20 Temmuz, 2020

ALASKA GEMİ TURUNA BAŞLARKEN... HUBBARD BUZULU VE BAŞKENT JUNEAU










Tüm aile bireylerinin sevdiği bir tatil şeklidir, gemi turları. Demirlediğimiz liman ve çevresini değerlendiriz gün boyu; akşamları ise gemide, her yaşa uyan ayrı aktivitelerle geçer zaman.

Bu sefer Alaska’da karar kırmıştık. Ancak denize açılmadan dört gün önce Alaska’ya  gelmiş; iki günü Anchorage, iki günü ise Seward’da değerlendirmiştik. Tek uluslararası havalimanına sahip şehri idi Anchorage, Alaska’nın. Ve de Alaska hakkında ilk izlenimlere sahip olduğum yer; Anchorage müzesini gezmek, “İyi ki yapmışım” dediğim buzul yürüyüşü ve Alaska yemekleri ile tanışma. Bir bakıma “Alaska tarihi, coğrafyası ve kültürüne giriş” olmuştu bu benim için.  Anchorage’dan sonra ise keyifli bir tren yolculuğu ile varmıştık Seward’a; Alaska’da doğanın, en çok da denizdeki doğanın bir kısmını görme fırsatı veren Seward’a… Ve paylaşmıştım bunları sizlerle...

Seward, aynı zamanda gemi turuna başlayacağımız yerdi. “Alaska” gemi turu diyorum ama, aslında “Güneydoğu Alaska”ydı  gemiyle gezeceğimiz, göreceğimiz yerler.

Seyahat öncesi  Dünya haritası üzerindeki yerini kabaca bilsem de Alaska’nın, bölgeleri ve Güneydoğu Alaska hakkında hiç fikrim yokmuş! Uzaktan bakıldığında haritalarda dikkati çekmeyen, ancak bu tur vesilesi ile yakından inceleyince fark ettiğim bir bölge. Büyük ana karadan, güneye uzanan bir kıyı şeridi Güneydoğu Alaska, doğusu Kanada’nın “British Columbia” (Britanya Kolumbiyası) eyaleti.

Güneydoğu Alaska; "Google earth" iş birliği ile

Ve bu kıyı şeridinde kuzeyden başlayıp, güneye doğru yol alacağız. Yedi gün sürecek yolculukta, dört ayrı limanda demirleyip, bu limanların bulunduğu yerleşimler ve çevresini değerlendireceğiz.

*

Seward’dan akşam saatlerinde  hareket edecek gemimiz. İki geceyi denizde geçirdikten sonra Alaska’nın başkenti Juneau’ya varacak. Ancak, gezinin unutulmazlarından biri olan Hubbard Buzulu’nu göreceğiz bir gün öncesinde.

Buyurun; önce Hubbard Buzulu, sonra Alaska’nın başkenti Juneau’yu takdimimdir.


HUBBARD BUZULU

Gemi ile Güneydoğu Alaska gezimizin ilk günü. Tamamen denizde geçen bir gün. Liman yok! Gemiden inmek yok! Ama, Kuzey Amerika’nın en büyük buzullarından birini görmek var programda; Hubbard buzulu.

Şöyle bir görüp geçeceğimizi zannediyordum ama, öylesine ve “şöyle bir” görüp geçmek değildi bu! Kaptanımız olabildiğince yakınına yanaştı; dört saat boyunca orada kalarak bizleri bilgilendirdi; bu muhteşem yapıyı doya doya seyretmemizi, sıkça kükreyerek patlamasına ve denize şelale gibi akmasına şahitlik etmemizi sağladı.

Adı, 1890’da verilmiş bu buzulun; “National Geographic” Derneğinin kurucusu ve ilk başkanı Gardiner Hubbard’ın ismi bu. Kuzey Amerika’nın en büyük “tidewater” buzulu olduğunu okumuş, fakat bir türlü anlamlandıramamıştım. Zira “tidewater” “gelgit suyu” demek; “Nasıl yani?” diye düşünürken, açıklama kaptanımızdan geldi; denizde kıyısı olan buzullara verilen admış bu. Evet; Alaska Körfezinde 10 km.lik bir kıyıya sahip Hubbard Buzulu, deniz kıyısındaki yüksekliği 100 metre. Doğu Alaska ve Kanada’nın Yukon bölgesinde yer almakta tamamı; tam 122 km uzunluğunda, ve dört yüz yaşında. Eriyen bir çok buzulun aksine, 1895’ten beri kalınlaşmakta ve Alaska Körfezi’ne doğru ilerlemekte, hem de her yıl yaklaşık 25 metre…

Ne uzak fotoğraflar, ne yakın olanlar; bir türlü yansıtmıyor bu doğa harikasını. Ama yine de paylaşıyorum sizlerle; 360 derecelik görüntü, parıldayan ve iliklerinizi ısıtan güneş, solunan o tertemiz hava eksik olsa da…

Hubbard Buzulu’na yaklaşırken; Alaska Körfezi, Alaska
Hubbard Buzulu (panoramik); Alaska Körfezi, Alaska
Hubbard Buzulu; Alaska Körfezi, Alaska
Hubbard Buzulu; Alaska Körfezi, Alaska
Hubbard Buzulu; Alaska Körfezi, Alaska
Hubbard Buzulu’ndan uzaklaşırken; Alaska Körfezi, Alaska



JUNEAU

Bir başkent düşünün, karadan ulaşım olmayan; sadece deniz uçaklarının geldiği, teknelerin ya da cruise” gemilerinin uğradığı. Juneau burası; Alaska’nın başkenti. Buradaki tur rehberimizin deyimi ile, elli eyaletli ABD’de, “En güzel ellinci başkent !”. Bana göre bir rehber, bu haksızlığı etmemeli yaşadığı, ekmeğini yediği şehre; hele hele “ele güne karşı”! Zaten şehirlerde değil Alaska’da hayat; doğada. Buraya da o gözle bakmak lazım. Bir başkent olması gerekiyormuş, burası olmuş.

Evet. Ekonomik nedenlerle satmış Ruslar Alaska’yı ama, kısmet işte, altın bulunmuş sonradan. Joe Juneau ve Richard Harris, ilk altını bulanlar burada, 1880 yılında; şehir de o zaman kurulmuş zaten. Aslında başkent olarak tasarlanmamış ama, eski başkent Sikka’da balina avcılığı ve kürk ticareti önemini yitirince; farklı bir arayış ile yıldızı yeni parlamış olan Juneau’ya nasib olmuş bu işlev, 1906 yılında.

Şu anda nüfusu 32 bin Juneau’nun, Alaska’nın en kalabalık üçüncü şehri. Öyle çirkin falan da değil bence; ama bir şey yok işte! Eteğine kurulmuş olduğu Roberts dağı ise yemyeşil. Hemen denizin kıyısındasın, arkan yemyeşil dağ, daha ne istiyorsun? Zaten bahsi geçen rehberin deyimi ile “Alaska’da şehirden kaçmak kolay; köşeyi dön, köprüyü geç, vahşi doğadasın”. Şehirde ne yapacaksın ki?

Roberts Dağı eteğindeki Juneau, Alaska
Juneau, Alaska

*

Gün boyu kalacaktı gemimiz Juneau’da. Aile bireyleri farklı etkinliler tercih etse de, benim planlarım arasında eski yöntem Altın arama, Izgara somon ziyafeti ve Roberts dağı’na çıkmak vardı.


Altın Arama ve Izgara Somon

Juneau’da ilk yaptığım aktivite idi, eski yöntem altın arama; “Gold panning” deniyor İngilizcede, “Tasla altın arama” bu. Gittiğimiz yerin adı da “Altın Deresi” (“Gold Creek”). Neredeyse otuz yıl olacak, California’da denemişliğim vardı bu tasla altın arama işini, ama neyi nasıl ve niçin yaptığımın pek farkında değildim o zaman. Bu sefer  eski günleri de yad ederek, ne olduğunu anlamaktı amacım.

Ağır bir madenmiş altın, bulunduğu ortamda dibe çökermiş... Ve bu derede de kumların arasında vardı altın, yıllar içinde ne kadar kaldıysa artık!

Rehberimiz önderliğinde başladık altın arama işine: Dere tabanındaki kumu biraz suyla beraber paslı demir kaselere alıyorsunuz. İleri geri hafif hafif çalkalıyorsunuz. Amaç, zaten ağır olan altını en dibe çöktürmek. “Neden paslı demir kase?” derseniz, paslı demire daha iyi tutunurmuş altın! Sonra, üstteki suyu ve toprağın bir kısmını atıyorsunuz. İçine tekrar su doldurup aynı işlemi birkaç kez tekrar ediyorsunuz, ta ki toprağın tamamını bitirene kadar... En sonunda dipteki altını görüyorsunuz.

Evet, aynen öyle yaptık. Ve de boş yok! Gruptaki herkes “eser” miktarda da olsa, altın sahibi oldu. Ne yapalım, büyük parçalar yıllaaar önce bitmişti! Hatıra niteliğindeki altın zerreciklerimizi, bir damlalık yoluyla toplayıp, minik tüplerimize aktardık, attık ceplerimize.

Altın Deresi, Juneau, Alaska
Altın aramada kullanılan paslı- demir kase;
Juneau, Alaska
Altın bulduğumun resmidir; Juneau, Alaska
Altıncıklarım; Juneau, Alaska


Evet, çocukça bir şeydi belki ama, merakımı gidermiştim; hem de Alaska’da “Altına hücum” döneminin başladığı bu yerde. Açık havada ızgara somon ziyafeti vardı peşine. Altın Deresi’nin başka bir tarafına gittik bu sefer. Adı da üzerinde, “Salmon Bake” (Somon Izgara) idi gittiğimiz yerin adı.

“Salmon Bake” (Somon Izgara); Juneau, Alaska

Dere kıyısında yeşillik bir alan. Girişte yanan kocaman bir ızgara ve kızılağaç odununun ateşinde pişen somonlar. Ortada masalar ve banklar, ayrıca açık büfe yemekler, ve bir kenarda canlı  “country music”. Büfede yöreye ait diğer yemekler; tavuk, elma dilim patates, mısır ekmeği, kamp ateşinde pişmiş kuru fasulye, yabani pirinç pilavı, kuskus, turşu, somonlu sezar salata, tatlı olarak yaban mersinli kek, ve ayrıca limonata. Hem öğle yemeğimi yemiş, hem de buralarda ne yenir, ne içilir biraz daha fikir sahibi olmuştum.

“Somon Izgara”, Juneau, Alaska
Odunlar (kızılağaç), “Somon Izgara”, Juneau, Alaska
Bir Alaska menüsü (Somon ızgara ve büfeden
birkaç çeşit yiyecek); Juneau, Alaska


Roberts Dağı ve sundukları

Altın arama ve somon ziyafeti bitmişti. Epeyce de zamanım vardı. Juneau’nun eteğine kurulmuş olduğu dağa, Roberts Dağı’na çıkmak  ve onun sunduklarını değerlendirmek vardı sırada. Geminin demirlediği yere yakın teleferikler var bu iş için;  550 metre yüksekliğe çıkarıyor sizi dağda ve görülebilecek çok şey vaad ediyor.

Bir kere Juneau’yu ve çevresini kuşbakışı gören bir manzara, yemyeşil bir ortam ve tertemiz bir hava.

Roberts Dağı’ndan manzara, Juneau, Alaska

*

“Lady Baltimore” ile tanışmak varmış kısmette. Bu bölgede endemik kuş türü, kel kartallar. İngilizce adı “bald eagle”; Türkçeye çevrilince “kel kartal”oluyor ama, kel değil. Gövdesi siyah olduğu halde başındaki tüyler ve kuyruğu beyaz olduğu için böyle bir ad almış. Büyükçe bir kuş; dişileri daha büyük olmak üzere, kanat genişliği  180-240 cm olurmuş. Kafanızda canlandırmaya çalışıyorsunuz belki ama aslında tanıyorsunuz; ABD’nin simgesi olan kartal bu, aşağıda resmini görünce hemen hatırlayacaksınız.

Yaralı ve uçamayan bir tanesi burada alıkonulmuş; işte “Lady Baltimore” o. Ateşli silah yaralanması! Kanadı sakat, sol gözü görmüyor; derinlik hissi olmadığı için avlanamıyor, kendi yiyeceğini temin edemiyor. Yazları Robert’s Dağı’nda… Bir “eğitim elçisi” olduğu bildiriliyor; demir parmaklıklar arkasında hem ziyaretçileri karşılıyor, hem de söylendiği üzere bakımı yapılıyormuş.


Lady Baltimore ("Bald eagle"- Kel kartal), 
Roberts dağı; Juneau, Alaska

ABD’nin de simgesi olan Kel kartal (fotoğraftan
fotoğraf), Roberts dağı; Juneau, Alaska

*

Bahsetmiştim daha önceki paylaşımlarımda; on bir farklı kültür yaşamış Alaska’da. “Tlingit”ler, Güneydoğu Alaska’da yaşayan yerliler. Tlingit halkını kendi ağızlarından anlatan on beş dakikalık bir film gösteriliyor belli aralıklarla, buradaki küçük bir sinema salonunda.  Alaska Yerlileri Derneği (“Native Alaskan Corporation”) tarafından hazırlanmış ödüllü bir film bu; “Seeing Daylight” adı, “Gün Işığını Görmek” yani.

Geyikler. Kazlar. Ayılar. Balıklar… Yabani sebzeler, meyveler… Doğayla bir denge tutturmuş, yaşıyorduk... Şarkı söylüyor, dans ediyorduk. Ağaç direklerini kazıyorduk. Önemli olayları kaydetmek; gelecek nesillere,  çocuklarımıza, torunlarımıza hikayelerimizi aktarmaktı amacımız... İki kabilemiz vardı; Kartal ve Kuzgun. Bu iki kabile birbirleri ile evlenirdi. Böyle tutturuyorduk dengeyi... Ve biz, bir denge içinde yaşarken, Ruslar geldi. Kürk için. Onlara karşı durduk durmasına ama, getirdikleri ve bağışık olmadığımız bulaşıcı hastalıklar ile öldü çoğumuz… Yüz yıl sonra gittiler. Bu sefer de Amerikalılar geldi. Altın için... Daha beterdiler Ruslardan. Adeta çıldırmışlardı. Altın için… Misyonerler, öğretmenler, valiler geldi... Totem direklerimiz yanlış anlaşıldı. Yakıldı. Yıkıldı…” diyorlardı.

Onların dillerini konuşamıyorduk. Kendimizi ifade edemiyorduk. Önce evde tuttuk çocuklarımızı… Sonra dillerini öğrenmeli, onlar gibi düşünmeliyiz dedik… Bizi tanımalarını ve saymalarını sağladık...” diye devam ediyordu belgesel, ve “Toprağımızdır, bizim için gün ışığını görmek”  diye bitiyordu.

İki kere izledim. Çok istedim, bulup da bir linkini bırakayım buraya, ama olmadı. Benim aklımda kalanlara yetineceksiniz; o anlatan barışcıl ses ve içinize işleyen görüntüler ve vurgular olmasa da…

Evet, bu vesile ile merak ettiğim ve araştırdığım bir konu oldu Alaska’da yerli hakları.

ABD’nin 1867’de Alaska’yı  satın almasından sonra, yerlilerin hak, iddia ve istekleri duyulmamış, anlaşmazlıklar yüz yıl boyunca süregitmiş. Arazi kullanımı, yazılı olmayan yasalarla geleneksel olarak yapılıyormuş, ve anladığım kadarıyla, topraklarından edilen yerliler, rezervasyon denilen toplama kamplarında kalıyorlarmış.

Alaska Yerli Talepleri Çözümleme Yasası (ANSCA; Alaska Native Claims Settlement Act), ancak 1971’de yürürlüğe girebilmiş. Bu yasa ile, Alaska yerlilerinin uzun yıllardır devam eden toprak sorunlarını çözüme ulaştırmak, bölgedeki ekonomik kalkınmayı teşvik etmek amaçlanmış ve toprak mülkiyeti yasal olarak halledilmiş.

1970’li yıllar Alaska yerlilerinin diriliş, dil ve kültürlerine sahip çıkış yılları olmuş, sonuçta. Okullarda okutulması yasak diller, bu yıllarda eğitim programına alınmış. Yerli toplama kampları kaldırılmış. Yerlilerin rahat nefes almaları sağlanmış... 

Anladım ki ancak ondan sonra bu belgeseli yapabilmiş ve o nedenle demişlerdi “Toprağımızdır, bizim için gün ışığını görmek”.

Direk filmi özetleyerek ve merakımı paylaşarak başladım konuya ama, film salonunda bizi karşılayan bir kadın vardı; Katherine Hope. Yerli motiflerini içeren yeleği ile orta yaşı çoktan aşmış, anne tarafından Tlingit olduğunu vurgulayan ve on yıldır burada gönüllü çalışan Katherine Hope. “Kültürel vasi” ve “ev sahibi” olarak nitelendiriliyordu. Film başlamadan önce kendisini tanıttı. Ellerimize tutuşturduğu küçük bir kağıtta yazılı bazı Tlingit sözcüklerini okuttu biz izleyicilere, yıllarca kullanamamanın acısını çıkartmak istercesine  ve gururla. Ve ilk sözcüklerin karşılığı ilginçti bence; “Be brave”, “Cesur ol!”

Bazı “Tlingit” sözcükleri
“Tlingit” rehber (Katherine Hope) ile,
Mount Roberts; Juneau, Alaska

*

Sinema salonu dışında, restoran, hediyelik eşya dükkanları ve yerli kültürüne ait eserleri görmek mümkündü, Roberts dağı’ndaki bu kapalı alanda.

Yerli motifleri ve el dokuması- Chilkat battaniyesi
(fotoğraftan), Roberts Dağı; Juneau, Alaska

*

Bir de malum, çok çeşitli ayılara ev sahipliği yapmakta Alaska. Yine burada, bu ayı türlerini ve boyutlarını karşılaştıran poster de epey eğlenceli oldu benim için!

Alaska’daki ayı türleri ve boyları, 
Roberts Dağı; Juneau, Alaska
Alaska’daki ayı türleri ve boyları (özçekim),
Roberts Dağı; Juneau, Alaska

*

Evet; teleferikten iner inmez içine düştüğüm, geri dönmeden önce havasını tekrar solumak istediğim muhteşem bir orman ve yürüyüş yolları

Ormanın, içinde bulunduğum tarafındaki ağaç gövdeleri önce yere paralel gidiyor, sonra göğe yükseliyor, bu da kendine özgü bir estetik sunuyordu.

Roberts Dağı, Juneau, Alaska

 Çok da severim yürümeyi, hele böyle güzel bir ortamda… Ama biraz gittim, bir tabela çıkmaz mı karşıma: “Bu noktadan sonra ayı ile karşılaşabilirsiniz!”. Benim için yeterince caydırıcı idi! Her ne kadar başka bir tabelada, ayı ile karşılaşma durumunda yapılacaklar uzun uzun anlatılmış olsa da, kısmet değilmiş!

İngilizce okumayı düşünenler, üşenmeyenler ve ayılı bir ortamı ziyaret etmek isteyip de dersini şimdiden çalışmak isteyenler için; “Ayıyla karşılaşınca yapılacaklar” tabelası ve listesi aşağıda, hediyemdir.

Tabela; “Ayı ile karşılaşınca yapılacaklar”; 
Roberts dağı, Juneau, Alaska


*

Tüm günü geçirdiğimiz Juneau’da ben zamanımı eski yöntem Altın arama, Izgara somon ziyafeti ve Roberts dağı ve sundukları ile değerlendirmiştim.

 Başka alternatifler de vardı tabii ki. Öncelikle ve özellikle Mendenhall Buzulu, ve buzulun erimesi ile oluşan kristal berraklığındaki Mendenhall gölü çok methediliyordu. Buzul hakkımı Anchorage’da kullanmış olduğumu düşündüğümden, hiç listeme almamıştım burayı. Kızak köpekleriyle gezmek de alternatifler arasında, daha önce olduğu gibi. Seçiminiz; ilginize, zamanınıza, daha önce yapmadıklarınız ve birkaç gün içinde benzerini yapmayı planlamadıklarınıza göre değişir.

*

Akşam saatlerinde demir alacağız Juneau’dan; üç ayrı limanda demirleyeceğiz peş peşe, üç ayrı gün.  Skagway’de Alaska’da Altına Hücum döneminden kalma nostaljik trenle Kanada’nın Yukon topraklarına doğru ilerleyecek, “Icy Strait Point”de balinaların peşine düşüp, ardından müthiş bir orman gezisi yapacağız. Sonrasında ise Alaska’nın ilk şehri olarak nitelendirilen Ketchikan’a varacağız. Eminim pek bir şey ifade etmiyor bu yer adları size. Benim için de bir şey ifade etmiyordu ilk okuduğumda, hatta aklımda dahi kalmıyordu; ama şimdi hafızamda iyice kazılı bu yerler, her biri kendine özgü özellikleriyle. Paylaşacağım sizlerle de. Skagway’de buluşmak, zamanının mühendislik harikası demiryollarında nostaljik buharlı trenle Altına Hücum yolculuğu yapmak üzere, şimdilik hoşçakalın. 

*

Bundan önceki Alaska yazılarım sırasıyla;

1- ALASKA YOLCUSU KALMASIN; İLK DURAĞIMIZ ANCHORAGE için, lütfen tıklayın

2- ALASKA; ANCHORAGE’DAN SEWARD’A için lütfen tıklayın

Bundan sonraki Alaska yazılarım sırasıyla;

4- ALASKA’DA ALTINA HÜCUM; SKAGWAY’DEN YUKON TOPRAKLARINA için lütfen tıklayın

5- “ICY STRAIT POINT”; ALASKA’DA DOĞANIN PEŞİNDE için lütfen tıklayın


17 Haziran, 2020

MEMNUNİYET ANKETİ YAPAN ÜLKE; BAHAMALAR


Bilmiyorum başka nereler uyguluyor ama, Kanada veya ABD olsun, Kuzey Amerika’da bir ülkeye giriş yapıyorsanız, gümrük formu doldurmak durumundasınız. Bahamalar’a girişte de var gümrük formu, pek detaylı soru da yok, ama gümrük formuna iliştirilmiş daha detaylı bir sayfa daha var ki, o da ülkeden çıkışta vermek için. Ne mi? Memnuniyet anketi.

Hizmet sektöründe alışık olduğumuz bir durum bu, ama bir ülkenin ziyaretçilerine uygulamasına ilk kez rastlıyordum doğrusu. Tabii ki doldurmak zorunda değilsiniz, ama geliş amacınız (deniz, golf, kumar, balık avlama, balayı…), hangi otelde, kaç gün kaldığınız, otelin temizliği, personeli, yemekleri, otel dışındaki temizlik, yemekler, taksi şoförleri, güvenlik hakkında ayrı ayrı sorular soruluyor ve sonunda yorumlarınıza baş vuruluyor. Ve deniyor ki; “Tek geçim kaynağımız Turizm, geri bildiriminiz bizim için çok önemli”.

*

Evet, Karayip denizinde 700 adadan oluşan bir ülke Bahamalar. Ve kışın özellikle güneş görmek isteyen Kuzey Amerikalıların tercih ettiği tatil beldelerinden bir tanesi.

Biz de madem Kanada’da yaşıyoruz ve uzun süredir deniz tatili yapmadık, “Hadi bakalım” dedik eşimle. Bir haftalık bir tatil planladık ve başkent  Nassau’daki Atlantis Oteli kestirdik gözümüze. Amaç, kış ortasında yaz tatili tabii ki; ama madem ilk defa gideceğim bir ülke, görebileceğim ne varsa görmeli, öğrenebileceğim ne varsa öğrenmeliydim. Hiç öyle macera- eğlence beklemeyin bu sefer, ama sadece benimle kalsın istemedim, sınırlı da olsa yaşadıklarım, öğrendiklerim. Evet, buyurun; Bahamalar hakkında merak etmediğiniz ne varsa burada; İlk izlenimler ve Bahamalar’a Genel Bakış, otel deyip geçmeyin ama Atlantis Otel, Bahamalar’da Yeme-içme ve olsa da olur olmasa da Nassau şehir turu.

*

İLK İZLENİMLER VE BAHAMALAR’A GENEL BAKIŞ

Şubat ayı idi gidişimiz; Aralık ve Mayıs ayları arasında öneriliyor bu bölge. Haziran başından, Kasım sonuna kadar kasırga tehlikesi var çünkü.

Toronto’dan Nassau’ya uçuş yaklaşık üç saat. Pek zevkli oldu benim için, karla kaplı topraklardan turkuvaz sularla çevrelenmiş adalara geçişi izlemek havadan…

Havalimanında gümrük kuyruğunda beklerken dinlediğimiz canlı müzik de güzel bir “Hoşgeldiniz” oldu. Ve böylesine bir durum da bir ilkti hayatımda, tıpkı dönüşte vermek üzere elime tutuşturulan memnuniyet anketi gibi.

Trafiğin soldan aktığına şahitlik ettim taksiyle otele giderken. Ama sürücü koltuğunun bazı araçlarda sağda, bazılarında solda olduğunu görecektim zaman içinde. Ve bu bende şaşkınlığa, taksilere nereden bineceğimi bilememeye yol açacaktı zaman zaman, karşıdan karşıya geçerken önce ne tarafa bakacağımı bilemediğim gibi…

Ve de Taksi Şoförleri… Bahamaların yıldızları bence; hepsi Gönüllü Turizm Elçileri. Onlardan öğrendiğim öz bilgilere, rehberli turda bile rastlayamayacaktım. Hepsi çok konuşkan, bilgili, kendileriyle barışık, neşeli, mutlu...

*

“Baha Mar” dan geliyor Bahamalar’ın adı; “Sığ Deniz” demekmiş “Baha Mar”. Yakınındaki karalardan, derin sularla ayrılan bir denizaltı yükseltisinin su üstüne çıkmış uzantıları imiş bu adalar; ve başta da söylediğim gibi 700 adet. Tüm ülkenin toplam yüzölçümü, Türkiye yüzölçümünün yüzde ikisi kadar bile değil. Sadece kırk kadar adada yerleşim var. Başkent Nassau, “New Providence” adası üzerinde.

Bahamalar (sarı ok); Google Earth işbirliği ile
       Bahamalar; Google Earth işbirliği ile

*

Kristof Kolomb keşfetmiş buraları 1492’de, ama Kolomb’un keşfettiği diğer bazı yerler gibi yerleşmemiş buraya İspanyollar. Yerleşmemişler ama,  şu anda Haiti ve Dominik Cumhuriyetinin bulunduğu Hispaniola adası madenlerinde çalıştırmak üzere yerli halkı götürmüş ve köleleştirmişler. Ve bir müddet sonra hiçbir yerli kalmamış buralarda yaşayan. 1640’tan 1728’e kadar korsanların yeri olmuş; sonrasında ise burayı korsanlardan temizleyen İngilizlerin. 10 Temmuz 1973’te ise bağımsız bir devlet haline gelmiş Bahamalar. Parlamenter sistem var şu anda; Temsili Başkan ise II. Elisabeth, İngiliz Devletler topluluğuna ait tüm ülkelerde olduğu gibi. Resmi dil de İngilizce. Ayrıca, trafiğin neden soldan aktığının da göstergesi bu öz geçmiş.

Ülkenin nüfusu 400 bine yakın, ve bu nüfusun yarısından çoğu Nassau’da yaşıyor.  Halkın büyük çoğunluğu ise, zamanında köle olarak getirilen Afrika kökenlilerden oluşuyor. Para birimi Bahama doları ve 1 Bahama Doları, tamı tamına 1 Amerikan doları eşdeğerinde.

Şu anda Amerika kıtasının en zengin üçüncü ülkesi durumunda Bahamalar, ABD ve Kanada’dan sonra. Ve turizm de malum en önemli gelir kaynağı.

 Mevsiminde, her gün en az bir gezi gemisi geliyor Nassau’ya. Sabah 6.00 gibi demir atıyor, 16.00 gibi de ayrılıyor limandan. Bu, hergün en az beş bin turistin şehre inmesi, gezmesi, belki yiyip içmesi ve alışveriş yapması anlamında. Mağazalar, hemen kıyıya paralel ve gemilerin demir attığı limana yakın “Bay Street” (“Sahil Yolu”) üzerinde. Akşam 17.00 gibi, yani erkenden kapanmaları ilginç gelmişti bana, ama gemiler demir aldıktan sonra gerek kalmıyor demek ki mağazaları açık tutmaya. Diğer turistler ise zaten otellerde…

*

ATLANTİS OTEL

Otel deyip geçmeyin, internetten tesadüfen seçtiğimiz, ama Bahamalar’ın gururu olduğunu sonradan fark ettiğim Atlantis Otel birkaç paragraf hak ediyor.

Başkent Nassau’nun bulunduğu New Providence adasının hemen bitişiğindeki, Cennet adası (“Paradise island”) üzerinde kurulmuş Atlantis Otel. Minik bir köprüyle geçiliyor Cennet Adası’na şehir merkezinden; ister yürüyerek, ister araçla. “Sir Sidney Poitier” Köprüsü, bu köprünün adı. Bilmem hatırlıyor musunuz bu ismi, Amerikalı siyahi aktör; meğer Bahamalar kökenli imiş. Çok genç yaşlarımda izlediğim, Türkçeye “Beklenmeyen Misafir” olarak çevrilen, başrolünü oynadığı “Guess who’s coming for dinner?” adlı filmi beni çok etkilemişti; beyaz bir kızın zenci doktor nişanlısını ailesi ile tanıştırmaya getirmesiyle gelişen olaylar…

*

Çok sempatik, esprili karşılandığımız malum otelde. Gelir gelmez, eşyalarımızı odaya atarak bir keşif turuna çıktık. Aman Tanrım, ne kadar büyükmüş! Dünyanın en büyük oteli herhalde diye düşündüm, ve tabii ki baş danışmanım Google’a sordum. Dünyanın en büyüğü değilmiş, ama yine de on sekizinincisi imiş yatak kapasitesi olarak, toplamda 3414 odası ile. Bahamalar için ise şöyle bir özelliği var: Devletten sonra en büyük işveren. İşte bu, ilginç bir bilgi oldu benim için! Evet Cennet adası Bahamalar’ın en popüler adası, bunun üzerindeki Atlantis Otel ise en popüler işletme.

“Royal at Atlantis” girişi; Bahamalar

Büyük büyük rakamlarla ne kafamı karıştırmak, ne de sizi yormak isterim, ama üzerinde bulunduğu adanın büyük bir kısmını kaplıyor otel. Mevcut 3414 oda, farklı adlar ve konseptlerdeki sekiz ayrı tipte otel binasına dağılmış durumda. Sayısız bar, kafe, restoran olduğunu söylememe gerek yok herhalde. Beş millik sahili, lagünleri, kendine ait marinası, on bir adet havuzu, su parkı, spa’sı, golf sahası, gece kulübü, casino’su, sinema salonu ile her yaştaki insana hitab ediyor.

Atlantis Otel; Bahamalar

“Royal at Atlantis”; Bahamalar

“Royal at Atlantis”; Bahamalar

“Royal at Atlantis”; Bahamalar

“Harbourside resort”; Atlantis Otel, Bahamalar

Bir de sanat galerisi gibi. Biz mevcut sekiz otel binasından “Royal at Atlantis”de kaldık; diğerlerini bilmem ama sırf bu binanın lobisi dahi tek başına bir galeri. Casino’su ise, ünlü cam sanatçısı Dale Chihuly’nin, “Güneş” ve “Ay” adlı eserlerine ev sahipliği yapmakta.

“Royal at Atlantis”; Bahamalar
“Royal at Atlantis”; Bahamalar
Dale Chihuly’nin “Güneş”i, 
“Royal at Atlantis” Casino; Bahamalar
Dale Chihuly’nin “Ay”ı, 
“Royal at Atlantis” Casino; Bahamalar


Otelin marinasını çevreleyen ve Marina köyü (“Marina village”) olarak adlandırılan bölümü ise renkli alçak  binaları, kaliteli mağazaları, restoranları ve yürüyüş fırsatı ile tatil köyü içinde ayrı bir tatil beldesi.

“Marina villlage”, Atlantis Otel; Bahamalar
“Marina villlage”, Atlantis Otel; Bahamalar

*

Evet, çok büyük. Evet, Bahamalar’da devletten sonra en büyük işveren. Ama, başka bir ayrıcalığı daha var Atlantis Otel’in; Dünyanın en büyük “Deniz Yaşam Alanı”na  (“Marine Habitat”) sahip olması. Denizlerde, okyanuslarda yaşayan canlılara ait bir hayvanat bahçesi, ya da daha doğrusu farklı bölümleri olan dev bir akvaryum gibi düşünebilirsiniz. 14 lagün, 250 tür ve elli bin okyanus canlısı! Geniş alana yayılmış bu açık hava müzesinde, bu canlıları görebilir, haklarında bilgilenebilir ve kimileriyle interaktif faaliyetlerde bulunabilirsiniz. Kimisi lagünlerde, kimisi deniz suyu içeren havuzlarda… Bizler ise camların arkasında, cam tünellerin içinde, ya da havuzların yanında. Yine de çoğunu görmemiş olduğuma eminim.

İnteraktif faaliyetler dedim; otelde yunuslara ayrılan ve “Dolphin Cay” olarak adlandırılan bölüm, Katrina kasırgasından kurtarılmış olan yunuslar ile deniz aslanlarına ev sahipliği yapıyor. Belli bir ücret karşılığında bu yunuslarla faaliyetlere katılmak mümkün. Buradan elde edilen gelirin “Atlantis Mavi Proje Vakfı”na (“Atlantis Blue Project Foundation”) aktarıldığı, bu vakfın ise mercan resiflerini korumaktan, deniz yaşamını iyileştirmeye kadar çeşitli faaliyetler yürüttüğü bildirilmekte.

Otelin bir takım imkanlarını, sadece kendi müşterileri ile değil, gezi gemileriyle gelen turistlerle de paylaştığını bir not olarak düşmek isterim buraya.

Ayrıca otelden düzenlenen tekne turları ile farklı adalara gitme ve oraları deneyimleme fırsatı var.

Lagün, Atlantis Otel, Bahamalar
Atlantis Otel, Bahamalar
Atlantis Otel, Bahamalar
Atlantis Otel, Bahamalar
Atlantis Otel, Bahamalar

*

BAHAMALAR’DA YEME- İÇME

Bahamalar’da yeme-içme deyince, bol deniz ürünü olacağını tahmin etmişşinizdir belki de; ben bunlara bir de baharat ekleyeyim.  

Istakoz, yengeç, karides ile “red snapper”, “mahi mahi” gibi belli bazı balık türleri başrollerde. Bahamalarda restoranlarda değişmez bir kurala şahit oldum. Ana yemeği seçiyorsunuz, yanına iki tanesini seçebileceğiniz garnitürler standart ve şu şekilde: Pilav, fasulyeli pilav, yöreye özgü fırında makarna, patates püresi, lahana salatası (“coleslaw”), muz kızartması (“plantain”).

Genelde Dünya mutfağını sunan otelde bulunmakla birlikte; hem değişiklik olsun, hem de yöreyi tanıyalım diye üç akşam yemeğini şehirde yedik.

İlki, taksi şoförlerinin önerisi ile,  Nassau’nun yerel restoranlar açısından en popüler yeri “Fish Fry”; Fish Fry’daki “Oh Andros” adlı restoran idi. Halkın burayı çok sevdiğine de şahitlik ettik. Neden sevdiklerini sonradan anladım; uygun fiyata bol kepçe lokantaları barındırdığı için. Bizim bitirmemize imkan olmayan kocaman tabaklar.

Oh Andros”, “Fish Fry”; Nassau, Bahamalar

Onun dışında eşimin internetten bulduğu iki ayrı restoran daha denedik. Bir anlamı var mı, ihtiyaç olur mu bilmiyorum ama buraya not olarak düşeyim yine de; birisi  deniz ürünleri ile ünlü “Poop Deck”, diğeri ise menüsünde deniz ürünleri, et, makarna barındıran İtalyan,  Ristorante Luciano’s of Chicago”. Çok kaliteli, başarılı ikisi de.

“Poop Deck”te yediğim, soğan, domates, kereviz ve baharatlı sos ile buğulaması yapılmış “mahi mahi” en favori yiyeceğim oldu; daha sonra da hiçbir mahi mahi fırsatını kaçırmadım.

Poop Deck’te ıstakoz, Nassau, Bahamalar
Poop Deck’te buharda “Mahi Mahi”;
Nassau, Bahamalar
“Mahi Mahi” sandviç; Atlantis Otel, Bahamalar

*

Bir de lokal yiyecekleri var; konk (“Conch”). Bu bölgede bolca bulunan bir deniz kabuklusu,  kızartması ve salatası oluyor. Kızartması gözümden kaçmış olsa da, salatası her yerde, her köşede; sırf konk salatası yapan büfeler var. Taksi şoförlerinden birinin nasıl bir şey olduğunu anlatırken dahi ağzının sulandığına, şehir turu yaparken aynı zamanda rehberimiz olan şoförümüzün mola sırasında yolda atıştırmalık hemen bir konk salatası edindiğine şahitlik ettim. O kadar seviliyor yani! Deniz kabuklusunun içinden çıkan hayvanın beyaz eti küçük küçük doğranıyor, limon ve portakal suyu sıkılıyor, kuru soğan, domates, biber; tropik türü istenirse mango ve ananas da ilave ediliyor. Gittiğim yerlerde lokal yiyecekleri denemeyi severim, ama buna cesaret edemedim; çiğ deniz ürünü ve çiğ soğan idi kaçındıklarım.
Taze "konk" salatası büfesi; Nassau, Bahamalar

*

NASSAU ŞEHİR TURU

Hep otel, hep otel nereye kadar, şehri biraz daha tanımalıydım. Yarım günlük rehberli şehir turu aldım.

Başlangıçta üç ayrı kale oldu gittiğimiz, zamanında korsanlardan korunmak için yapılmış. Kölelik zamanından kalan hikayeler dinledik buraları gezerken, ama çoğunu kaçırdım, kaçırınca da sıkıldım. Benim için bir anlamı olmadı, ama onların da gezdirecek fazla yerleri yoktu tahminimce.

Bayraklarındaki renkleri ve anlamlarını öğrenmek güzeldi; altta bulunan mavi denizi, üstteki mavi gökyüzünü, ortadaki sarı güneşi temsil ediyordu.Bunlara uzanan siyah üçgen ise, halkı

Bahamalar bayrağı
Nassau; Bahamalar

Bir başka bilgi ise; Nassau’da tüm devlet dairelerinin pembe, polislerle ilgili binaların ise yeşil olmasıydı. Pek neşeli geldi bana, resmi dairelerin pembe olması! Ama her pembe bina devlet dairesi olmadığı gibi, her yeşil de polisle ilintili değildi. Yani vatandaşın da istiyorsa bu renkleri kullanma hakkı vardı.

Parlamento meydanı, pembe parlemento binaları;
Nassau, Bahamalar

Bir başka ziyaret yerimiz ise “Kraliçe merdivenleri”. 1793-94 yılları arasında o bölgedeki kale kompleksinde, kölelerce inşa edilmiş merdiven; toplam 66 basamak. Kaleden Nassau’ya direk geçiş imkanı vermesi nedeniyle önemliymiş. Bu merdivenler daha sonra, 1837’den 1901’e kadar Birleşik Krallığı yönetmiş olan ve Britanya İmparatorluğunda köleliği sonlandıran, Kraliçe Victoria’ya atfedilmiş.

Kraliçe merdivenleri; Nassau, Bahamalar

Çikolata, Puro, Rom üretim yerlerine gittik. Hem bunları ürettiklerini göstermek, hem de satış yapmaktı amaç. Belki de sunacakları başka bir şey yoktu. Şarap üretiyorlardı, ama ne kadar mantıklı bilmiyorum, üzüm Fransa’dan geliyordu!

Puro sarımı; Nassau, Bahamalar
Rom; Nassau, Bahamalar

Buraya özgü bir ürünle daha tanıştık; “Romlu kek”. Ne kekle, ne alkolle fazla aram yoktur, sadece sosyal yiyici ve sosyal içiciyimdir; ama güzel bir kombinasyon olmuştu tattığımda. Hem kek yumuşak ve ıslak, hem de yuttuktan sonra  ağzınızın tavanında bıraktığı his güzeldi.

Nassau, Bahamalar

Bir de balıkçıları ziyaret ederek, yöreye özgü belli başlı deniz ürünlerini gördük. Mevsimi dışında ıstakoz avlamanın cezasının büyük olduğunu öğrendik; hapis ve tekneye el konulması gibi. Beni en heyecanlandıran ise adını çok duyduğum konk’ları görmekti. O kadar güzel ki renkleri, tablo olabilir fotoğrafları. Özel bir teknik isteyen, kabuğun içinden hayvanın etinin çıkarılışını ve çaktırmadan yukarıda tarifini verdiğim salata yapılışını gördüğüm yerdi burası.

Yengeç (“Spider crab”); Nassau, Bahamalar
Konk (“Conch”); Nassau, Bahamalar
Konk (“Conch”); Nassau, Bahamalar

Hepsi bu kadardı şehir turunda gördüklerimin. Pek doyurucu ve umduğum gibi değildi ama, yapmasam aklım kalırdı. Deniz, güneş, kum en değerli hazineleriymiş meğer!

*

Çok macera- eğlence beklemeyin demiştim, ama iyi bir tatil, dinlence oldu bizim için. Memnuniyet anketimizi de memnuniyetle doldurduk sonuçta. Ve sizlerle de paylaşmak istedim deneyimlerimi; hem ülke hakkında fikir versin, hem de olur ya Kuzey Amerika’da yaşıyorsanız, tatil beldesi olarak aklınızda bulunsun diye. Yok Türkiye’de ya da Türkiye’ye yakın iseniz; bizim Ege'miz var, Akdeniz'imiz var, buraları aklınızın ucundan bile geçirmeyin. Tabii kışın deniz- güneş- havuz ve biraz değişiklik canınız çekiyor, ve onca yolu ve zahmeti göze alıyorsanız, o başka!

Otelin linkini  buraya bırakıyorum, ilgilenenlere...

*

Bitirmeden önce otelde iken çok hoşuma giden ve fotoğrafını çekmiş olduğum panoyu paylaşayım sizinle. Şöyle yazıyor; “2020. Buradan güzel görünüyor”.  Şaka gibi, değil mi?

Bahamalar’da iken, hatta öncesinde duyuyorduk “Corona virüs” olgularını, ama döndükten sonra iş daha da ciddileşti ve beş hafta sonra Dünya Sağlık örgütü “Covid-19” pandemisini ilan etti. Uzun süredir evlerimizdeyiz. İlk yarısını hemen hemen geride bıraktığımız bu yılın, umarım ikinci perdesi dedikleri gibi olur. Hayal etmeye engel değil ama, öteledik tüm seyahat planlarımızı. Yine de içinizden gezme aşkı hiç eksik olmasın, hep keyifli gezileriniz olsun. Ama şimdilik biraz daha sabır. Sağlıcakla kalmanız dileğiyle...

“Marina Village”; Atlantis Otel, Bahamalar

*

KARAYİPLER ile ilgili diğer yazılarım;
BATI KARAYİPLER TURU yaptığım gemiyi anlattığım;