12 Mayıs, 2015

TORONTO, TORONNO


Normalde seyahat için öncelikli yerlerden biri olarak aklıma gelmeyecek olsa da, oğlumun üniversiteyi okumak için Toronto’yu ve Toronto Üniversitesini gözüne kestirmesi, Kanada’nın yaşanabilir bir ülke olduğu hakkındaki duyumlarımız ve araştırma sonuçlarımız ülkeyi merak etmemize ve alıcı gözüyle görmek istememize yol açmıştı. İşte Kanada’ya, Toronto’ya ilk gidişimiz böyle oldu, 2012 yazında... İkinci gidişimiz ise, iki yıl sonra, 2014 yazında gerçekleşti. Bu sefer amaç artık Toronto Üniversiteli olan oğlumuzu ziyaret, biraz daha gezmek ve biraz daha Toronto havası solumaktı. Eşim, kızım ve ben. Tabii ki, oğlum da oradaydı.

Kanada ve eyaletleri, şehirleri, gezilecek yerleri hakkında çok detaylı bilgilere ulaşmanız artık çok çok kolay, biliyorsunuz. Ben oralara girmeyeceğim. Burada kendi gözümden Toronto hakkında kısa bilgiler aktararak, yaptıklarım ve şehir içinde yapılabilecekleri paylaşmak istiyorum. Eee.. sonuçta ilki 7, ikincisi 13 gün olan toplam 20 günlük Toronto deneyimim var. Tabii ki bunu Toronto’da yaşayanlardan özür dileyerek söylüyorum, ama orada yaşayan oğlumun beni ayrıca aydınlattığını da saklamamalıyım.

Önce şunu sormak istiyorum?

Toronto’ya gitmek hiç aklınıza gelmiş miydi? Peki ya New York’a? Bir çok insan New York’u merak ediyordur ya da etmiştir eminim. Onu da görün, henüz görmediyseniz. Ama inanın Toronto’nun size vaad ettikleri hiç de az değil. Kimbilir belki de Toronto’da kendinizi daha güvende hissedersiniz, eğer buna inanmışsanız bizim gibi.

Toronto için öncelikle önerim konaklama yerinizi şehir merkezinde seçin. İlk Toronto otelimiz “Yonge street” üzerinde yer alan “Marriott downtown Toronto” idi. “Yonge street”, dünyanın en uzun caddesi. Binsekizyüz küsür kilometre. Yanlış yazmadım, yanlış da okumadınız. İnsanın aklı ermiyor, değil mi? Binsekizyüz küsür kilometre! Ancak, bir tarafının otoban şeklinde devam ettiğini öğrenince kafamda oturttum. Yoksa bir şehrin bir başından öbür başına bile olsa, bu mesafeyi bulmak mümkün değil.

Ankara’nın en uzun sokağı olan Başçavuş sokakta bir yıl oturmuşluğum vardı, ilkokul dörde giderken. Ama bir gün dünyanın en uzun caddesinin bir yerinde kalacağım hiç aklıma gelmezdi! Aslında bence “sözde” dünyanın en uzun caddesi, çünkü ilerleyen zamanda Kanadalıların biraz “En”lere meraklı oldukları ve “En uzun cadde” edinmek için de ellerinden geleni yapmış oldukları izlenimine kapıldım.

Neyse. Merkezde olmak iyidir. Birçok yeri yürüyerek gezmeniz mümkün. Ayrıca “Hop-on Hop-off” otobüs duraklarına da yakın olursunuz.

Biliyorsunuz değil mi “Hop-on Hop-off” otobüslerini? Adı çok hoşuma gidiyor: Hop-bin Hop-in. İstediğin zaman bin, istediğin zaman in. Kimileri tek katlı, kimileri iki katlı ve üstü açık. Şehrin önemli turistik yerlerinden geçerek “ring” servis yapıyorlar. Dünyanın hemen her turistik şehrinde var. Ben bugüne kadar çok yararlandım. Ya kulaklıktan bilgilendiriliyorsunuz, ya da canlı rehber var. Biletler bir, iki, üç günlük, bazen de haftalık olabiliyor. Siz işinize geleni alıyorsunuz. Genellikle gündüzleri aktif. Zaman çizelgesi ve şehrin haritası elinizde oluyor, hangi saatte nereden geçeceği, ilk ve son seferlerin ne zaman olduğu, gezilecek önemli yerlerin hangi duraklara yakın olduğu hep yazılı. İlgili süre içinde otobüse istediğiniz zaman biniyor, istediğiniz durakta iniyor, oradaki gezmek istediğiniz yeri tamamlayınca bir sonra gelen yeni otobüse biniyorsunuz.

Eğer bir şehre bir tur acentası ile gitmemişsek, rehberli bir şehir turu almamışsak ya da önden detaylı bir program yapamamışsak, genellikle ilk gün yaptığımız iş, o şehirde “Hop-on Hop-off” otobüs bileti alıp, şehir hakkında kaba bir ön fikir edinmek, o gün veya daha sonra gezmek istediğimiz yerleri detaylı gezmektir.

Toronto’ya gittiğimizde de ilk gün öyle yaptık. Buradaki otobüslerde canlı rehber var. Hem Toronto, hem de kabaca Kanada hakkında bilgilendiriyor sizi. Kanada’nın nüfusu 35 milyon, başkenti Ottawa biliyorsunuz. Eyaletlere bölünmüş. Toronto Ontario gölü kıyısında ve Ontario eyaletinin başkenti, beş milyonluk nüfusu ile de Kanada’nın en kalabalık şehri. Çok göçmen almış bir şehir. Nereden öyle bir izlenime kapıldım bilmem, ama oğlum Kanada’yı gözüne kestirene kadar, Kanada’nın tamamen frankofon olduğunu zannediyordum. Sonradan öğrendim yaygın konuşulan dilin İngilizce olduğunu. Evet, Kanada  İngiliz Devletler Topluluğunun bir üyesi ve sembolik başkanları ise “İngiliz Kraliçesi”.

Neyse... Biz “Dundas Square”den başladık gezimize. Bunun dışında otobüsün geçtiği yerlerden bende iz bırakan ve aklımda kalanlar şunlar: “CN Tower”,Rogers Centre”, “ROM”, “AGO”, “Bata Shoe Museum”Casa Loma”, Toronto Üniversitesi, “St. Lawrence Market” ve “Distillery District”.  Şu anda hiç birşey ifade etmiyor değil mi bu yer adları? Şimdi anlatacağım, bildiklerimi ve yaşadıklarımı paylaşacağım sizinle...

*

“Dundas Square”, yani Dundas Meydanı, Yonge caddesi ile Dundas caddesi kesişimindeki meydan. New York’daki “Times Square” ile benzer fonksiyonlara sahip.  Bir çok sosyal etkinliğin yapıldığı yer, her dakika yoğun olsa da özellikle hafta sonları daha aktif. Konserler, gösteriler, müzik aleti çalanlar, bağış toplayanlar, din propagandası yapanlar... Sürekli bir hareket, renklilik  ve kalabalık...
  
Toronto, Dundas Meydanı (gece)
                                              
 
Toronto, Dundas Meydanı, Eaton Alışveriş Merkezinin hemen karşısında bekleyen Hop-on Hop-off Otobüsü (City Sightseing)
Toronto, Dundas Meydanı

Toronto, Dundas Meydanı

Toronto, Dundas Meydanı


  Dundas Meydanı’nın hemen yakınında “Eaton” alışveriş merkezi var, orjinal adıyla “Eaton Centre”. Bir şehrin turistik yerlerinden bahsederken AVM ile giriş yapmak istemezdim ama, madem Dundas Meydanı dedik, “Eaton”ı atlamak olmazdı, çünkü Toronto’nun en popüler AVM’lerinden bir tanesi ve merkezi olması nedeniyle de epey vakit geçirdiğimiz ve geçirilebilecek bir yer. İçinde kimisi bizim Türkiye’de de aşina olduğumuz bir çok mağaza var.

Mağazalar içinde benim için değişik olan genellikle spor giysiler satan “Roots” idi, Kanadalı bir zincir. Ama en favori mağazam ise yine bir Kanadalı olan “Indigo” oldu.

Indigo, bizdeki D&R benzeri bir mağaza. İki katlı, kocaman. Kitap, dergi, DVD, CD, hediyelik eşya, ev dekorasyon malzemeleri, ama hepsi çok güzel. İçeri girdiniz mi çıkmak istemiyorsunuz. Yani ben öyleyim. İndigo’nun içinde bir de “Starbucks” var, ki Türkiye’de hiç mi hiç meraklısı değilimdir, ama gezip gezip orada dinlenmek, yoğurdumu ve meyvemi yemek çok iyi geliyordu. Evet, kahveyle pek aram olmadığı için tercihim genellikle bu yönde oluyordu.

Toronto, Eaton alışveriş merkezi içindeki Indigo mağazasının merdivenleri (Kanadalı ünlülerin adları yazılı... Ve kocaman not düşülmüş: “Dünyanın daha çok Kanada’ya ihtiyacı var”)

*

“CN Tower”, yani “CN” Kulesi, Toronto’nun en ünlü yapısı, hatta simgesi diyebiliriz. Tur sırasında yakınında inip, kuleye çıkabilirsiniz. C ve N harfleri  “Canada National” (Kanada Ulusal) sözcüklerinin baş harfleri. “CN Tower”,  hem ülkenin demiryollarının başlangıcı, hem de verici istasyonu. 1976-2010 yılları arasındaki 34 yıl boyunca “dünyanın en yüksek yapısı” ünvanını korumuş. Yüksekliği 553.33 m.

Evet, beş yıl önceye kadar dünyanın en yüksek yapısı Toronto’daki CN Tower’mış. 2010 yılında ise  bu ünvanını Burj Dubai’ye kaptırmış. Yine de Kanadalı tur rehberleri, tepede bir de restoran olması nedeniyle “CN tower”ın halen “dünyanın şarap içilen insan yapımı en yüksek noktası”, ya da “Batı yarımküredeki en yüksek yapı” olduğunu söylüyorlar.

Toronto, "CN Tower"

Biz kuleye çıkmak için oldukça uzun bekledik. Şehri tepeden gördük görmesine de, bana göre pek de olağanüstü değildi. Ya da kalabalık, çok bekleme, yorgunluk, puslu hava ve kirli camlar böyle hissetmeme neden oldu. Ontario gölü ve üzerindeki Toronto şehrine ait adalar ile kıyıda bol bol yer alan yüksek binalar ve inşaatları dikkati çekiyordu. 

Dünyanın en yüksek kulesini ya da binasını yapmak prestijli olabilir. Yıllar önce buraya çıkıp şehre kuşbakışı bakmak da belki değişik olabilirdi, ama “Google Earth” ile bu işi o kadar çok yapmışım ki, artık sıradan geliyor. Siz yine de bana aldırmayın, sıradan dediğime de bakmayın, gördükten sonra böyle konuşmak kolay. Tabii ki dünyanın insan yapısı sayılı yüksek mekanlarından birinin olduğu şehre gelip de burayı görmemek, ve de çıkılabilecek en yüksek noktasına çıkmamak olmazdı ve de olmaz.

Toronto’ya ilk kez gidiyorsanız, kalabalık bir sezon ise çıkış için size önerim, saatlerce beklemek yerine, direk kulede yer alan restorana rezervasyon yaptırıp, beklemeden paşa paşa çıkıp, keyifle ve afiyetle yemeğinizi yerken Toronto’yu kuşbakışı gözlemlemeniz. Bir kez görmek de bence yeterli. İşte bu fikrimde ısrarcıyım.

Toronto, CN Tower'dan şehrin batısı

*

 “CN Tower”ın hemen bitişiğinde Rogers Centre yer alıyor. Kuzey Amerika’da üstü açılıp, kapanabilen tek spor sahası. Hem beyzbol, hem futbol oynanabiliyor. Toronto beyzbol takımının adı “Blue Jays”. Kanada’da başka beyzbol takımı yok, Amerikan liginde yer alıyorlar. Zaten basketbol ligleri de Amerika ile ortak bildiğim kadarı ile. Rogers Centre’ın içini gezmek henüz mümkün olmadı ve henüz bir maç izlemedim. Ama çoğunu oğlumdan aldığım bu bilgileri de spor severlerle paylaşmak isterim. İlk fırsatta ben de değerlendireceğim.

*

 Toronto’da yapılacak güzel işlerden birisi de göl kenarında gezinmek ve adalara gitmek. “CN Tower” ve “Rogers Centre”ı gördükten sonra göl kenarına kadar yürüyerek gidebilir ve göl kıyısında gezinti yapabilirsiniz. Ayrıca buradan tekne ile adalara gitmek mümkün. Adalar kıyıya oldukça yakın. Yemyeşil. Bazı tekneler sizi adaların çevresinde gezdiriyor, uzaktan şehrin o ünlü silüetini görüp, fotoğraflayabiliyorsunuz.  Ama mevsim uygunsa, vaktiniz de varsa adalara gezme ya da yüzme amaçlı gidebilirsiniz. Plajı var. Toronto’luların yazlık evleri ve tekneleri de yer almakta burada.

Ontario Gölü'nden Toronto şehrinin silueti

Toronto adaları

Toronto adaları

*

 Toronto’ya hemen en yakın adada ise küçük bir havaalanı var. “Billy Bishop” havaalanı. Şehir dışındaki Pearson Uluslararası Havalimanından farklı, ayrı bir yer, bir şehir içi havaalanı. Bu havaalanının olduğu adaya feribotla geçiliyor, binmeniz ve inmeniz bir oluyor. Biz geçtik. Bu da dünyadaki tarifeli en kısa feribot seferi. Mesafe 121 metre, varış süreniz 90 sn. Kanada ve ABD’de 20 kadar şehre uçuluyormuş. Çok pratik, çok hızlı. Şu sıralar sadece yaya ulaşımı için suyun altından bir de geçit yapılıyor, çok yakında da hizmete girecek bildiğim kadarı ile.

CN Tower’dan Toronto adalarının bir kısmı, sağda da Billy Bishop havaalanının pistinin uzantısı
Toronto, Ontario Gölü kıyısında, tek ayak üzerinde bir martı

*

Hem “Hop-on Hop-off” otobüsleri güzergahında, hem de oteliniz şehir içindeyse yürüme mesafesinde yer alan muhteşem müzeler var.

Bunlardan ROM, (“Royal Ontario Museum”; Ontario Kraliyet Müzesi) Kuzey Amerika’daki en büyük müzelerden birisi. “Natural History and World Cultures”, yani “Doğal Tarih ve Dünya Kültürleri” müzesi. Bir günde bitirmek mümkün değil. Ben ilk gidişimde bir kısmını gezebilmiştim ve aklım kalmıştı. İkinci gidişimde tamamladım, ama defalarca gezilebilinir. Bir yandan doğayı keşfediyorsunuz, bir yandan da dünyayı gezer gibi, tüm kültürlerin içine giriyorsunuz, rengarenk.

Çok güzel bir de müze mağazası ve mağazada çok güzel hatıra ve hediyelik eşyalar mevcut. Müzeyi gezer gibi gezmek mümkün burayı da. Benim en favori ürünlerimden birisi taşlar oldu. Müzeyi gezerken de, satın almak için de. Hem kendime, hem arkadaşlarıma bu taşlardan aldım, Toronto’dan İstanbul’a epey taş taşıdım yani. “Agate” diyorlar, Türkçe “akik” olarak geçse de bizim bildiğimiz akik değil, topraktaki minerallerin farklılığına göre farklı renkler almış taşlar ya da “kaya parçaları” mı desem bilemedim. Mavi, yeşil, pembe, mor...

   Bu müzenin en yadırgadığım tarafı kafeteryası oldu. O kadar şık, o kadar zengin, o kadar muhteşem bir müze ki, tam bir fabrika yemekhanesini andıran kafeteryası ile büyük çelişki gösteriyor. Self servis, tamam. Değişik damaklara hitab edebilen pratik yemekler var, tamam. Ama kocaman soğuk bir mekan, uyduruk masa ve sandalyeler, tangur, tungur sesler eksilmiyor, hemen ye, hemen kalk niteliğinde. Oturup çayınızı veya kahvenizi keyifle yudumlayabileceğiniz, o kadar büyük müzeyi gezerken arada keyifle dinlenebileceğiniz bir ortam bulamadım.

Toronto, ROM’un dışı; bir kısmı kiremit renkli eski bina iken, bir kısmı modern (Tümü kadraja sığmamış)
Toronto, ROM
Toronto, ROM
Toronto, ROM
Toronto, ROM

*

Bir diğer müze AGO (“Art Galleria of Ontario”; Ontario Sanat Galerisi). Kuzey Amerika’daki sayılı büyük sanat galerilerinden birisi. Çok geniş, ferah ve huzurlu bir ortam. Giriş katının altı tekne modellerine ayrılmış. Resim, heykel dalında çağdaş ve klasik sanat eserleri yanında, tuvalet dahil her yerde sanat ile ilgili güzel sloganları ile pozitif enerji veriyor insana. Buranın da mağazası çok güzel. Yemek yenilebilecek bir mekan olmasa da, keyifle çayımı yudumladığım oldukça ferah, sade bir şıklıkta, caddeyi yüksekten gören huzurlu bir ortam mevcut.

Toronto, AGO, Alt kattaki tekne modellerinden bir tanesi

Toronto, AGO

Toronto, AGO

“Sanat Terapidir”, AGO, Toronto

Toronto, AGO, Tuvalet aynalarının üzerindeki bir yazı (“Sanat sanat için değil, sizin içindir” diye Türkçeleştirsem, umarım yanlış olmaz)

Toronto, AGO, Mağazada satılan bir kitabın kapağı, çok sevimli geldiği için fotoğrafladım (Su altı köpekleri)

*

 Bir de sempatik mi sempatik Bata Shoe Museum var ki sormayın, “Bata” ayakkabı müzesi. Yarım saat ayırmanız yeterli. Dünya tarihinde yer almış değişik ayakkabılardan, Madonna, Elton John gibi ünlülerin giymiş olduklarına kadar çeşitli ayakkabılar sergilenmekte.  ROM ile aynı cadde üzerinde, bence kaçmaz.

Toronto, “Bata” Ayakkabı Müzesi

Toronto, “Bata” Ayakkabı Müzesi; çıkışta denemeniz için ayakkabılar

 Ama müzeler bunlarla sınırlı değil tabii ki. İlgi alanınıza, zamanınıza göre çok farklı müze ve etkinlikler mevcut. Ben gezme önceliğini bunlara verdiğim için şimdilik ancak bunları paylaşabiliyorum.

*

Tarihi Distillery District de çok farklı ve özel bir bölge. Eskiden içki fabrikalarının olduğu bir yer. Binalar, yerler kiremit renkli, göz yormayan bir sadelik ve güzellik. Zaten çok severim taba rengini. Bölgeye geldiğinizde farklı bir dünyaya girmiş gibi oluyorsunuz. Sanat galerileri dolu. Gündüz bu galerileri gezip, akşam da restoranlarında yemek yiyip, ‘pub’larında birşeyler içebilirsiniz.

Ben bir gündüz tek başıma galerileri gezdim içim burularak, yalnız olduğum için üzüldüm. Buradan çok zevk alacaklarını bildiğim, birlikte gezdiğimiz ve burada da çok şey paylaşacağımıza inandığım arkadaşlarım ne yazık ki yanımda yoktu! Aynı duyguyu müzeleri gezerken de hissetmiştim. Kendi kendime kulaklarını çınlatarak, bir gün onlarla da gezmeyi hayal ederek tamamladım turumu.

Gündüz çorba içecek bir yer aradım, bir tane buldum, “Havuç-zencefil çorbası var, ama soğuk” dediler, kabul ettim. Amaç biraz da oturup soluklanmaktı. Ama o ne? İlgili malzemeler katı meyve sıkacağında sıkılmış gibi, ya da belki de öyle, bardak yerine yanında bir kaşıkla kaseye konmuştu. Ben onu bardaktan da içerdim ama olsun, kaşıkladım. Şartlara uyacaksın.

İki akşam da yemeğe geldik bizimkilerle, “Pub”ları, restoranları genellikle akşamları aktif gibi. Buradaki akşam yemeği deneyimlerimiz de süper değildi, ama idare ettik.

Distillery District’te ayrıca gündüzleri ‘Ginger’ kullanma kursları var, şahit oldum, ama henüz denemedim. Dikkat, “henüz” diyorum, bir dahaki fırsatta herşey olabilir yani!

Toronto, Distillery District

Toronto, Distillery District

Toronto, Distillery District

Toronto, Distillery District, Ginger kullanma kursu

Toronto, Distillery District

Toronto, Distillery District’te Rubik küplerinden yapılmış resimler

Toronto, Distillery District’te soğuk havuç-zencefil çorbam

*

Lütfen Toronto’ya gidip de Toronto Üniversitesi’ni görmeden dönmeyin. Şehir içindeki kampüsten bahsediyorum. 1827 yılında kurulmuş üniversite. Yeşiller ve çiçekler arasında eski taş binalar.

Tabii bu ana kampüs dışında binalar şehir merkezine de yayılmış durumda, ayrıca şehrin dışında da kampüsleri var. Kimi eski binaların yanında yeni modern binalar, ama öyle uyumlu yapılmış ki hiç gözü tırmalamıyor. Ya da belki ben pozitif bakıyorum. Yaklaşık 150  ülkeden kabaca 70 bin lisans, 15 bin yüksek lisans öğrencisi var. Dünyada ilk yirmiye girmiş bir üniversite olduğunu da hatırlatmakta fayda görüyorum.

Toronto Üniversitesi

Toronto Üniversitesi

Toronto Üniversitesi

Toronto Üniversitesi

Toronto Üniversitesi

Toronto Üniversitesi

Toronto Üniversitesi
Toronto Üniversitesi

Toronto Üniversitesi’nin şehir içindeki bir binası

***

Bir başka turistik mekan Casa Loma. Ben şimdilik sadece uzaktan dışını gördüm, ilginç bir hikayesi var. Bir sonraki sefere içini de gezmeyi ve hikayesini de o zaman anlatmayı umuyorum.

Casa Loma

*

Toronto’da, “National Geographic” tarafından Dünyanın 1 numaralı yiyecek marketi ilan edilen “St. Lawrence Market” i de görün, vaktiniz varsa. Aslında orada yaşayanlar için güzel bir pazar. Ben ikinci gidişimde ziyaret edebildim. İki katlı kocaman bir mekan. Farklı kültürlere ait yiyecekler de çok dikkat çekiyor. Lütfen siz de gidin ve orada olmayan bir yiyecek bulursanız bana söyleyin. Yok yok. Mekan haftanın bir günü de bit pazarı olarak kullanılıyor. O da ilginç olabilir.

Toronto, St. Lawrence Market

Toronto, St. Lawrence Market

*

Biliyorum, bir bahane olmadan yine de Kanada’ya, Toronto’ya gitmez insan. Dediğim gibi benim de hiç aklıma gelmezdi. Farklı deneyimler de yaşadım... Sokak festivallerine tanık oldum, adım adım gezdim bazı caddelerini, derin derin soludum havasını... Ancak, şehir içinde gördüğüm turistik diyebileceğimiz yerlerden ve şehirde yapılabileceklerden bahsetmek istedim şimdilik.  

Toronto, Yonge caddesi başları

Toronto, Bir Sanat ve Tasarım Okulu olan OCAD (Ontario College of Art and Design University) binasının girişi

Toronto, yürüyüş yaparken tesadüfen keşfettiğim bir park ve sera; “Allan Conservatory Gardens”

Toronto, “Allan Conservatory Gardens”
(seranın içinden bir bölüm)

Toronto, “Allan Conservatory Gardens”

Toronto, “Allan Conservatory Gardens”

Toronto, “Allan Conservatory Gardens”

Toronto, Çin mahallesi

Toronto, Çin mahallesi

Toronto, akşam üzeri şehir merkezinden bir görüntü

*

Şehir dışı deyince... Toronto’ya kara yoluyla bir buçuk saatlik mesafede Niagara şelaleleri var. Dünyanın en büyük şelalelerinden. Toronto’da bir gününüz bile varsa, Niagara’ya gidin. Ya da Niagara’ya gitmek için Toronto’ya gidin. Ayrı bir bölümde paylaşacağım sizlerle Niagara’yı.

Bir de eğer hız trenlerine (“roller coaster”) meraklıysanız ya da meraklı evlatlarınız varsa, önerim Canada’s Wonderland. O da yaklaşık bir saatlik mesafede. Ben gitmedim, “motion sickness” dediğimiz iç kulakla ilgili bir denge problemi yaşıyorum bu tür aletlerde. Ama eşim ve çocuklar hep değerlendirirler burayı.

*

Yalnız bir konuda uyarmak istiyorum. Toronto’ya benim her iki gidişimde de aylardan Ağustos idi. Havalar bayağı İstanbul’daki gibiydi. Yaz gibi yaz yani! Ama kışları –20 santigradlarda olduğunu, kış gibi kış (!) olduğunu hatırlatmak isterim. Zaten Kanada’nın soğuğunu bilmeyen yok. 

Ben henüz deneyimlemedim, ama yerin altında, özellikle de şehir merkezindeki plazalarla bağlantılı, otuz kilometreden uzun bir de tünel ve yaşam alanı olduğunu hatırlatmak isterim. Oğlumun deyimi ile hiç Toronto havası solumadan Toronto’da yaşamak mümkün yani.

*

Evet. Toronto deyince aklımda kalanlar bunlar. “Toronto’yu anladık da peki ya ‘Toronno’ ne?” derseniz, o da Torontoluların şehrin adını telaffuz şekilleri.  Toronto’da ikinci “t” yok yani: Toronno! Turist ya da göçmen olduğunuzu çaktırmak istemiyorsanız aman telaffuza dikkat. TORONTO değil, TORONNO!

Daha var paylaşılacaklar, ama şimdilik bu kadar. İndigo’da satılan kupalardan birinin üzerindeki slogan çok hoşuma gitmiş, fotoğrafını çekmişim; paylaşayım sizinle: “Life is a Story, Make yours a Best Seller”. Evet, "Hayat bir hikaye, sizinki çok satanlardan olsun". Sağlıcakla kalın...
     
HAYAT BİR HİKAYE, SİZİNKİ ÇOK SATANLARDAN OLSUN!
     
     *

Kanada ile ilgili diğer yazılarım;

TORONTO’DA YEME-İÇME için lütfen tıklayınız

TORONTO KAZAN, BEN KEPÇE; Günlerden MAVİ BALİNA için lütfen tıklayınız

TORONTO KAZAN, BEN KEPÇE; Günlerden STRATFORD FESTİVALİ için lütfen tıklayınız

VANCOUVER; - “YİNE BEKLERİM” için lütfen tıklayınız

MONTREAL’DE SONBAHAR için lütfen tıklayınız


7 yorum:

  1. Diler hanim;
    Gezi yazinizı keyifle okudum. Akıcı ve yer yer nükteli anlatımınız çok hoş. Hem merak ettim hemde görmüş gibi oldum. Bir sonrakini sabırsızlıkla bekleyeceğim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Ayşe Hanım, beni yüreklendirdiniz. Bu yazı birazcık fikir verip, birazcık da keyif kattıysa size, ne mutlu bana. Sağlıcakla Kalın:)

      Sil
  2. Kendimi Google Earth'de geziyormuş gibi hissettim! :) Güzel anlatım, güzel resimler! Keyifle okudum ve okumaya devam edeceğim ;)

    YanıtlaSil
  3. Ne mutlu bana:) Her türlü yorum benim için çok değerli. Teşekkür ediyorum. Sevgilerimle:)

    YanıtlaSil
  4. Diler Ablacığım,
    Bu yıl çocukların devam edeceği yaz okulunun Kanada'da da bir merkezi vardı. Ama ben yine Ametika'yı tercih ettim. Bir sonrakine Kanada'yı deneyeceğiz sanki vu yazınızla😄 şahane anlatmışsınızdır. Biz Rochester'da olduğumuz yaz gitmiştik Niagara'ya. Oradan da Buffalo 1,5 saat kadardı. Poyraz henüz 13 aylıktı. Tüm gün bize Kök söktürten oğluş, tam teknede mavi poşet yağmurluklar içinde ve şelaleye en yakın noktada, o dehşetengiz ses içinde, uyudu!😄büyün fotoğraflarda ben iki büklüm kucağımda uyumuş Poyraz ile😄😄😄 ne şahane anıları canlandırdınız, 8 sene öncesini hatırladım bu sabah, yüzümde gülücükler...
    Yeni yazınızı dört gözle bekliyorum...

    YanıtlaSil
  5. Ayça'cım,
    Orası veya burası... Pek fark etmez bence. İnsan yeni ne görse, ne deneyimlese güzel:) Ben keyifli bir yaz okulu diliyorum size...
    Amaaa.... Laf aramızda...Kanada tarafı da çok güzel Niagara şelalelerinin... Şirin bir de kasaba var: Niagara-on-the lake.. Önerilir...
    Teşekkür ediyorum. Sevgilerimle... Diler

    YanıtlaSil
  6. Diler hanım ilgiyle okudum yazınızı, teşekkürler. Zor kararlar öncesi bana çok şey kattı. sevgiler,
    Ayfer

    YanıtlaSil