Daha önce
ziyaret ettiğim bir şehirdi Montréal. Ancak daha uzun soluklu gelip de,
haftaları geride bıraktığım şu günlerde, daha detaylı bilgilere sahip olmaya,
daha iyi algılamaya, sevmeye, ve hatta saymaya başladım Montréal’i.
Ekim ayının
ilk haftasıydı gelişimiz. Herkesin olduğu gibi ilk gittiğimiz yer oldu Eski
Montréal (Vieux Montréal). 1642’de kurulmuş şehir, ve ilk kurulduğu
yer öyle güzel korunmuş ki, hem burada yaşayanların, hem de turistlerin en
fazla uğradıkları yer haline gelmiş.
Detaylı
gezmeyi önümüzdeki uzun zamana bırakıp, kuşbakışı görmeye yönlendik şehri. Hemen
oracıktaki Eski limanda (“Vieux port”), St. Lawrence nehrinin kıyısında yer alan Dönme Dolap (“La Grande Roue
de Montréal”) sayesinde yaptık bu işi. Şehre ve şehrin sunduğu sonbahara daha ilk
bakıştı bu.
|
Dönme dolap; Montréal, Québec,
Kanada |
|
Dönme dolaptan; Montréal, Québec,
Kanada |
|
St. Lawrence nehri kıyısı; Montréal, Québec,
Kanada
|
Biz
kuşbakışı gördük ilk etapta, size de birkaç kaba bilgi sunayım başlangıçta…
Etrafını
nehirlerin çevrelediği bir ada üzerine kurulmuş Montréal. Hemen şehir merkezine yakın nehir,
az önce de adı geçen St. Lawrence nehri.
Bir ucu Ontario gölünde, diğer ucu Atlas Okyanusuna olan bir nehir bu; yani
Büyük gölleri Atlas Okyanusuna bağlayan…
Adını, hemen göbeğinde yer alan tepe
olan “Mount Royal” den almış Montréal. Kanada’nın ikinci,
Québec
eyaletinin ise en büyük şehri.
Resmi dili Fransızca olan bir eyalet Québec,
yanılmıyorsam da tek frankofon eyalet Kanada’da. Dolayısı ile de Fransızca konuşulan, ama hemen herkesin
İngilizce de bildiği bir şehir Montréal.
Her fırsatta ayrı bir yerini görmeye karar
verdik şehrin; Montréal kazan, biz kepçe
yani… Ve, fonda da Sonbahar! Paylaşmasam olmaz! Buyurun; gezdiklerim, gördüklerim, arada hislerim ve en sonunda da izlenimlerim…
*
Botanik
Parkı (“Jardin Botanique de Montréal”)
İlk
gittiğimiz yer oldu Botanik Parkı. Hafif yağmur, henüz alışmaya
başlamadığımız soğuğa rağmen, metro ile yakınlarına kadar ulaşıp, yönlendirme
tabelası ile parkı kolayca bulmuş olmak pek hoşumuza gitti doğrusu. Daha
girişte, yeşillerin arasına serpiştirilmiş balkabakları da pek hoş duruyordu. Mevsim itibarı ile bol bol balkabağı
görmeye devam edecek, zaman içinde de
balkabaklarının bu mevsim güzel bir dekorasyon aracı olduğunu kavrayacaktık…
|
Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
|
Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
Biraz açıkta yağmurda yürüdükten
sonra seraları gezmeye yönlendik. Seranın girişindeki farklı form ve
renklerdeki kabakları görmek de hem şaşırtıcı, hem eğlenceliydi.
|
Kaç çeşit kabak bilirdiniz? Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
Serada; bir
bölümde kısmen aşina olduğumuz kaktüsler,
sukulentler; bir başka bölümde, kimini önceden gördüğümüz, kimine ise ilk
defa rastladığımız çiçek türleri yer
alıyordu. Yaşları 20 ila 95 arasında değişen Bonzailere bayıldık.
|
Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
|
Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
|
45 yaşındaki Bonzai; Montréal, Québec,
Kanada
|
Bir bölümde “Kabak dekorasyonu” yarışmasında yer alan eserler sergileniyor,
bunlara da Tatlı Cadı “Esmeralda” bekçilik ediyordu.
|
Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
|
Cadılar; Botanik Parkı, Montréal, Québec,
Kanada
|
|
Kabak dekorasyonu yarışması favorim; Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
İşe yarayan bitkiler bölümünden aklımda kalanlar ise papaya,
kakao, karabiber, tarçın, pirinç... Bunların çoğunu yakından, pirinç
tarlalarını da uzaktan görmüşlüğüm vardı önceden, Uzak Doğu’da; ama pirinci
dalında görmek bir ilkti benim için.
|
Pirinç bitkisi; Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
Botanik parkındaki “Işık Bahçeleri”ni
görmek üzere akşam olmasını beklerken, kafeteryada birşeyler atıştırıp, dinlenmeye
karar verdik. Yağmur yağıyordu, hafif kasvetliydi hava; kapalı alandaydık, ama kafeteryanın hemen dışında bir bahçe,
ortada bir şadırvan, etrafında ferforje masa ve sandalyeler, ve sanki bir de çinilerle
bezenmiş sütunlar görüyordum. Ne kadar da İznik çinilerine benziyorlardı!
Evet, özlem var ama, hayal görecek kadar da uzun süre uzak kalmamıştım
memleketten! Çiseleyen yağmurda merakımı gidermek, yakından görmek üzere çıktım
dışarıya. Evet, İznik çinileri! Yine
bir İznik çinisi üzerine yerleştirilmiş panoda yazılanlar da doğruluyordu
beni. İngilizce adı “Garden of Peace”, Fransızcası “Le
Jardin de la Paix” idi bu bahçenin, Türkçeye “Barış Bahçesi”, ya da “Huzur
Bahçesi” olarak çevirebileceğiniz; benim ise temennim ikisinden de yana
olduğu için “Barış ve Huzur Bahçesi” diyeceğim…
Panoda,
İznik çinilerinin buraya Türkiye florasını getirdiği, değişen Montréal havasına rağmen, çiçeklerinin hep açık kaldığı
dile getiriliyor; devamında ise İznik çinileri, Türklerde lale çiçeği hakkında
bilgiler veriliyordu. En sonunda bu
bahçenin Montréal Belediye Başkanlığı, Montréal’deki Türk Topluluğu,
Türkiye İznik Seramik Vakfı katkılarıyla gerçekleştirilmiş olduğunu ve 18 Mayıs
2000 tarihinde açıldığını okuyordum.
Sonbahar
güzel bir fon oluşturmuştu bu güzel bahçeye, ama ben ilkbaharda da gelip, uzun uzun oturup, keyifle ve gururla tadını
çıkarmayı planlayarak döndüm kafeteryaya...
|
“Barış ve Huzur Bahçesi”, Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
|
“Barış ve Huzur Bahçesi”, Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
Botanik
parkındaki Işık bahçeleri ("Jardins de Lumiere"), Ekim ayının sonuna
kadar yer alacak bir sergiydi, bu
mevsime özgüydü. Beklemediğim kadar keyifli ve de zengindi. Çin Bahçeleri
bölümündeki gölet üzerinde ve çevresinde yer alan, bir çoğu balıkçılık temalı
ışıktan oluşturulmuş heykeller... Balık
tutmanın neredeyse her çeşidinin sergilendiği neşeli bir ortamdı diyebilirim.
|
Işık Bahçeleri, Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
|
Işık Bahçeleri, Botanik Parkı; Montréal, Québec,
Kanada
|
Detaylı gezdiğimiz ilk yer olmuştu Botanik parkı Montréal’de, beni en çok sunduğu sonbahar, kabak çeşitleri ve “Barış ve Huzur
Bahçesi” ile etkileyen...
*
"Mount Royal"
Bir sonraki gezi alanımız ise şehre
de adını veren tepe olan, ama burada “dağ” olarak anılan “Mount Royal” oldu; şehrin
göbeğinde, yürüyerek gidip dönebileceğiniz, hatta günlük yürüyüşünüzü
yapabileceğiniz, ama ilk gün bunu bilmeden taksi ile gittiğimiz… Varış
noktamız tepedeki “Kunduz Gölü” idi.
Fransızca adı ile “Lac aux Castors”,
İngilizce “Beaver Lake”. Nasıl bir Sonbaharla
çevrelendiğimi anlatmam çok zor! Yeşil, sarı, turuncu, pembe, kırmızıya kadar
değişen ve sizi 360 derece saran bir tuval… Geçenlerde bir arkadaşımın sonbahar
fotoğrafları paylaşımında yer alıyordu şu cümle: “Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim!”. Bir an “Ne kadar da doğru!”
diyesim geldi, ama kısa sürede kendime geldim. Her birinin kendine özgü
güzellikleri olan ve bizlere de yaşatan diğer mevsimlere haksızlık olacaktı bu.
Ama sonbahar da güzeldi işte, hele burada! Ve nedense gençliğimi, daha çok da
çocukluğumu ve hayatımın ilk otuz yılını geçirdiğim Ankara’yı hatırlattı bana.
O günlere ışınlandım. Gençleştim. Çocuklaştım. İstanbul’da böyle sonbahar mı
olmuyordu; yoksa koşturmaca, hep birşeylere yetişmece içinde, ben mi ıskalamıştım İstanbul’un
sonbaharını? Bilemedim! Çocukluğumdaydım, ilkokul yıllarımda. Kurtuluş
Parkı yakınlarındaki evimiz ve okulum. Çok sık gelirdi sonbahar teması benim
resimlerime; en çabuk biten boyalarımdı kahverengi, yeşil, sarı, turuncu.
Sadece resimlerimde değil, o dönemin modası örgü kazakların yünleri de o
renklerde olur ve o renkler yer alırdı önceliği hayatımda. Bu yaşımda
keşfediyor, veya belki de hatırlıyordum sonbaharın beni ne kadar etkilemiş, ama
yıllar içinde unutulmuş olduğunu. Montréal hatırlattı. Ama Montréal’in sunduğu ekstra
bir güzellik daha vardı başka yerde görmediğim, bu mevsimde pembe- kırmızı renk
alan akçaağaç yaprakları…
|
“Mount Royal”; Montréal, Québec,
Kanada
|
|
“Mount Royal”; Montréal, Québec,
Kanada
|
|
Akçaağaçlar; “Mount Royal”; Montréal, Québec,
Kanada
|
|
Sarı sonbahar; “Kunduz gölü”, “Mount Royal”; Montréal, Québec,
Kanada
|
*
Sainte-Catherine Caddesi ve Pasajlar
Doğa güzeldi. Şehrin içinde doğa
olması da pek güzeldi. Öyle büyük, yeni yapılmış ya da yapılmakta olan AVM’ler
yoktu şehirde. Alışveriş konusunda en ünlü yer, Sainte-Catherine Caddesi. Bütün ünlü- ünsüz mağazalar ve markalar
bu caddedeki binalara yerleşmiş, ya da bu caddeden girdiğiniz pasajlarda yer
alıyordu.
İşte bu pasajlarda gezindim bir gün; deri
çantalar, kuyumcular, şallar… İnanmıyorum, yine Ankara, yine çocukluğum, yine
gençliğim! Bir hassasiyet durumları var şu günlerde; neler biriktirdimse
içimde, gözyaşları olarak aktı yürüdükçe… Özlediğim memleket mi? Yok, yok! Daha
bir hafta oldu. Özlediğim çocukluğum, gençliğim. İşte o, çook zaman önceydi!
Yine Montréal hatırlattı.
*
Yer altı şehri; Reso
Montréal’de yerin altında bir şehir daha
var, biliyor musunuz? Hem de tam 33 km
uzunluğunda. Az önce bahsettiğim pasajlar da orada. Özellikle kışın daha
çok kullanılan, sert hava koşullarında açıktan
değil de yerin altından gidebileceğiniz, her ihtiyacınızı görüp, alış-veriş
yapabileceğiniz, restoranları, café’leri ile bir yer altı
şehri ve tam 12 metro istasyonu ile bağlantılı bir yaşam alanı. Reso (“Reseau”) deniyor buraya, “ağ” anlamında. Gücüm yettiğince dolandım
oralarda, tanımak ve kışa hazırlık olsun diye. Öyle yerin altında duygusu da
yaşatmıyor insana, çoğu geniş, ferah ve tabii ki aydınlık.
|
Metro ve yer altı şehrine giriş tabelası; Montréal, Québec,
Kanada
|
*
Adalar
Montréal bir ada demiştim, ama bu adanın doğusunda
hemen şehir merkezine yakın iki ünlü adası daha var; Sainte-Helene adası (Île Sainte-Helene) ve Notre Dame adası (Île Notre
Dame). Bunlardan Sainte-Helene adası doğal iken, yanındaki Notre Dame adası metro yapımı sırasında
çıkan kaya ve topraklarla, nehir doldurularak oluşturulmuş.
Bu adalarda, Montréal’in dikkat çekici bazı yapıları da yer almakta. Bunlardan
birisi Biosphère, diğeri Montréal Casino’su (“Casino
de Montréal”). Ayrıca yazın değerlendirilebilecek
olan “La Ronde” adlı eğlence parkı
ile “Grand Prix” pistine de ev sahipliği
yapıyor adalar. Her iki adayı kaplayan park ise, Jean Drapeau Parkı.
Peki kim bu Jean Drapeau? 1919- 1999
yılları arasında yaşamış, Montréal’in vizyoner Belediye Başkanı. Yaklaşık
yirmi yıl kadar hizmet etmiş Montréal’e. Şehirde metro sisteminin kurulması, yer altı şehrinin yapımı onun dönemine rastlıyor. Ayrıca Montréal’de Expo ’67
Dünya Fuarınının ve 1976 Yaz
olimpiyatlarının düzenlenmesini sağlayan kişi; ki 1976 Yaz Olimpiyatları, Kanada’da
düzenlenmiş tek yaz olimpiyatı olma ünvanını halen koruyor.
Şimdilik bu adalarda ziyaret
ettiğimiz iki yer oldu. Biosphère ve Montréal Casino’su.
Biosphère, ilginç bir yapı; demir çubuklarla
oluşturulmuş bir küre, uzun uzun anlatmayayım da fotoğrafını ekleyeyim aşağıya.
Expo ‘67’de Amerikan pavyonu imiş. Kar fırtınalarına, yangına direnmiş bu yapı,
artık “Çevre müzesi” olarak görev
yapıyor. Hava, su, iklim değişikliği, enerji, yenilenebilir enerji gibi belli
çevre konularına ağırlık vermiş olduğunu gördük ziyaretimizde.
|
Biosphère; Montréal,
Québec, Kanada |
Montréal Casino’su ise, nehir doldurularak yapılan ada
üzerine inşa edilmiş. Burası da Expo ‘67’de Fransız pavyonu imiş. Casino’ya
toplu taşımla gitmek mümkün; metrodan Jean Drapeau istasyonunda iniyor, hemen
oracıkta sizi bekleyen 777 No’lu otobüse
biniyorsunuz; evet, 7-7-7, ve
beş-on dakikaya Casino’dasınız. Uzaktan heybetli, güzel bir yapı; 3000 slot
makinası, 120 oyun masası ile de iddialı, ama seri üretim yapılan bir fabrikayı
anımsattı bana, kocaman bir fabrika; kaybolmak ya da kendinizi kaybetmek için
de birebir. Aman dikkat !
|
Casino de Montréal; Montréal, Québec, Kanada |
*
Köylü Pazarları
Daha
gelmeden başlamıştım Montréal hakkında kitaplar okumaya. Ve
aklıma koymuştum buradaki Köylü pazarlarını (“Farmer’s market”) gezmeyi.
İlk gittiğim, “Marché Atwater” (“Atwater”
Pazarı) oldu. Girişte yine kabaklar,
yine güzel bir “hoşgeldin”. Bölgede yetiştirilmiş taptaze mevsim sebze ve
meyvelerini görüyordum gezdikçe, hem de birinci elden. Güzel bir balıkçısı ve
muhteşem bir pastanesi-fırını vardı. Ekim ayının bitmesiyle, kabaklar ortamdan
ayrılmış olsa da, diğerleri sık sık gitmem için yeterli nedenlerdi benim için.
Ama bu kadar değildi, bol bol et ve peynir çeşitleri de sunuyordu pazar meraklısına.
Bir de “Marché Jean-Talon” (“Jean Talon” Pazarı) var, çok daha
büyük. Oraya bir kere gittim. Ama diğerini daha çok sevdim nedense; eve yakın,
fazla dolanmadan her istediğimi bulabildiğim ve simit niyetine bol susamlı
baget alabildiğim.
|
Marché at Water; Montréal,
Québec, Kanada |
|
Mevsim sebzeleri, Marché at Water; Montréal, Québec, Kanada |
|
Orman meyveleri, Marché at Water; Montréal, Québec, Kanada |
|
Mevsim meyvesi kızılcıklar, Marché at Water; Montréal, Québec, Kanada |
*
“Amphibus” (Karada ve Suda)
Ekim ayının sonlarına geliyorduk,
seferleri bitmeden bir de “Amphibus” denememiz oldu. Çeşitli şehirlerde
görmüşlüğüm olan, ama hiç binmediğim bir otobüs türü “amphibus”; adı üzerinde
hem karada, hem suda gidebiliyor. Çok keyifli bir tur oldu. Yarım saat Eski Montréal’de dolanıp bilgilendikten sonra, yarım saat de nehirde
dolanmak ve şehri nehirden görme fırsatı yarattı bize. Rehberimizin komik
anlatımları da ayrı bir renk kattı tura.
|
“Amphibus”; Montréal; Québec,
Kanada
|
|
“Amphibus”; Montréal; Québec,
Kanada
|
*
İzlenimler
Botanik parkı, Mount Royal ile güzel
bir başlangıç yapmıştık şehirde. Sık sık gittik eski Montréal’e. Defalarca dolandım Sainte-Catherine caddesinde ve
pasajlarda. Kim bilir kaç kere alış-veriş yaptım köylü pazarından. Hep ayrı
restoranlar, yemekler denedik Montréal mutfağını tanıma adına. Ne kadar
çok tarihi binanın önünden geçtik, geceleri de pek güzel aydınlatılan, ama
henüz tane tane gezemediğim, içlerini göremediğim...
Sadece tarihi yapılar değil, müzelerin
çoğuna da gitmedim henüz. Bir sanat şehrindeyiz aslında. Önüm-arkam, sağım-solum
sanat. Sığdıramayacaktım sonbahara, kış uykusuna yatırmaya karar vererek,
ilkbahara planladım hepsini; doya doya, sindire sindire…
Hiç Kuzey Amerika gibi gelmiyor burası bana, bayağı Avrupa gibi. Para birimi olarak dolar kullanılmasını bile yadırgıyorum çoğu zaman.
Daha önce çok sık bulunduğum Toronto’dan bahsederken “Kanada’da şöyle idi,
böyle idi…” derken yakalıyorum kendimi sık sık, sanki Toronto Kanada da, Montréal değilmiş gibi. Bende
yarattığı his bu; Avrupa. Ama bu Fransa, İsviçre, Belçika olabilir; sakın
İngiltere gelmesin aklınıza! Zira Fransızca konusunda çok iddialılar. Hemen
herkes İngilizce bilse, konuşsa, dilenci bile iki dilde dilenebilse dahi, resmi
dil Fransızca burada. Kanada
federasyonunun resmi dili hem İngilizce, hem Fransızca olmasına rağmen, Québec eyaletinin resmi dili sadece Fransızca. Montréal’de Resmi dairelerde herkes sizinle İngilizce konuşur ihtiyaç varsa,
ama tüm afiş ve yönlendirmeler sadece Fransızcadır, “Québec’te Fransızca konuşulur” afişi dahil!
1,9 milyon nüfusa sahip Montréal şehri, çevresiyle birlikte kabaca 4 milyon. Nüfusun % 14’ü
Anglofonmuş, yani anadili İngilizce olanlar. %19’ unun anadili ise ne İngilizce,
ne Fransızca, “Allofon” (“Allophone”) deniyormuş onlara da, yeni öğrendim. Geri
kalanı ise malum; Frankofon.
İlk Fransızlar gelmiş 17. yüzyılda Kuzey
Amerika’nın bu bölgesine, yani Québec’e. İskoçlar, İrlandalılar,
İngilizler takip emiş onları. 18.
yüzyılda gelen İngilizler epey baskı uygulamış Fransızlara; dillerini
kullanmaları bile problemmiş bir dönem anladığım kadarıyla. Sonra bir denge
tuttursalar da, 1945’ lerden sonra bilim, ticaret ve sanatta yarattıkları fark
ile öne çıkmış Fransızlar ve “sessiz devrim” demişler buna. Şimdi ise ödün vermiyorlar dillerinden,
kültürlerinden...
“Şehri sevmeye, saymaya başladım”
demiştim başlangıçta. Bunda en büyük etmenlerden bir tanesi belki de bu Avrupa havası, eski dokunun, yapıların korunmasına gösterilen özen, kaybolmamış şıklık,
zerafet. 2006 yılında UNESCO da
böyle düşünmüş ve “Tasarım şehri” (“City of design”) demiş Montréal’e..
Yeni yapılarla da bozulmamış doku. Metro
kazısında çıkan kaya ve topraklarla kimin aklına gelir yeni bir ada oluşturmak,
üzerine park yapmak ve Expo ‘67 Dünya fuarı için Fransız pavyonunu oraya inşa
etmek ve daha sonra da Casino olarak kullanmak ?
Henüz çok uzun tecrübem olmasa da
toplu taşım, daha doğrusu metro ile ulaşabilmek de çok güzeldi istediğimiz bir
çok yere. Ferah, güzel, ve sanatsal
metro istasyonları da etkiledi beni. Yerin altında bir şehir olması da.
Şehir ve yeşil alanın iç içe olması ayrı bir faktör; doğaya verilen değer
de. Yeşil alan katledilmemiş, korunmuş, değeri bilinmekte. Çevre müzesinden aldığım bir
kitapçıkta, ki müzeye gelen öğrenciler için hazırlanmış olduğunu eve gelince
fark ettim, şöyle yazıyordu: “Etrafınızda
sincaplar görüyorsanız, sağlıklı bir doğadasınız demektir”. Evet, sağlıklı
bir doğadaydık, hem de çok.
Kasım ayı itibarı ile dekor hızla
değişmeye başladı. Önce Eski Montréal’de, meydandaki restoranların bahçe
bölümlerinin kalkmış olduğunu gördük. Köylü pazarında artık kabak bolluğu yoktu.
Tüm dekorasyonlardan da kalkmıştı kabaklar. Çarşılarda, caddelerde yavaş yavaş
bir Noel’e giriş, kar taneli gece ışıklandırmalarına geçildi. Ağaçların çoğu
yaprakları ise zaten çoktan gitmişti… Ve artık hava sıcaklığında eksi dereceler
kendini göstermeye, hatta kar taneleri gökten düşmeye başladı diye yazıyordum
ki… Bembeyaz oldu şehir!
Biz mi ucundan yakaladık emin
değilim, ama kısa olurmuş Montréal’de sonbahar; sadece sonbahar değil, ilkbahar da. Birkaç aylarını kış
mevsimine hibe ettiklerinden olsa gerek! Feci olurmuş burada kış!
Evet. Montréal sonbaharı bitirdi, ben de yazımı... Bakalım kaç mevsim
daha göreceğiz? Bir sonraki buluşmamıza kadar sağlıcakla kalın. Dışarıda havalar
nasıl olursa olsun, içleriniz ve yuvanız
hep sımsıcak olsun, sımsıcak kalsın. Sevgiyle…
*
Yazılarınızı özlemiştim. Kış akşamında bir fincan salep gibi içimi ısıtttı.Montreal'in sokaklarında gizlice dolaştım sizinle. Bu kadar içten, abartıdan uzak,samimi yazılara ben, "gönül gözünden" geziler diyorum.
YanıtlaSilÇok teşekkürler Fatma hanımcım, siz de "gönül gözüyle" okuduğunuz ve güzel yorumlarınız için. Selam, sevgi ve en iyi dileklerime.
YanıtlaSil