantis Denizaltısından, denizin dibi.

Sonuçta, özel ve güzel bir yer değildi Cozumel, bana göre. Gemi götürmese, gitmezsiniz. Bizim oraları görmek isteyeceğimizden çok, onlar bizi görmek istiyorlardır, eminim. Turizm önemli gelir kaynağı yapılmak istenmiş.

Gemilerin demirlediği limanda çok sayıda dükkan var, rengarenk, cıvıl cıvıl. Küba purosu, tekila, hediyelikler, mücevher satmakta, ama ne çok mücevher!

Denizaltıdan limana dönünce, dükkanları gezdim, bir kaç hatıra ve hediyelik aldım, vakit öldürdüm demir alma saatine kadar. Bazı yerlerde zaman yetmez yapmak istediklerinize, bazen de yapacak iş bulamazsınız!

Şunu anladım aslında. Bu gemi çok büyük, tek başına bir tatil köyünün sunabileceklerinden çok çok fazla eğlence, dinlence ve aktivite sunuyor size. Ancak, her limana gidemiyor. Gidebildiği limanlar da turistik açıdan zayıf kalabiliyor.

Öte yandan, turistik açıdan cazip olmasa da, araştırmalara açık bir bölge olduğu gerçeğini kabul etmek lazım. Bir yandan Maya uygarlığı, bir yandan su altı zenginlikleri. Evet, henüz büyük bir bölümüne gidilmemiş, keşfedilmemiş su altı zenginlikleri... İlgili bilim alanlarına çalışma sahası çok yani.

Ve evet. Gemi ile yaptığımız bu  Batı Karayipler gezisinde demirlediğimiz üç limanı iki yazı ile tamamladım sizin için. Gezi öncesi çok daha muhteşem bir doğa hayal etmiştimKarayipler” deyince... Orası, burası değilmiş!

Ama ya gemi? Şu anda dünyanın en büyük gezi gemisi, “Allure of the Seas”, “Denizlerin Cazibesi” yani...  O da farklı bir dünya...

Costa Maya, Meksika. Demirlediğimiz liman ve arkada “Allure of the Seas”

İlk fırsatta size gemiyi anlatacağım. Tekrar görüşene kadar sağlıcakla kalın J

Ne kadar cennet bir ülkede yaşadığımızı da hiç aklınızdan çıkarmayın :)

     DİLER COŞKUN
                                                              ...

  • Batı Karayipler Gezisine ait diğer blog yazım; HAİTİ KÜLTÜR TURU! için lütfen tıklayın.
  • Batı Karayipler gezisi yaptığım gemiyi anlattığım DENİZLERİN CAZİBESİ; "ALLURE OF THE SEAS"  için lütfen tıklayın.
  • Dünya’da en çok ziyaret edilmek istenen ve Karayiplerde bir ada ülkesi olan Küba’yı kaleme aldığım gezi hikayem, “KÜBA’YA HOŞGELDİNİZ!” için lütfen tıklayın

     Keyifli Okumalar :)

28 Temmuz, 2015

HAİTİ KÜLTÜR TURU !


2010 yılının yazıydı. “En”lere meraklı oğlum durmadan dünyanın en büyük “cruise” gemilerinin yapım aşamasında olduğunu, yıl sonunda biteceğini söyleyip duruyordu. “Royal Caribbean” firmasına ait bu ikiz gemilerin adları “Oasis of the Seas” ve “Allure of the Seas” olacaktı, “Denizlerin Vahası” ve “Denizlerin Cazibesi”.

Bütün yaz boyunca bana internetten bu gemilerin hangi yapım aşamalarında olduklarını; boyutları, kat planları, restoranları, dükkanları, her türlü aktivite dahil barındırdıkları tüm özelliklerini anlatıp durdu. Aralık 2010’da ilk seferlerine çıkacak bu gemiler Karayiplerde gezeceklerdi.

Genellikle bir haftalık gezilerdi bunlar. Batı Karayipler, Doğu Karayipler ya da Güney Karayipler şeklinde idi rotaları. Oğlum hem gemileri ballandıra ballandıra anlatmaya devam ediyor, hem de sürekli maliyet analizi çıkararak, bizleri böyle bir tura çıkmamız için ikna etmeye çalışıyordu. Ve...  etti de.

Henüz gemiler suya inmemişti ama biz 2011 sömestr tatili için biletlerimizi almıştık bile. “Aman oğlum, ilk seferi olmasın, biraz dolansın, sonra gidelim...” şeklindeki tedbirlerimi de almıştım tabii ki. Neyse, ilklerden olmayacaktık.

Bizim gidebileceğimiz hafta “Allure of the Seas”in seferi vardı. Allahtan da o denk gelmiş. Niye derseniz, gemiler ikiz olacak derken “Oasis of the Seas” beş cm kısa kaldı bittiklerinde. O kadar büyük gemide beş cm. nin lafı olmaz ama, bu “Allure of the Seas”e tek başına “Dünyanın en büyük ‘Cruise’ gemisi” olma ünvanını verdi. Biz de dünyanın en büyük gemisi ile seyahat etme fırsatını şans eseri kaçırmamış olduk.

Evet. Bizim gideceğimiz tur “Batı Karayipler” turu idi. Gemi, Miami yakınlarındaki “Fort Lauderdale” limanından kalkıyordu. Yedi günlük sefer sırasında üç gün, üç ayrı limana uğrayıp, sabahtan akşama kadar o limanda demirli kalınacak ve oralar değerlendirilecekti. Labadee-Haiti, Costa Maya-Meksika ve Cozumel adası-Meksika idi bu limanlar.

Çocuklar gemiyi görecekleri için heyecanlıydılar, ben ise Haiti ve Meksika gibi ülkelere uğrayacak olmaktan mutluydum. Ancak böyle bir fırsatla görmek mümkün olurdu bu ülkeleri.

Meksika hakkındaki fikrim ABD’de gördüğüm Meksikalılar, Meksika restoranları ve yemekleri ile sınırlı idi. Bir de haritada yerini biliyordum.

Haiti hakkında ise fikrim hiç yoktu, hemen ön araştırmalara başlamıştım.

Haiti Cumhuriyeti, Karayiplerde “Hispaniola” adası üzerinde yer alıyordu. Adanının batısında Haiti Cumhuriyeti yer alırken, doğusunda Dominik Cumhuriyeti vardı. Nüfusu  on milyondu Haiti’nin ve başkenti Port-au-Prince idi. Evet, Fransızca bir isim bu. Çünkü Fransızca konuşulan bir ülke Haiti. Kanada’dan sonra tek Frankofon ülke Amerika kıtasındaki. Eski Fransız sömürgesi imiş. Ayrıca, Amerika kıt’asında ABD’den sonra bağımsızlığını ilan eden de ikinci ülke. 1804 yılında ilan etmiş bağımsızlığını...

“Üç ayrı limanda demirleyeceğiz” demiştim ya, her demirlediğimiz limanda farklı gezi veya aktivite seçenekleri vardı. Yapacağınız işin uzunluğuna göre, onlarca seçenek arasından bir veya iki tur satın almak mümkündü. Aslında tamamen gemide kalmak, ya da çıkıp, kendi kendinize biraz dolanıp geri dönmek de mümkün. Ama zaten tur boyunca gece ve gündüz hep gemideyiz ve gemiyi doya doya yaşıyoruz, bulunduğumuz yerleri  değerlendirmek daha akılcı gelmişti bize.

İşte ilk demirlediğimiz limandı Labadee-Haiti, ülkenin kuzeyinde yer alıyordu. Labadee, daha doğrusu indiğimiz liman için, ne kadar Haiti demek mümkün bilmiyorum. Ama öyle geçiyordu. Aslında Royal Caribbean firması burasını gözüne kestirmiş, almış ve kendisine özel bir yer yapmıştı.

Gemiden çıkışta canlı müzik ile karşılandık, bu pek keyifli oldu doğrusu. Şubat ayının ilk günü, Karayiplerdesiniz, pırıl pırıl bir güneş, sırtınızda yazlık giyecekler, ayağınızda şıpıdık terlikler, ve sizin gibi yüzlerce insan çıkıyorsunuz gemiden, yöresel bir müzikle karşılanıyorsunuz, sanki Afrika’daymışsınız hissi veren. Buyurun, kısacık bir film benden...




Denize girmek, burada yapılabilecek aktivitelerden birisiydi. Vaktimiz vardı, “Karayiplerde denize girmiş olmak için” girdim denize. Aslında deniz de güzeldi kumsal da, ama kalabalıktı. Burada denize girmeyi öncelikli iş olarak yapanlar ve tüm günü öyle değerlendirenler vardı, muhtemelen onların bizimkiler gibi denizleri yoktu.

Labadee, Haiti.

Labadee, Haiti.

 Benim asıl gözüme kestirdiğim tur ise farklıydı, “Haiti Kültür Turu” idi bu. Aile bireyleri de kırmadı beni.

Çok mutlu ve çok heyecanlıydım. Çok severim farklı kültürler tanımayı, o kültürlerin insanları, yemekleri, müzikleri, dansları... Ne hoş bir fırsattı bu böyle!

“Le village” dedikleri bir köydü gideceğimiz, Fransızca “le village” köy demek zaten. Adı “köy” olan bir köye gidecektik. Haydi hayırlısı...

Limana yakın bir yerden aldık tur biletimizi. Tahtadan yapılmıştı, çok sevimli, üzerine resim yapılmış ve elle yazılmıştı “Haitian Cultural Tour”, yani “Haiti Kültür Turu”. Bu yırtılıp atılmayan, geri toplanan, toplandıktan sonra da muhtemelen yeniden kullanılan bir biletti.

Labadee, Haiti. Haiti Kültür turu biletimiz.
Tahminen 15-20 kişiydik bu tura meraklı. Siyah tenli, düzgün ve güler yüzlü Haitili genç bir delikanlı idi bize eşlik eden rehber. Topluca bir tekneye bindik. Çalkalana çalkalana yarım saatten az bir yolculukla ulaştık sakin mi sakin, etrafı yemyeşil,  beyaz kumlu küçük bir koya. “Paradise cove” diye adlandırılmıştı, “Cennet koyu” yani.

Denizde sığ bir yerde indik tekneden. Biri batik tişörtlü iki yerli genç karşıladı bizleri, güler yüzle... Ve paçalar sıvanmış, denizin içinde beyaz kumlara basa basa yürüyerek çıktık kıyıya .

Labadee, Haiti. Cennet Koyu ve tekne yaklaşırken bizi karşılayan gençler

Toplam üç saatlik bir turdu zaten, ama önce biraz dinlenmek ve denize girmek için serbest zaman verdiler bize.

Tropik meyve suyu ikram edildi arzu edenlere. Bir kısım insanlarda çekince vardı bir şeyler yiyip içmek için buralarda. Zira, tam burada olmasa da, yaklaşık bir yıl önce ülkenin güneyinde, başkent yakınlarında Richter ölçeğine göre 7.0 şiddetinde bir deprem olmuş, en az ikiyüz bin kişi hayatını kaybetmiş ve kolera salgınıyla baş etmeye çalıştığı biliniyordu ülkenin.

Labadee, Haiti. Cennet Koyunda “Bamboo Bar”
Serbest zamanı denize girerek, beyaz kumlarda yürüyerek ve fotoğraf çekerek değerlendirdim. Bir yandan da heyecanla bekledim köyün içerisine gireceğimiz zamanın gelmesini. Doğrusu biraz yavaş akıyordu zaman, belki de benim sabırsızlığımdan...


Labadee, Haiti. Cennet Koyu.
Labadee, Haiti. Cennet Koyu.
Labadee, Haiti. Cennet Koyu.

Köye gitmenin zamanı gelince, genç bir de kız eklendi rehber olarak. Kıyıdan başladı, 20-30 metre hafif yokuşla yürürken köye doğru, bitkileri tanıtıyor ve anlatıyordu. “Geç bunları” diyordum içimden, “muz ağacı var bizim memleketimizde... Haydi, köye girelim bir an önce...”

Yoğun bitkilerin arasından sıyrılıp, biraz daha yokuş yukarı yürüyünce, hissettim köye vardığımızı.

Önce, avokado ağacının üzerinde bir yerli gördük. Bizim yaklaştığımızı fark edince başladı ağacı kesmeye ve bir şarkı mırıldanmaya. Bu fon eşliğinde rehberimiz anlatmaya devam ediyordu. Bu adamın yaptığı iş ve geçim kaynaklarıydı konu.

Labadee, Haiti. Köyde ağaç kesimi
Labadee, Haiti. Köyde ağaç kesimi
Bir kaç metre sonra bir köşede hasır örgüden yaptıkları el işlerini satmaya çalışan bayanlar ve  bir yandan yaptıkları resimler ile oydukları ahşap heykelleri sergileyen erkekler.

Labadee, Haiti. Köyde, hasır örgü el işleri
Labadee, Haiti. Köyde, tahtadan yapılmış heykel ve masklar

Derken, bir müzik duymaya başladık. Yine yerel bir müzikti bu, canlı canlı, yanık yanık. Karaya ilk ayak bastığımızda duyduğumuzu andıran türden ve bize tekrar Afrika’da olduğumuz hissi veren.

Labadee, Haiti. Köyde, yerel müzik dinletisi

Ellerinde çiçekler, özenli ve bir örnek giyinmiş yerli beyler yaklaştı bizlere doğru. Hepimize birer tane kırmızı lilyum hediye ettiler, bayanların saçına takarak, erkeklerin ellerine tutuşturarak. “Hoşgeldiniz” demekti bu. Sonra da muhtemelen çok alışkın oldukları şekilde fotoğraflarımıza eşlik ettiler. Kendi el işleri olan ahşap bir mask aldım ben de, “teşekkür” olarak.

Labadee, Haiti.

  Arazi meyilli, bir kaç metre ileride ve yüksekte yer fıstığı ezmesi yapıyor ve anlatıyordu bir kadın, tattırıyorlardı isteyenlere. Bildiğiniz kabuğu soyulmuş yer fıstığını kocaman bir havanda eziyorlardı, basit görünen ama güç gerektiren ve sabır isteyen bir iş.

Yan yana koymuşlar kahve ve kakao çekirdeklerini, farkını görmemizi sağlıyorlar ve nasıl işlediklerini anlatıyorlardı.

Ayrıca yemek için yaptıkları diğer işleri anlatıyor ve uygulayarak gösteriyorlardı.

Labadee, Haiti. Köyde, Kakao (solda) ve kahve (sağda) çekirdekleri

Labadee, Haiti. Köyde
Labadee, Haiti. Köyde

Bir anda fark ettim, bir sahnenin içinde olduğumu. Aslında gerçek bir köyde değil, bir sahnenin, bir canlandırmanın ortasındaydık, yer yer müzikale dönüşen, yer yer bizim de rol aldığımız.

Bir yanda güzel mi güzel, “Candy Girl” diye ifade ettikleri bir kız şeker satıyordu.

Labadee, Haiti. “Candy-girl”

Labadee, Haiti. “Candy-girl”

Bunlar Haiti’nin artistleriydi.

Gerçek bir köy ummak fazlasıyla saflıkmış, sonradan düşününce. Tanıttılar Haiti kültürünü, bir canlandırma ile... Güzel bir doğanın içinde, müzikleri, el işleri, geçim kaynakları, yeme-içmeleri ve içtenlikleriyle... Var mı o koşullarda gerçeğini görmenin ve gerçeğini yaşamanın bir yolu?

Dediğim gibi, ağır bir deprem geçirmiş, yaralarını sarmaya çalışıyordu o sıralar Haiti, ama deprem olmasa da, önceden planlanan gezi hep böyleydi, herkes için. O zaman yetinecektik. Onları dinleyecek, anlayacak ve destekleyecektik.

Amerika kıtasında ABD'den sonra özgürlüğünü ilk ilan eden ülkeydi ya Haiti,  şu anda da Amerika kıtasının en fakiriymiş. Bunca çaba gösterdiler, turist ağırladılar ama ne kadarını kendileri için yaptılar, bilemiyorum.

Ayrılma vaktimiz geldiğinde de, teknemizin arkasından el sallayarak, uğurladı bizi özenle giyinmiş, güleryüzlü güzel hanımlar, yine şarkılarıyla ve danslarıyla... Kısacık bir bölüm sizlere de...




Ve bir kaç fotoğraf daha çektim ayrılırken...

Labadee, Haiti.

Labadee, Haiti.
Labadee, Haiti.

Labadee, Haiti.

Köyden dönmüştük. Çocukların heyecanla bekledikleri aktiviteye gelmişti sıra: “Zip-line” yapmak. Öyle sıradan bir “zip-line” da değildi bu. “Dragon’s Breath Flight-Line” diye adlandırmış ve “su üzerindeki en uzun zip-line hattı” olarak pazarlanıyordu. 2600 feet, yaklaşık 792 metre yani. Yüksekçe bir tepeden, yeşilliklerin oradan başlıyor, denizin üzerinden alçalarak kara parçasının üzerinde sonlanıyordu. Nasıl keyif aldılar, anlatamam.

Labadee, Haiti. “Zip-line” hattının sonuna doğru

Sonradan takıldı aklıma, araştırdım bu Labadee konusunu ve işte öğrendiklerim: Labadee’de demirlediğimiz liman, Haiti topraklarında olmasına rağmen, “Royal Caribbean International” firması tarafından 2050 yılına kadar kiralanmış ve şirkete ait “cruise” gemileri için düzenlenmiş.

Tamamen turistlere yönelik bir bölge, özel güvenlik güçlerince korumakta ve etraftan izole. Turistlerin dışarı çıkması mümkün değil. Burada turistlere sunulan yiyecek ve içecekler de gemiden sağlanmakta. Kültür turuna gittiğimizde sunulan içecekler firma amblemli bardakta veriliyordu, zaten içimden bir ses de denetimli olduğunu söylemişti.

Buradaki başlıca aktiviteler, plaj ve deniz, su sporları, bitpazarı ve “zipline” ağırlıklı.

300 yerliye iş, 200 kişinin de mal satmasına izin verilmiş burada. Haiti hükümetine de turist başına 10 Amerikan doları vergi veriliyormuş, 2015 Mayıs ayında bu 12 dolara çıkmış. Yani Haiti’ye ekonomik katkıda bulunduğunu vurguluyor şirket.

2009’da da, 55 milyon dolar yatırarak, “Oasis sınıfı” dünyanın en büyük “cruise” gemileri için düzenlemeler yapmışlar tesiste.

2010 Haiti depreminde sonra da bu özel limana gelmeye devam etmişler. O kadar yatırımdan sonra gözden çıkarmak zor olsa gerek diye düşündüm. Ama bu, Haiti yardım fonuna 1 milyon dolar katkıda bulunmak anlamına da geliyormuş ve ayrıca o dönemde gemiler sayesinde erzak ve personel taşıma mümkün kılınmış. Bunlar da sonradan okuduklarım arasında yer alıyordu.

Evet, bu Batı Karayipler turu sırasında bir Amerikan üssü olan Labadee’ye gitmiştik Haiti’de, Haiti niyetine...

Bir sonraki gün tamamen denizde geçti, tamamen farklı bir dünya olan geminin içinde, geminin içini değerlendirerek.

Sonra demirleyeceğimiz iki liman ise Meksika’da olacak. Bakalım bizi oralarda hangi dünyalar, hangi senaryolar ve neler bekliyor?


Meksika’da görüşmek üzere, sağlıcakla kalın:)

     DİLER COŞKUN
                                                             ...

  -Gemi ile Batı Karayipler Gezisine ait diğer yazım; "MEKSİKA'DA KONUK OLMAK; COSTA MAYA VE COZUMEL" için lütfen tıklayın.

  -Gemiyi anlatığım DENİZLERİN CAZİBESİ; "ALLURE OF THE SEAS" için lütfen tıklayın

  -Dünya’da en çok ziyaret edilmek istenen ve Karayiplerde bir ada ülkesi olan Küba’yı kaleme aldığım gezi hikayem, “KÜBA’YA HOŞGELDİNİZ!” için lütfen tıklayın

   Keyifli Okumalar :)