09 Haziran, 2015

VENEDİK'TEN SONRA... SİRMİONE VE VERONA



Nerede kalmıştık?

“Sirmione’da buluşmak, oradan da Verona’ya gitmek üzere şimdilik hoşça kalın”  demiştim en son size, “Taze Taze Venedik”  başlıklı yazımda.

Piazzale Roma’dan teslim aldığımız kiralık araba ve navigasyon cihazımızla Özgürlük Köprüsü’nden geçerek ana karaya bağlanmış ve öğle sularında ayrılmıştık Venedik’ten.

Gitmeden önce araştırmıştım, Venedik-Verona arası 110 km, aslında tren de var. Verona- Sirmione arası ise 30 km, bunun için de otobüsler var. Bilginize... Ama biz Sirmione’a direk gitme, bölgede rahat dolanabilme umuduyla araba kiralamayı tercih ettik. 

Yaklaşık 2 saat kadar sürdü yolculuğumuz. Öğleden sonra Sirmione’daydık.  Hani şu Garda gölünün güneyindeki Sirmione’da.

Garda gölü, İtalya’nın kuzeyinde İtalya’nın en büyük gölü. Boyu 50 km, eni ise 17 km. Alplerdeki buzulların erimesiyle oluşmuş, buzul çağının sonlarında...

Sirmione ise Garda gölünün güneyinde, gölü ikiye bölecek şekilde yukarıya doğru uzanan ince bir yarımada olan Sirmio yarımadası üzerinde yer almakta. İlk olarak, MS 1.yy.da zengin Romalılar yerleşmişler buraya. 1405-1797 yılları arasında Venedik Cumhuriyeti sınırları içinde yer almış, 1810’da ise Birleşik İtalya’ya katılmış Sirmione.

Bu ince yarımadanın ortasından geçen bir yolla ilerledik kasabanın merkezine doğru. Yolun etrafında ağaçlar, çok da bitişik olmayan büyük evler dikkati çekiyordu. İlerledikçe güzel bir tatil beldesinin varlığını hissetmeye başladık.

Sirmione’a ilerleyen cadde

*

   Otelin bulunduğu bölgeye girişte bir bariyer  koymuşlar, rezervasyonumuzu otelden konfirme edip, öyle aldılar bizi içeri.

İçeride oldukça dar sokaklar, bir kısmı gidiş, bir kısmı geliş olarak ayarlanmıştı. Aslında hiç araç olmasa daha da hoş olurmuş bence. Biraz ilerleyince otelimize ulaştık.

Hotel Flaminia. Hemen gölün kıyısında. Sevimsiz bir resepsiyonist dışında herşey çok sevimli idi. Girince kendimi memleketimde hissettim. Niye mi? Dekorasyon yüzünden. Fotoğraflara bakınca bana hak vereceksiniz. Sizce de o halılar, kilimler Türk değil mi?

Sirmione, Hotel Flaminia
Sirmione, Hotel Flaminia

*

Ortaçağ’dan kalma kalesi ve kaplıcaları ile ünlü Sirmione. Oldukça küçük, turistik, şirin mi şirin, sekiz bin nüfuslu bir kasaba. Tamamen yürüyerek gezebileceğiniz bir yer.

Biz zaten alışmışız iki gündür yürümeye, her zamanki gibi, eşyaları içeri attık, kendimizi dışarı. Şansımıza bu gezide hava hep güzeldi. O gün de öyle, tam bir ilkbahar havası... Ne bunaltan bir sıcak, ne üşüten bir soğuk... Ilık mı ılık... Otelin yanında durup soluduk biraz göl havasını, peşine pratik birşeyler atıştırdıktan sonra da birkaç yüz metre ötedeki kalenin yanına geldik.. 

Sirmione, Hotel Flaminia yakınları

*

  “Castello Scaligero”. Kalenin orijinal adı bu. 13.yy da yapılmış, stratejik bir konumda. Hendek ile çevrili, zincirle açılıp-kapanan köprüsü var, hani şu filmlerde gördüğümüz gibi.  Surların bitişi çok estetik, dümdüz bir çizgi şeklinde değil de, boyu biraz kısaltılmış lale gibi sonlandırılmış uçları, o dönemin özelliği belki de.

İçine giriliyormuş, hatta manzara da çok güzel ve ünlüymüş. Akıl edemedik biliyor musunuz? Yanımızda çocukların eksikliği hissediliyordu. Onlar olsa hiç bu kaleyi fethetmeden döner miydik acaba? Yedek akıl şart. Gençlerin aklı ve merakı, her zaman lazım!

Kalenin hemen yanında küçük bir kilise var, 12. yy dan kalma, şöyle bir bakıp çıktım.

Sirmione, kale

Sirmione, kale
Sirmione, kale

Sirmione, Garda gölü
Sirmione

*

Sonra kasabanın güneyine, yani giriş yaptığımız taraflarına yürüdük. Başınızı kaldırıp bakmak aklınıza gelmez belki ama ağaçların altından geçerken, bir kuşun sesi sizi cezbediyor, kafanızı kaldırıp bakıyorsunuz, kendi başına şakıyıp duruyor. Ayrıca gölde ördekler, çeşit çeşit kuşlar... Hayatlarını yaşıyorlardı sakin, telaşesiz..

Ne ağacı olduklarını bilmiyorum ama yeni budanmış ağaçlar çok estetik görünüyordu, kasabanın her yerinde... Girdiğimde dikkatimi çeken ilk şirinlik de bu olmuştu zaten.

Sirmione
Sirmione, ve güzel ağaçları
Sirmione

Sirmione
Sirmione, dalda şakıyan bir kuş
Sirmione, Garda Gölü
Sirmione, Garda Gölü'nde ördekler

*

   Güneye doğru yeterince açıldığımızı düşündükten sonra geri merkeze döndük. Her ne kadar kahveyle aram olmasa da, oturup dinlendik ve birer kahve içtik. İtalya’dayız sonuçta, bir “cappuccino” içmeden dönmek olmazdı.

Bu dinlenme sonrası sıra yarımadanın kuzeyine, yani ucuna doğru yürümeye gelmişti. Sayıları gittikçe artan zeytin ağaçları ve yarımadanın en sonunda denk geldiğim erguvan, yine memleketimi anımsattı bana.


Sirmione, yarımadanın kuzeyine doğru, zeytin ağacı

Sirmione, yarımadanın kuzeyine doğru, zeytin ağaçları

Sirmione, yarımadanın kuzeyine doğru yürürken

Sirmione, yarımadanın kuzeyi

Sirmione, yarımadanın kuzeyi

Sirmione, yarımadanın kuzeyine doğru, Erguvan ve Zeytin ağacının arkadaşlığı

Büyükçe de bir kaplıca tesisi var uca doğru. Bu da ilgilenenlere...

 Yarım günde bitirmiştik Sirmione’u. Aslında araba kiralama amaçlarından  biri, Garda gölünün etrafını da gezmekti, güzel köyler olduğunu okumuştum, ama eşimi direksiyonda daha fazla yormamak, dönüşümüzü de çok geç vakte bırakmamak için vazgeçtim bu sevdadan. Tüm tur acentaları da Sirmione’a getiriyordu. Vardır bir bildikleri, demek ki burası en güzeli diye avuttum kendimi.

Sirmione’daki akşam yemeğimizi Bar Moderno adlı restoranda yedik. Eşim çoğu kez olduğu gibi ızgara deniz ürünleri tabağı aldı,  ben ise domates çorbası. Çok seviyorum bu domates çorbasını. Canım ağır birşeyler yemek istemeyince de lezzetli ve hafif bir seçenek oluyor benim için. Hele İtalya’da... Hiç de pişman olmuyor insan. Eşim de kendi tabağından pek memnun kalktı sofradan.

Tabii gün içinde bir kaç kez “gelato” yeme görevini de hiç aksatmadı. Biliyorsunuz İtalya’da dondurma gelato’dur, “gelato” yazılır, “jelato” okunur, aman bir yanlışlık olmasın!

Bu kadar küçük bir kasabada, bu kadar çok dondurmacı ve bu kadar çok çeşit dondurma varlığı inanılmazdı. Çok “dondurmasever” bir tip olmasam da, yedim bu güzel “gelato”ları. “Gereksiz kalori mi aldım?” gibisinden biraz vicdan yapsam da, güzeldi valla!


Sirmione, tezgahlardaki “gelato” çeşitlerinin küçük bir kısmı

Bir günümüz daha vardı, ama biz onu Verona’ya ayırmıştık. Yine de Sirmione’da daha uzun kalabilecekler için kaplıcaları değerlendirme, çevre köylere gezi ve yanlarında çocuk ya da gençler varsa da  bir tema park olan Gardaland’i önerebilirim. Bir de bizim yapacağımız gibi, Verona tabii. Oteliniz de size etraf gezileri konusunda yardımcı olacaktır, emin olun. Dediğim gibi oldukça şirin, bir çok Avrupalının gözde tatil beldesi Sirmione. Venedik, Milano, ve tabii ki Verona’dan günü birlik ulaşım da mümkün.

Biz Sirmione’da gezerken kızım da koro grubuyla birlikte Venedik’e gitmişti. Rıhtım’da şarkı söyleyip, Çinlilerin ilgi odağı olmuş ve birçok fotoğrafa da poz vermişler. Ayrıca Caffè Florian’da sıcak çikolata içip, gondol turu da yapmışlar.

Bir de kısa video çekip yollamış bize.  “Biz gondolda bir serenad denk getiremedik” demiştim ya size, o da ne? Sen misin serenad yapmayan gondolcu? Bizimkilerden altı kişi oturmuşlar gondola, sakin sakin, “Kı-zıl-cık-lar ol-duu mu, se-le-le-re dol-duu mu, heyy... Oğ-lan pek gü-zel am-ma, a-na-sı ol-ma-ma-lı...” diye şenlendirmiyorlar mı yarışma şarkılarından biriyle Venedik kanallarını... Nasıl hoştu anlatamam! O anda orada turist olmak vardı! En az 20 kez izlemişimdir. Ah, izin vermez ki bizim cadı, sizinle de paylaşsam! Neyse, siz canlandırın artık gözünüzde...

İyice dinlenip, sakin sakin yaptık kahvaltımızı ertesi sabah.

Sonra ver elini Verona. Verecek de, nazlandı biraz! Arena di Verona yakınına park edecektik. İşte burada dert oldu araba başımıza! Ortalığa bırakmamamız, otoparka gitmemiz önerildi. Ama otopark nerede? Sonunda bir genç yardımcı oldu da arabadan kurtulduk, rahatladık. Ama az kıvranmadık doğrusu.

 Evet. Verona’da yapılacak işler listemde Arena di Verona’yı görmek, mümkün olursa koro müziği yarışmasına katılmış olan grupların Arena di Verona’daki konserini izlemek, Hop-on Hop-off şehir turu, Erbe meydanı, Juliet’in evini ziyaret, akşam da kızımın okul korosunun Verona’ya yakın bir otelde verecekleri dostluk konserine gitmek vardı. Evet, en önemli kalem buydu. Ama gelmişken methini duyduğum Verona da mümkün olduğunca değerlendirilecekti.

Verona, yaklaşık 250 bin nüfuslu bir şehir. Kültürel, mimari ve tarihi eserleriye “UNESCO Dünya Kültür Mirasları” listesine girmiş. Romalılardan ve Ortaçağdan kalma eserler barındırıyor bünyesinde.

Bu eserlerden en önemlisi, Arena di Verona. İtalya’daki üçüncü büyük amfitiyatro. Oval bir yapı, 139 m boyunda, 110 m eninde. Dışarıdan bakınca iki katlı bir duvar görülüyor. Bu iki katlı duvar, aslında iç duvarıymış Arena’nın. Üç katlı dış duvarın ise hemen hemen tamamına yakını yıkılmış, çok az bir kısmı kalmış ayakta. 30 bin kişi için yapılmış bu yapı, günümüzde aktif olarak kullanılmakta, özellikle yaz gecelerinde opera, tiyatro ve konserlere ev sahipliği yapmakta.

Arena di Verona, Piazza Bra denilen büyükçe bir meydanın hemen yanında. Meydanda kafeler, restoranlar, bol bol turist ve Arena’nın hemen dışında turist fotoğraflarına eşlik etmek için dolaşan “çakma gladyatörler” mevcut.

Verona, Piazza Bra

Verona, Piazza Bra

Verona, Piazza Bra, Arena’nın yıkılmadan kalmış asıl dış duvarının bir kısmmı

Piazza Bra, Arena’nın dışında “Çakma Gladyatörler”

Verona, Arena di Verona’nın dışı
Biraz oturduk, biraz dolandık, festival gruplarının gelmesine yakın da Arena’nın içine girdik.

Arena’da ilk dikkatimi çeken duvarın dış kalıntısının içerden görüntüsü idi, dört gözlü, hoş bir görüntü. Sonra sahnede bir inşaat ve düzenleme fark ettim, belki de bundan sonraki gösteri için dekorasyon çalışmasıydı bu. Bir de o ne? Arena’nın orta sıralarından aşağıya kadar orjinal taş yapı üzerine monte edilmiş koltuklar. Herhalde düşünmüşlerdir bir müddet: “Orijinal yapıya dokunalım mı, dokunmayalım mı? Sonuçta “Amaaan, boşver, dokunalım. İzleyiciler sırtını dayasın, rahat rahat izlesin” demişler anlaşılan! Ne kadar doğru yaptıklarına siz karar verin artık.


Verona, Arena di Verona’nın içi, dört gözlü olan dış duvar kalıntısı

Evet. Koro müziği yarışmasına katılan tüm gruplar öğleden sonra buraya gelecek ve topluca birkaç şarkı söyleyeceklerdi. Düşününce muhteşem bir şey: Her baba yiğidin harcı değil Arena di Verona’da şarkı söylemek.  Dedim ya, bizim amacımız da hem bu önemli yapıyı görmek, hem de toplu müzik şölenini izleyebilmekti, tabii ki kızımın okulu da orada olacaktı.

Bu arada güzel bir de haber geldi. Az önce festivalin kapanış töreninde sonuçlar açıklanmış, bizim koro Gümüş Kupa almış. Puanlama sistemine göre belli puan aralığında olanlar altın, belli puan aralığında olanlar gümüş ya da bronz kupa alıyor, ya da alamıyormuş. Pek mutlu olduk tabii ki.

  Ayrıca sonradan öğrendik ki  öyle liseler arası bir yarışma da değil bu. Her ülkenin kendi folklörüne ait şarkıları seslendirdiği, aralarında profesyonel koroların da yer aldığı bir festival ve zorlu bir yarışma. 10 ayrı ülkeden 22 ayrı koro. Bu yarışmaya ülkemizden katılan tek koro idi bizimki. Bir kez daha gururlandık. Bu çok sesli güzel  koronun, bizim melodilerimizle  Avrupa’ya çok güzel bir renk kattığına hiç şüphem yok.

Arena içinde gezinme işlemimiz bitince, biraz daha bekledik yarışma gruplarının gelmesini. 

Önce ülkelerin bayrakları geldi, sonra koroların kendileri. Dış duvar kalıntısının altında grup grup oturdular. Oldukça uzak kalıyorduk oturdukları yere, ama topluca verdikleri bu konsere şahit olmaktan büyük mutluluk duyduk.

   Konser bitince gruplar dağıldı, biz de ayrıldık Arena’dan.

Öğleden sonra olmuştu ama Verona’da akşama kadar vaktimiz vardı. Toplu bir bilgi olsun diye “Hop-on Hop-off” otobüs bileti aldık. İki hat var gidebileceğiniz. Her biri bir saat kadar sürüyor. Birisi tam saatlerde, diğeri buçuklarda hareket ediyor Piazza Bra’dan. Tek bilet, ikisinde de geçerli.

İlk hareket edecek olan, benim öncelikle gözüme kestirmiş olduğum hattı. Hemen bindik. Şehri canlı rehberden dinleyerek gezmeye başladık.

Ortasından Adige nehri geçiyor şehrin ve etrafı hep eski yerleşim. Aynı pastel tonlarda, renkleri, tarzları, yaşları da birbirine yakın olduğu anlaşılan yapılar... Gözü yoran, göze batan hiç birşey yok.

 Yeşilliklerin arasından yükselerek vardığımız bir nokta “Castel San Pietro” oldu. Oldukça panaromik bir yer. Otobüsümüzden inerek kısa bir süre kuşbakışı baktık şehre. Adige nehri ve “Ponte di Pietra”, yani Taş Köprü görülüyordu buradan. 100. yy dan, Romalılardan kalma, Verona’nın en eski köprüsü. 2. Dünya savaşında hasarlanmış, orijinal parçalar kullanılarak onarılmış sonradan.

Verona, Adige ırmağı üzerinde “Ponte di Pietra”, yani Taş Köprü, karşı kıyıya yakın kısmı orijinal
Verona, Castel San Pietra’dan görüntü

Verona, Castel San Pietra’dan Adige Irmağı ve çevresi


Bu kısa moladan sonra tekrar bindik otobüsümüze. Ben önceden planlamıştım, görülmesi gereken yerler listemde vardı, o yüzden indik “Piazza Erbe”, yani Erbe Meydanı’nda. Ortaçağlarda, Verona idarecileri tarafından Antik Roma Forumu yerine yapılmış burası. Meydanın etrafındaki yapılarda Forumda bulunan mermer taş ve heykel parçaları da kullanılmış.

Verona, “Piazza Erbe”, yan, Erbe Meydanı (Meydanı dolduran tezgahlar ve kalabalık gözüme batmış, çekmemişim)

Verona, “Piazza Erbe”


Verona, “Piazza Erbe”
  
  İnince gördük ki, tüm meydan turistik eşya satma amacıyla tezgahlarla doldurulmuş, mahşeri bir kalabalık, insan yığını... Böyle durumlarda biraz tadım kaçıyor ama, azimliydim.  Eşim dinlendi, ben de hemen meydana yakın olan “Juliet’in evi”ni görmeye gittim, İtalyanca adıyla “Casa di Giulietta”.

 Evet, Romeo ve Juliet’in şehri olarak da bilinir Verona. Düşman iki ailenin çocukları olan iki ünlü aşık burada yaşamış ve hazin bir sonla noktalanmış aşkları. Shakespeare de onlardan esinlenerek yazmış ünlü eserini. Romeo’ya ait bir ize rastlamadım ama, Juliet’in hem evi, hem mezarı Verona’da.

O ünlü balkonlu evi gördüm. Orijinalinde olmadığı halde, balkon sonradan eklenmiş eve, Shakespeare’in eserine gönderme yapılarak. Çok kalabalıktı. Bahçede bir de heykeli var Juliet’in. “Göğsünü tutarsan dileğin gerçekleşir” demiş biri zamanında. Ne akla hikmetse, bir dolu insan da bu akıma uymuş, o şekilde fotoğraf çektirip duruyordu.

Aşıkların yazdıkları notlar, hemen aynı avluda aşıkların adlarının işlendiği mutfak önlükleri, ayrıca aşıkların isimlerinin yazılı olduğu kilitler... Resmen aşk turizmine, ya da ticaretine mi desem bilemedim, dönüşmüş işler...

Ey, Genç hanımlar. Olur da yolunuz düşerse buraya, kendi adınızla birlikte sevgilinizin ya da eşinizin adını yazdırın o önlüklere, takın boynuna, “Aşşkııım” diye sokun mutfağa, henüz yolun başındayken. Yoksa sonradan olmuyor bu işler, benden hatırlatması.

Bu kısa izlenimlerden sonra, “Juliet’in evini gördüm mü? Gördüm” olarak, 20-30 metre ilerdeki Erbe meydanına geri dönerek eşime katıldım ve otobüsün gelme saatine kadar birlikte birşeyler içerek dinlendik. Önlük mü? Hayır almadım, bizim için çoook geç! Otobüsümüze bindik ve Piazza Bra’ya geri döndük.

Verona, Juliet’in evi

Verona, Juliet’in heykeli
Verona, Juliet’in evinin avlusunda kişilere özel üretilen mutfak önlükleri

Verona, Aşıkların adlarının yazılı olduğu kilitler
İkinci Hop-on Hop-off turu için de vaktimiz vardı, ama bizi bir heyecan sardı. Sıra Verona’da bulunmamızın ana nedenine gelmişti çünkü. Kızımın okulunun Verona yakınlarında bir otelde verecekleri dostluk konserini izlemek. Yolu buluruz, bulamayız endişesi ile bir an önce ayrıldık Piazza Bra’dan.

 Sağ olasın "Navigasyon Cihazı", henüz Türkçe bir ad bulamadık sana ama, sağol... “Navigasyon” ayrı tel, “cihaz” ayrı tel, sen de bazen ayrı telden çalıyorsun ancak, bu sefer sağol... Erkenden vardık sayende otele.

Hotel Montemezzi”. Zaman bol, akşam yemeğimizi de burada yedik. “Pennette arabbiata”, acı domates soslu kalem makarna pek hoştu doğrusu. Arada evde de yaparım yapmasına, ama bu muhteşemdi. Seviyorum ben bu İtalyan yemeklerini...

Önce ev sahibi koro geldi otele, sonra bizimkiler.

Ev sahibi koronun yaş ortalaması epeyce yüksek görünüyordu bizimkilere göre, kilise korosuymuş. Önce onların konserini dinledik. Sonra bizimkileri...

Bizimkileri hem dinledik, hem de izledik, keyifle. Repertuvarlarına yabancı parçalar da eklemişler. Bir de güzel koreografilerle hem Türk ezgilerini, hem de diğer parçaları sundular salona.

Şimdi çözdüm eşimin neden bu seyahati istediğini. Kızını burada şakırken görmek. Evde çok şakıyor ama bu koro bir muhteşem. Geçen yıl, kızım henüz elemanı değilken izlemiştim okuldaki konserlerini, hayran kalmış, anlata anlata bitirememiştim. Ne şans ki, kızım da katıldı bu yıl aralarına.

Teşekkürler Robert Kolej’in Muhteşem Korosu “RC Singers”.

Teşekkürler bu güzel koronun şefi, çocuklarımızın sevgili “Koray ağbi”leri sayın Koray Demirkapı ve teşekkürler tüm emeği geçenler. Sizlerle  gurur duyduğumu bir kez daha vurgulamak istiyor ve hepinizi içtenlikle kutluyorum.

Ve evet. Ertesi sabah erkenden çıktık yola. Çok rahat geldik İstanbul Atatürk Hava Limanına. Kızım ise tabii ki grubuyla dönüyordu. Sabiha Gökçen’e ineceklerdi onlar, bizden sonra. Direk karşılamaya yönlendik. Ama o ne trafik? Yetişmemiz mümkün değil. Arabayı bir yerlere bırakmak zorunda kalarak, toplu taşımla zor ulaşabildik... Üç saatte... Ne diyeyim? Hoşbulduuuuk İstanbul...

Hadi tadınız kaçmasın. Buyurun, “RC Singers”ın döndükten sonra kendi sahnelerinde verdikleri konserden kısa bir görüntü ile keyiflendireyim sizi. Hepinize iyi seyirler. Fazlasını isterseniz Youtube’da...




 Kulaklarınızdan müzik, kalbinizden sevgi eksik olmasın.Tekrar buluşana kadar sağlıcakla kalın :)

      DİLER COŞKUN
                                                                    ...

    Bu yazının başlangıcı niteliğindeki "TAZE TAZE VENEDİK" için lütfen tıklayın.
Keyifli Okumalar :)





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder