17 Kasım, 2018

MONTRÉAL’ DE SONBAHAR


Daha önce ziyaret ettiğim bir şehirdi Montréal. Ancak daha uzun soluklu gelip de, haftaları geride bıraktığım şu günlerde, daha detaylı bilgilere sahip olmaya, daha iyi algılamaya, sevmeye, ve hatta saymaya başladım Montréal’i.

Ekim ayının ilk haftasıydı gelişimiz. Herkesin olduğu gibi ilk gittiğimiz yer oldu Eski Montréal (Vieux Montréal). 1642’de kurulmuş şehir, ve ilk kurulduğu yer öyle güzel korunmuş ki, hem burada yaşayanların, hem de turistlerin en fazla uğradıkları yer haline gelmiş.

Detaylı gezmeyi önümüzdeki uzun zamana bırakıp, kuşbakışı görmeye yönlendik şehri. Hemen oracıktaki Eski limanda (“Vieux port”), St. Lawrence nehrinin kıyısında yer alan Dönme Dolap (“La Grande Roue de Montréal”) sayesinde yaptık bu işi. Şehre ve şehrin sunduğu sonbahara daha ilk bakıştı bu.

Dönme dolap; Montréal, Québec, Kanada

Dönme dolaptan; Montréal, Québec, Kanada

St. Lawrence nehri kıyısı; Montréal, Québec, Kanada


Biz kuşbakışı gördük ilk etapta, size de birkaç kaba bilgi sunayım başlangıçta…

Etrafını nehirlerin çevrelediği bir ada üzerine kurulmuş Montréal. Hemen şehir merkezine yakın nehir, az önce de adı geçen St. Lawrence nehri. Bir ucu Ontario gölünde, diğer ucu Atlas Okyanusuna olan bir nehir bu; yani Büyük gölleri Atlas Okyanusuna bağlayan…

Adını, hemen göbeğinde yer alan tepe olan “Mount Royal” den almış Montréal. Kanada’nın ikinci, Québec eyaletinin ise en büyük şehri. Resmi dili Fransızca olan bir eyalet Québec, yanılmıyorsam da tek frankofon eyalet Kanada’da. Dolayısı ile de Fransızca konuşulan, ama hemen herkesin İngilizce de bildiği bir şehir Montréal.

Her fırsatta ayrı bir yerini görmeye karar verdik şehrin; Montréal kazan, biz kepçe yani… Ve, fonda da Sonbahar! Paylaşmasam olmaz! Buyurun; gezdiklerim, gördüklerim, arada hislerim ve en sonunda da izlenimlerim…

*

Botanik Parkı  (“Jardin Botanique de Montréal”)

İlk gittiğimiz yer oldu Botanik Parkı. Hafif yağmur, henüz alışmaya başlamadığımız soğuğa rağmen, metro ile yakınlarına kadar ulaşıp, yönlendirme tabelası ile parkı kolayca bulmuş olmak pek hoşumuza gitti doğrusu. Daha girişte, yeşillerin arasına serpiştirilmiş balkabakları da pek hoş duruyordu. Mevsim itibarı ile bol bol balkabağı görmeye devam edecek, zaman içinde de balkabaklarının bu mevsim güzel bir dekorasyon aracı olduğunu kavrayacaktık…

Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada

Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada


Biraz açıkta yağmurda yürüdükten sonra seraları gezmeye yönlendik. Seranın girişindeki farklı form ve renklerdeki kabakları görmek de hem şaşırtıcı, hem eğlenceliydi.

Kaç çeşit kabak bilirdiniz? Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada


Serada; bir bölümde kısmen aşina olduğumuz kaktüsler, sukulentler; bir başka bölümde, kimini önceden gördüğümüz, kimine ise ilk defa rastladığımız çiçek türleri yer alıyordu. Yaşları 20 ila 95 arasında değişen Bonzailere bayıldık.


Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada

Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada

45 yaşındaki Bonzai; Montréal, Québec, Kanada


Bir bölümde “Kabak dekorasyonu” yarışmasında yer alan eserler sergileniyor, bunlara da Tatlı Cadı “Esmeralda” bekçilik ediyordu.

Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada

Cadılar; Botanik Parkı, Montréal, Québec, Kanada

Kabak dekorasyonu yarışması favorim; Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada


İşe yarayan bitkiler bölümünden aklımda kalanlar ise papaya, kakao, karabiber, tarçın, pirinç... Bunların çoğunu yakından, pirinç tarlalarını da uzaktan görmüşlüğüm vardı önceden, Uzak Doğu’da; ama pirinci dalında görmek bir ilkti benim için.

Pirinç bitkisi; Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada


Botanik parkındaki “Işık Bahçeleri”ni görmek üzere akşam olmasını beklerken, kafeteryada birşeyler atıştırıp, dinlenmeye karar verdik. Yağmur yağıyordu, hafif kasvetliydi hava; kapalı alandaydık, ama kafeteryanın hemen dışında bir bahçe, ortada bir şadırvan, etrafında ferforje masa ve sandalyeler, ve sanki bir de çinilerle bezenmiş sütunlar görüyordum. Ne kadar da İznik çinilerine benziyorlardı! Evet, özlem var ama, hayal görecek kadar da uzun süre uzak kalmamıştım memleketten! Çiseleyen yağmurda merakımı gidermek, yakından görmek üzere çıktım dışarıya. Evet, İznik çinileri! Yine bir İznik çinisi üzerine yerleştirilmiş panoda yazılanlar da doğruluyordu beni.  İngilizce adı “Garden of Peace”, Fransızcası “Le  Jardin de la Paix” idi bu bahçenin, Türkçeye “Barış Bahçesi”, ya da “Huzur Bahçesi” olarak çevirebileceğiniz; benim ise temennim ikisinden de yana olduğu için “Barış ve Huzur Bahçesi” diyeceğim…

Panoda, İznik çinilerinin buraya Türkiye florasını getirdiği, değişen Montréal havasına rağmen,  çiçeklerinin hep açık kaldığı dile getiriliyor; devamında ise İznik çinileri, Türklerde lale çiçeği hakkında bilgiler veriliyordu. En sonunda bu bahçenin Montréal Belediye Başkanlığı, Montréal’deki Türk Topluluğu, Türkiye İznik Seramik Vakfı katkılarıyla gerçekleştirilmiş olduğunu ve 18 Mayıs 2000 tarihinde açıldığını okuyordum.

Sonbahar güzel bir fon oluşturmuştu bu güzel bahçeye, ama ben ilkbaharda da gelip, uzun uzun oturup, keyifle ve gururla tadını çıkarmayı planlayarak döndüm kafeteryaya...

“Barış ve Huzur Bahçesi”, Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada

“Barış ve Huzur Bahçesi”, Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada


Botanik parkındaki Işık bahçeleri ("Jardins de Lumiere"), Ekim ayının sonuna kadar yer alacak bir sergiydi, bu mevsime özgüydü. Beklemediğim kadar keyifli ve de zengindi. Çin Bahçeleri bölümündeki gölet üzerinde ve çevresinde yer alan, bir çoğu balıkçılık temalı ışıktan oluşturulmuş heykeller... Balık tutmanın neredeyse her çeşidinin sergilendiği neşeli bir ortamdı diyebilirim.

Işık Bahçeleri, Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada

Işık Bahçeleri, Botanik Parkı; Montréal, Québec, Kanada


Detaylı gezdiğimiz ilk yer olmuştu Botanik parkı Montréal’de, beni en çok sunduğu sonbahar, kabak çeşitleri ve “Barış ve Huzur Bahçesi” ile etkileyen...

*


"Mount Royal"

Bir sonraki gezi alanımız ise şehre de adını veren tepe olan, ama burada “dağ” olarak anılan “Mount Royal” oldu; şehrin göbeğinde, yürüyerek gidip dönebileceğiniz, hatta günlük yürüyüşünüzü yapabileceğiniz, ama ilk gün bunu bilmeden taksi ile gittiğimiz… Varış noktamız tepedeki “Kunduz Gölü” idi. Fransızca adı ile “Lac aux Castors”, İngilizce “Beaver Lake”. Nasıl bir Sonbaharla çevrelendiğimi anlatmam çok zor! Yeşil, sarı, turuncu, pembe, kırmızıya kadar değişen ve sizi 360 derece saran bir tuval… Geçenlerde bir arkadaşımın sonbahar fotoğrafları paylaşımında yer alıyordu şu cümle: “Sonbahar sanattır, diğerleri mevsim!”. Bir an “Ne kadar da doğru!” diyesim geldi, ama kısa sürede kendime geldim. Her birinin kendine özgü güzellikleri olan ve bizlere de yaşatan diğer mevsimlere haksızlık olacaktı bu. Ama sonbahar da güzeldi işte, hele burada! Ve nedense gençliğimi, daha çok da çocukluğumu ve hayatımın ilk otuz yılını geçirdiğim Ankara’yı hatırlattı bana. O günlere ışınlandım. Gençleştim. Çocuklaştım. İstanbul’da böyle sonbahar mı olmuyordu; yoksa koşturmaca, hep birşeylere yetişmece içinde, ben mi ıskalamıştım İstanbul’un sonbaharını? Bilemedim! Çocukluğumdaydım, ilkokul yıllarımda. Kurtuluş Parkı yakınlarındaki evimiz ve okulum. Çok sık gelirdi sonbahar teması benim resimlerime; en çabuk biten boyalarımdı kahverengi, yeşil, sarı, turuncu. Sadece resimlerimde değil, o dönemin modası örgü kazakların yünleri de o renklerde olur ve o renkler yer alırdı önceliği hayatımda. Bu yaşımda keşfediyor, veya belki de hatırlıyordum sonbaharın beni ne kadar etkilemiş, ama yıllar içinde unutulmuş olduğunu. Montréal hatırlattı. Ama Montréal’in sunduğu ekstra bir güzellik daha vardı başka yerde görmediğim, bu mevsimde pembe- kırmızı renk alan akçaağaç yaprakları…

“Mount Royal”; Montréal, Québec, Kanada


“Mount Royal”; Montréal, Québec, Kanada

Akçaağaçlar; “Mount Royal”; Montréal, Québec, Kanada

Sarı sonbahar; “Kunduz gölü”, “Mount Royal”; Montréal, Québec, Kanada


*

Sainte-Catherine Caddesi ve Pasajlar

Doğa güzeldi. Şehrin içinde doğa olması da pek güzeldi. Öyle büyük, yeni yapılmış ya da yapılmakta olan AVM’ler yoktu şehirde. Alışveriş konusunda en ünlü yer, Sainte-Catherine Caddesi. Bütün ünlü- ünsüz mağazalar ve markalar bu caddedeki binalara yerleşmiş, ya da bu caddeden girdiğiniz pasajlarda yer alıyordu.

İşte bu pasajlarda gezindim bir gün; deri çantalar, kuyumcular, şallar… İnanmıyorum, yine Ankara, yine çocukluğum, yine gençliğim! Bir hassasiyet durumları var şu günlerde; neler biriktirdimse içimde, gözyaşları olarak aktı yürüdükçe… Özlediğim memleket mi? Yok, yok! Daha bir hafta oldu. Özlediğim çocukluğum, gençliğim. İşte o, çook zaman önceydi! Yine Montréal hatırlattı.

*

Yer altı şehri; Reso

Montréal’de yerin altında bir şehir daha var, biliyor musunuz? Hem de tam 33 km uzunluğunda. Az önce bahsettiğim pasajlar da orada. Özellikle kışın daha çok kullanılan, sert hava koşullarında açıktan değil de yerin altından gidebileceğiniz, her ihtiyacınızı görüp, alış-veriş yapabileceğiniz, restoranları, café’leri ile bir yer altı şehri ve tam 12 metro istasyonu ile bağlantılı bir yaşam alanı. Reso (“Reseau”) deniyor buraya, “ağ” anlamında. Gücüm yettiğince dolandım oralarda, tanımak ve kışa hazırlık olsun diye. Öyle yerin altında duygusu da yaşatmıyor insana, çoğu geniş, ferah ve tabii ki aydınlık.

Metro ve yer altı şehrine giriş tabelası; Montréal, Québec, Kanada


*

Adalar

Montréal bir ada demiştim, ama bu adanın doğusunda hemen şehir merkezine yakın iki ünlü adası daha var; Sainte-Helene adası (Île Sainte-Helene) ve Notre Dame adası (Île Notre Dame). Bunlardan Sainte-Helene adası doğal iken, yanındaki Notre Dame adası metro yapımı sırasında çıkan kaya ve topraklarla, nehir doldurularak oluşturulmuş.

Bu adalarda, Montréal’in dikkat çekici bazı yapıları da yer almakta. Bunlardan birisi Biosphère, diğeri Montréal Casino’su (“Casino de Montréal”). Ayrıca yazın değerlendirilebilecek olan “La Ronde” adlı eğlence parkı ile “Grand Prix” pistine de ev sahipliği yapıyor adalar. Her iki adayı kaplayan park ise, Jean Drapeau Parkı.

Peki kim bu Jean Drapeau? 1919- 1999 yılları arasında yaşamış, Montréal’in vizyoner Belediye Başkanı. Yaklaşık yirmi yıl kadar hizmet etmiş Montréal’e. Şehirde metro sisteminin kurulması, yer altı şehrinin yapımı onun dönemine rastlıyor. Ayrıca Montréal’de Expo ’67 Dünya Fuarınının ve 1976 Yaz olimpiyatlarının düzenlenmesini sağlayan kişi; ki 1976 Yaz Olimpiyatları, Kanada’da düzenlenmiş tek yaz olimpiyatı olma ünvanını halen koruyor.

Şimdilik bu adalarda ziyaret ettiğimiz iki yer oldu. Biosphère ve Montréal Casino’su.

Biosphère, ilginç bir yapı; demir çubuklarla oluşturulmuş bir küre, uzun uzun anlatmayayım da fotoğrafını ekleyeyim aşağıya. Expo ‘67’de Amerikan pavyonu imiş. Kar fırtınalarına, yangına direnmiş bu yapı, artık “Çevre müzesi” olarak görev yapıyor. Hava, su, iklim değişikliği, enerji, yenilenebilir enerji gibi belli çevre konularına ağırlık vermiş olduğunu gördük ziyaretimizde.

Biosphère; Montréal, Québec, Kanada


Montréal Casino’su ise, nehir doldurularak yapılan ada üzerine inşa edilmiş. Burası da Expo ‘67’de Fransız pavyonu imiş. Casino’ya toplu taşımla gitmek mümkün; metrodan Jean Drapeau istasyonunda iniyor, hemen oracıkta sizi bekleyen 777 No’lu otobüse biniyorsunuz; evet, 7-7-7, ve beş-on dakikaya Casino’dasınız. Uzaktan heybetli, güzel bir yapı; 3000 slot makinası, 120 oyun masası ile de iddialı, ama seri üretim yapılan bir fabrikayı anımsattı bana, kocaman bir fabrika; kaybolmak ya da kendinizi kaybetmek için de birebir. Aman dikkat !

Casino de Montréal; Montréal, Québec, Kanada


*

Köylü Pazarları

Daha  gelmeden başlamıştım Montréal hakkında kitaplar okumaya. Ve aklıma koymuştum buradaki Köylü pazarlarını (“Farmer’s market”) gezmeyi.

İlk gittiğim, “Marché Atwater” (“Atwater” Pazarı) oldu.  Girişte yine kabaklar, yine güzel bir “hoşgeldin”. Bölgede yetiştirilmiş taptaze mevsim sebze ve meyvelerini görüyordum gezdikçe, hem de birinci elden. Güzel bir balıkçısı ve muhteşem bir pastanesi-fırını vardı. Ekim ayının bitmesiyle, kabaklar ortamdan ayrılmış olsa da, diğerleri sık sık gitmem için yeterli nedenlerdi benim için. Ama bu kadar değildi, bol bol et ve peynir çeşitleri de sunuyordu pazar meraklısına.

Bir de “Marché Jean-Talon” (“Jean Talon” Pazarı) var, çok daha büyük. Oraya bir kere gittim. Ama diğerini daha çok sevdim nedense; eve yakın, fazla dolanmadan her istediğimi bulabildiğim ve simit niyetine bol susamlı baget alabildiğim.

Marché at Water; Montréal, Québec, Kanada

Mevsim sebzeleri, Marché at Water; Montréal, Québec, Kanada

Orman meyveleri, Marché at Water; Montréal, Québec, Kanada

Mevsim meyvesi kızılcıklar, Marché at Water; Montréal, Québec, Kanada


*

“Amphibus” (Karada ve Suda)

Ekim ayının sonlarına geliyorduk, seferleri bitmeden bir de “Amphibus” denememiz oldu. Çeşitli şehirlerde görmüşlüğüm olan, ama hiç binmediğim bir otobüs türü “amphibus”; adı üzerinde hem karada, hem suda gidebiliyor. Çok keyifli bir tur oldu. Yarım saat Eski Montréal’de dolanıp bilgilendikten sonra, yarım saat de nehirde dolanmak ve şehri nehirden görme fırsatı yarattı bize. Rehberimizin komik anlatımları da ayrı bir renk kattı tura.

“Amphibus”; Montréal; Québec, Kanada

“Amphibus”; Montréal; Québec, Kanada


*

İzlenimler

Botanik parkı, Mount Royal ile güzel bir başlangıç yapmıştık şehirde. Sık sık gittik eski Montréal’e. Defalarca dolandım Sainte-Catherine caddesinde ve pasajlarda. Kim bilir kaç kere alış-veriş yaptım köylü pazarından. Hep ayrı restoranlar, yemekler denedik Montréal mutfağını tanıma adına. Ne kadar çok tarihi binanın önünden geçtik, geceleri de pek güzel aydınlatılan, ama henüz tane tane gezemediğim, içlerini  göremediğim...

Sadece tarihi yapılar değil, müzelerin çoğuna da gitmedim henüz. Bir sanat şehrindeyiz aslında. Önüm-arkam, sağım-solum sanat. Sığdıramayacaktım sonbahara, kış uykusuna yatırmaya karar vererek, ilkbahara planladım hepsini; doya doya, sindire sindire…

Hiç Kuzey Amerika gibi gelmiyor burası bana, bayağı Avrupa gibi. Para birimi olarak dolar kullanılmasını bile yadırgıyorum çoğu zaman. Daha önce çok sık bulunduğum Toronto’dan bahsederken “Kanada’da şöyle idi, böyle idi…” derken yakalıyorum kendimi sık sık, sanki Toronto Kanada da, Montréal değilmiş gibi. Bende yarattığı his bu; Avrupa. Ama bu Fransa, İsviçre, Belçika olabilir; sakın İngiltere gelmesin aklınıza! Zira Fransızca konusunda çok iddialılar. Hemen herkes İngilizce bilse, konuşsa, dilenci bile iki dilde dilenebilse dahi, resmi dil Fransızca burada. Kanada federasyonunun resmi dili hem İngilizce, hem Fransızca olmasına rağmen, Québec eyaletinin resmi dili sadece Fransızca. Montréal’de Resmi dairelerde herkes sizinle İngilizce konuşur ihtiyaç varsa, ama tüm afiş ve yönlendirmeler sadece Fransızcadır, “Québec’te Fransızca konuşulur” afişi dahil!

1,9 milyon nüfusa sahip Montréal şehri, çevresiyle birlikte kabaca 4 milyon. Nüfusun % 14’ü Anglofonmuş, yani anadili İngilizce olanlar. %19’ unun anadili ise ne İngilizce, ne Fransızca, “Allofon” (“Allophone”) deniyormuş onlara da, yeni öğrendim. Geri kalanı ise malum; Frankofon.

İlk Fransızlar gelmiş 17. yüzyılda Kuzey Amerika’nın bu bölgesine, yani Québec’e. İskoçlar, İrlandalılar, İngilizler takip emiş onları.  18. yüzyılda gelen İngilizler epey baskı uygulamış Fransızlara; dillerini kullanmaları bile problemmiş bir dönem anladığım kadarıyla. Sonra bir denge tuttursalar da, 1945’ lerden  sonra bilim, ticaret ve sanatta yarattıkları fark ile öne çıkmış Fransızlar ve “sessiz devrim” demişler buna.  Şimdi ise ödün vermiyorlar dillerinden, kültürlerinden...

“Şehri sevmeye, saymaya başladım” demiştim başlangıçta. Bunda en büyük etmenlerden bir tanesi belki de bu Avrupa havası, eski dokunun, yapıların korunmasına gösterilen özen, kaybolmamış şıklık, zerafet. 2006 yılında UNESCO da böyle düşünmüş ve “Tasarım şehri” (“City of design”) demiş Montréal’e..

Yeni yapılarla da bozulmamış doku. Metro kazısında çıkan kaya ve topraklarla kimin aklına gelir yeni bir ada oluşturmak, üzerine park yapmak ve Expo ‘67 Dünya fuarı için Fransız pavyonunu oraya inşa etmek ve daha sonra da Casino olarak kullanmak ?

Henüz çok uzun tecrübem olmasa da toplu taşım, daha doğrusu metro ile ulaşabilmek de çok güzeldi istediğimiz bir çok yere. Ferah, güzel, ve sanatsal metro istasyonları da etkiledi beni. Yerin altında bir şehir olması da.

Şehir ve yeşil alanın iç içe olması ayrı bir faktör; doğaya verilen değer de. Yeşil alan katledilmemiş, korunmuş, değeri bilinmekte. Çevre müzesinden aldığım bir kitapçıkta, ki müzeye gelen öğrenciler için hazırlanmış olduğunu eve gelince fark ettim, şöyle yazıyordu: “Etrafınızda sincaplar görüyorsanız, sağlıklı bir doğadasınız demektir”. Evet, sağlıklı bir doğadaydık, hem de çok.

Kasım ayı itibarı ile dekor hızla değişmeye başladı. Önce Eski Montréal’de, meydandaki restoranların bahçe bölümlerinin kalkmış olduğunu gördük. Köylü pazarında artık kabak bolluğu yoktu. Tüm dekorasyonlardan da kalkmıştı kabaklar. Çarşılarda, caddelerde yavaş yavaş bir Noel’e giriş, kar taneli gece ışıklandırmalarına geçildi. Ağaçların çoğu yaprakları ise zaten çoktan gitmişti… Ve artık hava sıcaklığında eksi dereceler kendini göstermeye, hatta kar taneleri gökten düşmeye başladı diye yazıyordum ki… Bembeyaz oldu şehir!

Biz mi ucundan yakaladık emin değilim, ama kısa olurmuş Montréal’de sonbahar; sadece sonbahar değil, ilkbahar da. Birkaç aylarını kış mevsimine hibe ettiklerinden olsa gerek! Feci olurmuş burada kış!

Evet. Montréal sonbaharı bitirdi, ben de yazımı... Bakalım kaç mevsim daha göreceğiz? Bir sonraki buluşmamıza kadar sağlıcakla kalın. Dışarıda havalar nasıl olursa olsun, içleriniz ve yuvanız hep sımsıcak olsun, sımsıcak kalsın. Sevgiyle…

*

Kanada ile ilgili diğer yazılarım;

TORONTO, TORONNO için lütfen tıklayınız

TORONTO’DA YEME-İÇME için lütfen tıklayınız

TORONTO KAZAN, BEN KEPÇE; Günlerden MAVİ BALİNA için lütfen tıklayınız

TORONTO KAZAN, BEN KEPÇE; Günlerden STRATFORD FESTİVALİ için lütfen tıklayınız

VANCOUVER; -“YİNE BEKLERİM” için lütfen tıklayınız


29 Ocak, 2018

ALASKA; ANCHORAGE’DAN SEWARD’A


“Alaska hakkında ilk izlenimlere sahip olduğum yer oldu Anchorage” demiş, buradaki iki günüme Anchorage müzesinini gezmek, “iyi ki yapmışım” dediğim buzul yürüyüşü, ve Alaska yemekleri ile tanışmayı sığdırabilmiştim. Bir bakıma “Alaska tarihi, coğrafyası ve kültürüne giriş”ti bu. Sıra gelmişti, Seward’a gitmeye. İki günü değerlendirip, Güneydoğu Alaska’ya yapacağımız bir haftalık gemi yolculuğuna başlayacağımız yerdi Seward.

Ön araştırmalarım, Anchorage’dan Seward’a en iyi ulaşım yolunun tren yolu olduğunu gösteriyordu. Ne doğru bir kararmış ! Hafızamdan silinmeyecek bir yolculuktu Anchorage- Seward arasındaki bu yolculuk. “Önemli olan vardığınız nokta değil, yaptığınız yolculuktur” denir ya, onun ete-kemiğe bürünmüş şekliydi adeta. Amaç sadece Seward’a varmak değildi gerçekten, yolculuğun tadını çıkarmaktı.  Ve çıkardık da. Zaten düzen de buna göre kurulmuştu.

Daha Türkiye’de iken, internet üzerinden tren biletlerini alır almaz, “Alaska Tour and Travel” şirketinden bir yetkili bana e-posta göndermiş, “Alaska gezinizi unutulmaz kılmak için hazırız” diyordu. Alaska’daki tüm turistik merkezler ve turları içeren web sitesinin yanı sıra, tren yolculuğunun detayları da gönderilmişti. “Sırtınızı koltuğunuza yaslayın ve Alaska Demiryolları ile seyahatte manzaranın tadını çıkarın...” diye yazıyordu, “Alaska’da en güzel manzaraya sahip hatta yolculuk edeceksiniz”. Sonra da yol boyunca geçilecek yerler ve görülebilecekler detaylandırılıyordu. Defalarca okudum. Bu bile tek başına heyacanlı bir başlangıç yapmak için yeterli idi benim için. Ama dahası vardı...

Anchorage’da trene binmeden önce, taksiden iner inmez valizlerimiz alınmış, Seward’da hangi otele gideceğimiz sorulmuş, ve bagajlara otelimizin hazır olan etiketleri konulmuştu. Düşünsenize, valizlerimiz direk olarak gideceğimiz otele bırakılacak !

Evet. Valizlerimizi teslim ettik. Zamanı gelince de vagonumuza yerleştik. Her iki vagonun arasına bir de panoramik vagon düşüyordu, seyir vagonu yani;  yerden yüksekçe ve tavana kadar da camlı. Bu vagonun koltukları kimseye satılmıyordu. Diğer iki vagondaki yolcuların istedikleri zaman gelip, manzaranın tadını çıkarmaları isteniyordu burada. Çıkardık da; zamanımızın neredeyse tamamını burada geçirerek.

Yiyecek- içecekler ise ister ayağınıza geliyor, isterseniz de kafetarya haline getirilmiş vagondan satın alınabiliniyordu.
Seyir vagonu, Alaska Demiryolları

Seyir vagonunun içi, Alaska Demiryolları
Nerelerden geçileceği zaten önceden bildirilmişti. Yeri geldikçe hoparlörden bilgilendiriliyorduk; makinistimiz, belki de gizli rehberimiz tarafından.

Başlangıçta bir müddet bataklık kıvamındaki denize paralel seyrettik, buzullardan sürüklenen kaya ve toprak nedeniyleymiş bu görüntü.

Alaska Yaban Hayatını Koruma Alanı (“Alaska Wildlife Conservation Area”) yakınlarından geçti tren. Ayrı bir gezi noktası burası da ilgisini çekenlere; bir gün önce biz buzulda gezerken eşimin de ziyaret etmiş olduğu.

 Dünyanın en yüksek ikinci gelgit olayının yaşandığı “Turnagain arm”ı geçtik sonrasında; ben adını “Döngel körfezi” koydum. Dokuz metre kadar olurmuş gelgit yüksekliği burada.  1778’deki gezisi sırasında İngiliz denizci James Cook’un istediği noktaya varmaya çalışırken, gelgitler yüzünden sürekli yolunu değiştirmesi, geri gidip gidip dönmesi nedeniyle verilmiş bu ad.

İki adet buzul geçtik, yolculuk sırasında; Spencer buzulu ve Bartlett buzulu.

Vahşi yaşama ait canlılar çıktıkça karşımıza, yine bilgilendiriliyorduk hoparlörden.

   Ve vagondaki herkes, ilgi sahası neyse, o bölgede heyecanla çeviriyordu başını camdan dışarı. Kimisi bir yaban keçisi gördüğüne, kimisi bu yöreye ait kuşların varlığında, kimisi ise buzullara bakıyordu meraklı meraklı.

Kenai gölünü geçtik sonradan, turkuaz rengi çok methedilen... Suda asılı kalan alüvyona güneş ışığının vurmasıyla oluşan bir renkmiş bu. Aslında berrak değil, süte turkuaz boya katılmış bir bulanıklıkta idi görüntü.

Dağlar, dereler, orman gördük bol bol. Tünellerden geçildi, toplam beş adet.

Bakmaktan sıkılmadığımız güzel bir doğanın içinde ilerledik sürekli; bilgilene bilgilene, tıngır- mıngır.  Yaklaşık 170 km. lik yoldu toplamda kat ettiğimiz. Kaç saatte tamamladık dersiniz? 4,5 saatte… İşte buydu söylenmek istenen; seyahatin tadını çıkarmak. Yavaş da olsa hareket halinde olmamız, içerdeki ışığın camdan yansıması ve yağan yağmurdan kirlenen camlar nedeniyle, pek ideal değil çektiğim fotoğraflar. Ama yine de paylaşacağım birkaç tanesini sizlerle. Şimdi arkanıza yaslanın ve birkaç saniye de olsa Alaska Demiryolları ile seyahatin tadını çıkarmaya çalışın, benimle.

Anchorage- Seward arası tren yolculuğu, Alaska
Trenden Anchorage- Seward arası manzara, Alaska

Trenden Anchorage- Seward arası manzara, Alaska

Trenden Anchorage- Seward arası manzara, Alaska

Trenden Anchorage- Seward arası manzara, Alaska

Trenden Anchorage- Seward arası manzara, Alaska

Trenden Anchorage- Seward arası manzara, Alaska



SEWARD

Alaska turizm organizasyonu hakkında çok iyi izlenimlere sahip olarak gelmiştik Seward’a kadar. Trenden inince otelimizin hemen oracıkta, yürüme mesafesinde olduğunu görmek ise, aile içinde “Trenle otele bile bırakıyorlar” esprisine neden oldu.

Otelimiz “Harbor 360”. Henüz, check-in için erken olmasına rağmen odamızın hazır olması ve hemen yerleşmemiz de keyfimize keyif kattı. Dedim ya, düzen buna göre kurulmuştu.

Nüfusu 2500, Seward’ın. Deniz ve dağlar arasında bir koridorda yer almakta; bundan sonra göreceğimiz tüm yerleşimler gibi… Ama biz dağların farkında değildik geldiğimiz gün; belki dikkatsizlik, belki de dağların eteklerine kadar olan bulutlardı engel. Otelimizin hemen önünden başlayan boy boy teknelerle dolu liman ise göz dolduruyordu. “Küçük tekneler limanı” deniyordu buraya, muhtemelen “cruise” gemilerine ait limandan ayırt etmek için.
Harbor 360 Hotel (yandan), Seward, Alaska
Harbor 360 Hotel (uzaktan), Seward, Alaska
Küçük tekneler limanı, Seward, Alaska
Küçük tekneler limanı ve “Harbor 360 Hotel”, Seward, Alaska

Deniz Yaşam Merkezi (“Sea Life Center”), ilk ziyaret yerimiz oldu. ABD’deki onlarca deniz yaşam merkezinden Alaska’da olanı bu. Hızlı bir gezme idi bizim için. Bazı deniz memelileri, deniz kuşları ve yöredeki balık çeşitleri aklımda kalan.

İngilizce adları “horned puffin” ya da “tufted puffin” olan kuşlar endemik bu bölgede, renkli gagalı ve biraz süslüce; sözlüğe baktığımda “boynuzlu puf” ya da “püsküllü martı “ şeklinde karşılık görüyordu isimleri. Pek içime sinmedi bu çeviri, ama baktım, kullanılıyor; bir dönem öyle söyleyip gezdim. Alaska’da bir dönem çalışmış, Su Ürünleri Fakültesinde öğretim üyesi bir arkadaşım “Deniz papağanı” demez mi sonradan? Nasıl mutlu oldum içime sinen bu karşılığı öğrenmekten, anlatamam!

Deniz papağanı (Tufted puffin), Sealife Center, Seward, Alaska
Deniz papağanı (Horned puffin), Sealife Center, Seward, Alaska

Kuzey Buz denizi kıyılarında yaşayan, büyükçe bir ördek cinsi olan “King Eider Duck” da gördüğüm deniz kuşları arasındaydı; ama bunun Türkçede bir karşılığı var mı, bilmiyorum doğrusu.

"King Eider Duck", Sealife Center, Seward, Alaska

Deniz aslanı ile bakıcısının huzurlu birlikteliğine şahit olmak da pek hoştu; bir sevgilinin kucağına uzanmış gibiydi deniz aslanı...

Deniz aslanı ile bakıcısı, Sealife Center, Alaska

Bir gün önce duymuştum bölgede 5 farklı somon cinsi olduğunu, burada da yazılmış ve gösterilmişti. Her bir somon türünün iki adı vardı. Somonun kralı, bana göre Kral somondu (King; Chinook). Bunun yanısıra Köpek somonu (Dog; Chum); ayrıca renklerine göre Gümüş renkli (Silver; Coho), Kırmızı (Red; Sockeye) ve Pembe (Pink; Humpy) somonlar vardı.

Somon çeşitleri, Sealife Center, Seward, Alaska

Yaşam döngüleri de ele alınmıştı somonların. Başka bir yazımda da  bahsetmiştim; derede yumurtadan çıkan somonlar bir müddet sonra denize göç eder, orada yaşar; yumurtlayacakları zaman da,  tam hayata başladıkları yere dönerek orada yumurtlar ve orada ölürlermiş. Tatlı sulardaki yaşamları iyi gözlenmiş olsa da; denizlerde nerelere gittikleri, ne kadar derine indikleri, ne yaptıkları, nasıl olup da tekrar aynı tatlı suya dönerek yumurtladıkları halen bir muamma imiş.

Denizlerin önemi ve buradaki doğal yaşamın korunması ile ilgili çarpıcı şemalar, bilgilendirmeler ve hatırlatmalar da ihmal edilmemişti…

Denizden çıkan atıklar, Sealife center, Seward, Alaska

Seward’daki ikinci gün için, bir tekne turu planlamıştık. Bana gelen e-postadan seçtiğim bir turdu bu. Sahi, söylemeyi unuttum; Kenai yarımadasında ve fiyortlarında yer almakta Seward. Burada mutlaka görülmesi gereken yerler içinde yer alıyor bu yarımada, milli parkı ve fiyortlar. Hemen yakındaki körfez ise, “Resurrection” Körfezi. İşte bu körfezde yapılacak,  öğle yemekli bir turdu bizimki, toplam 4-5 saatlik.

Oldukça bulutlu bir gün. Teknede kapalı alan da var, açık alan da. Rüzgarı yiyerek de olsa, zamanımın önemli bir kısmını dışarıda geçirdim, etrafı seyrederek ve de fotoğraflayarak. Zira bu sefer, ne gördüklerimin, ne de fotoğraflarımın, kirli ve ışığı yansıtan cam engeline takılmasını istemiyordum !

Bulutlu bir günde teknede, Seward, Alaska

Önce doğrudan Fox adasına gittik. Öğle yemeği hazırlanmıştı bizler için. Bir Alaska menüsü idi bu; olmazsa olmaz somon, lokum kıvamında bir et, patates püresi, birkaç çeşit salata ve ekmekten oluşan...

Bir Alaska menüsü, Fox adası, Seward, Alaska
Kocaman bir mekanda ahşap masa ve sandalyelerde oturarak, ortada yanan sobanın keyfini de çıkararak tamamladık yemeğimizi. Kalan serbest zamanın bir kısmını ise, yerel korucudan suda taş kaydırmaca öğrenip uygulayarak değerlendirdi kimileri.

Fox adası, Seward, Alaska
Fox adası, Seward, Alaska
Fox adası, Seward, Alaska

Biraz oyalanma sonrası, açıldık tekrar denize. Doğal yaşam gözlemleri başladı, bu sefer. Foklar, martılar, deniz papağanları, su samurları, bir keçi ailesi ile “bald eagle” (ABD’nin de simgesi olan kartal türü) vardı gördüğümüz canlılar arasında. Kayalardan fışkıran ağaçlar ise hayret uyandıran bir güzellikte idi. “Deniz Yaşam Merkezi” ne görüntü göndermek üzere yerleştirilmiş panel de, bu doğal ortamdaki tek metal oluşum olarak dikkat çekiyordu.

Bulutla ve rüzgarla başladığımız bu tekne turunu, yağmurla ve keyifle tamamladık.

“Resurrection” körfezi, Seward, Alaska
“Resurrection” körfezi, Seward, Alaska

Foklar, “Resurrection” körfezi, Seward, Alaska

Foklar ve Martılar, “Resurrection” körfezi, Seward, Alaska

Foklar, “Resurrection” körfezi, Seward, Alaska
Martılar ve deniz papağanı, “Resurrection” körfezi, Seward, Alaska

Akşamüzeri yürüyüşü yaptık biraz da. Bol bol balıkçı tekneleri, denizden henüz gelmiş balıkçılar ve balıklar ile büyükçe bir balıkhane dikkati çekiyordu bu küçücük kasabada.

Seward, Alaska
Balıkhane, Seward, Alaska

Balıklar ve Balıkçılar, Seward, Alaska

Seward, Alaska

Denize paralel yürüdüğümde ise bol bol hediyelik eşya dükkanları ve günübirlik tur organizasyonlarını görüyordum. Bir bölgede kümelenmiş tabelalar ise sizi hem bölge hakkında aydınlatıyor, hem de küresel ısınma ve sonuçlarını yüzünüze çarpmayı ihmal etmiyordu.

Seward, Alaska
Seward, Alaska

Seward, Alaska
Seward ve çevresini gösteren tabeladan, Seward, Alaska
Küresel ısınmanın Dünya üzerindeki etkilerini gösteren tabeladan; Seward, Alaska


Buzulların yıllar içindeki değişimini gösteren tabeladan; Seward, Alaska

Seward’da üçüncü ve son gün. Zamanımız vardı ama, gemiye erken girme isteği ön plana çıktı ailede, ve öyle yaptık.

Küçük tekneler limanı ve Cruise gemisi; Seward, Alaska

Peki, başka neler yapılabilinir Seward’da? Buraya yakın “Exit buzulu” var, onu ziyaret etmek mümkün; öğrenilecek çok şey olduğundan eminim. Yarış köpeklerini tanımak da seçenekler arasında. Karda kızak köpeklerinin sizi gezdirmesini istiyorsanız, Anchorage’da olduğu gibi ilave bir helikopter uçuşuna ihtiyacınız var.

Evet. Anchorage’dan keyifli bir tren yolculuğu sonrası, ikinci durağımız olmuştu Seward, Alaska’da; doğanın, en çok da denizdeki doğanın bir kısmını görme fırsatı veren.

Sıra gelmişti, Güneydoğu Alaska’ya doğru gemi yolculuğuna… Akşam saatlerinde demir alacak, ertesi gün Kuzey Amerika’nın en büyük buzulu olan “Hubbard buzulu”nu geçerek, bir sonraki gün başkent Juneau’ya varacağız. Juneau’da altın arayacağım ve Güneydoğu Alaska yerlileri olan Tlingitler hakkında öğreneceklerim olacak. Katılırsınız bana, değil mi?  Başkent Juneau’da buluşmak, orayı ve Alaska’yı biraz daha tanımak ve anlamak üzere… Şimdilik hoşçakalın 😊

    *

Bundan önceki Alaska gezi yazım;

1- ALASKA YOLCUSU KALMASIN; İLK DURAĞIMIZ ANCHORAGE için, lütfen tıklayın

Bundan sonraki Alaska yazılarım sırasıyla;

3- ALASKA GEMİ TURUNA BAŞLARKEN… HUBBARD BUZULU VE BAŞKENT JUNEAU için lütfen tıklayın

4- ALASKA’DA ALTINA HÜCUM; SKAGWAY’DEN YUKON TOPRAKLARINA için lütfen tıklayın 

5- “ICY STRAIT POINT”; ALASKA’DA DOĞANIN PEŞİNDE için lütfen tıklayın