Uzun süredir listemizde
olan bir yerdi Küba, nihayet fırsat yaratabilmiştik eşimle. Toronto’da
olduğumuz bir dönem; 2020 yılı, Şubat ayının sonları… Hem coğrafi olarak
nispeten yakınız, hem de gitmek için uygun bir ay. Zira Aralık ile Nisan
ayları arası öneriliyor, aşırı yağış ya da kasırgaya denk gelmemek için.
Bir tur şirketi üzerinden
ayarladık gezimizi. Burada Türkiye’dekinden farklı bir uygulama var; geziniz
gideceğiniz ülkede başlar ve orada sona erer; yani uçak bileti, havaalanı
-otel- havaalanı transferlerini ayrıca ayarlamanız gerekir ki bunu da acentanız
yapabilir sizin için. Böylece erken gidip, geç dönmek de seçenekler
arasındadır.
Küba’nın doğusu hariç,
önemli bir çok yeri kapsayan, 7 gece 8 günlük bir turdu bu; başkent Havana’dan
başlayıp, Havana’da sonlanan. Konaklama İspanyolca “Casa Partikulares”
denen, evlerin otele dönüşmüş şekli, yani pansiyonlarda olacaktı; lokal
insanlarla kaynaşmanın bir yolu olarak da özendiriliyordu bu durum.
Pazartesi günü başlıyordu
turumuz. Sabah erkenden çıktık yola. Toronto’dan yaklaşık üç saatlik bir uçuş sonrası, Küba’nın
tatil beldelerinden biri olan Varadero’ya indik. Varadero’da bir işimiz yoktu
aslında, uçak saati daha uygun olduğu için acentamız öyle yönlendirmişti bizi.
Hemen oracıkta bekleyen aracımızla, bir saati biraz aşan bir sürede ulaştık Havana’da
kalacağımız pansiyona…
Aranızda çok daha
fazlasını bilenler, detaylara hakim olanlar çoktur eminim, ancak Küba tarihi
ve önemli şahsiyetleri hakkında kaba bir özet yapmak istiyorum önden; gitmeden
önce ve döndükten sonra okuduklarım, izlediklerim ile gezerken öğrendiklerimi
kendi süzgecimden geçirerek. Amaç, gezimizi daha anlamlı kılmak.
Malum, Dünyadaki birkaç komünist
ülkeden bir tanesi Küba, devrimi ile meşhur. Ve bir ada ülkesi, Karayip
Denizi’nde. 1492’de Kristof Kolomb adaya çıkmış ve yerli halka
rağmen buraların İspanya Krallığına ait olduğunu iddia etmiş. Gerçekten de,
dört yüzyıl boyunca, 1898’e kadar bir İspanyol sömürgesi olarak kalmış ada.
Bu sömürgeden kurtulma yönünde savaş veren önemli isimlerden bir tanesi, Kübalı
gazeteci- şair- yazar, devrimci José Marti. 1853-1895 yılları arasında yaşamış
José Marti; halen çok sevilen, sayılan, anılan, bir çok
yerde heykeli bulunan bir kahraman Küba halkı için.
1898’de Amerika- İspanya Savaşı
sonucu, İspanyol sömürgesi olmaktan kurtulmuş Küba. 1899’da Küba
bağımsızlığı ilan edilmiş, ancak ABD işgali altında! 1902 yılında ise,
iç ve dış ilişkilerde söz sahibi olma, Guantanamo Körfezi’nde bir deniz üssü
kurma şartıyla adadan çekilmiş ABD. Evet, Küba artık özgür bir ülke! En
azından, bir an için öyle düşünülmüş.
Bir turizm cenneti olan ada,
1920’ler, 1930’larda Amerikan mafyasının oyun alanına dönüşmüş; ülkede rüşvet,
yolsuzluk, sosyal adaletsizlik, örtülü diktatörlük hakim hale gelmiş zaman
içinde.
1934’ten sonra askeri bir lider olarak, Fulgencio
Batista perde arkasında etkili olmaya başlamış ülke yönetiminde. 1940-1944
yılları arasında Küba Devlet başkanlığı yapmış, peşine ABD’ye gitmiş. 1953
yılında ülkesine dönerek tekrar aday olmuş, ancak seçilemeyeceğini anlayınca
kansız bir darbe ile ülke yönetimini ele geçirmiş. Batista, başlangıçta
ABD karşıtı bir yol izliyor gibi görünse de, Amerikan mafyası onu da yönetir
hale gelmiş. Küba’nın adeta ABD’nin kumar merkezi haline gelmesi, işsizlik, halkın
büyük bölümünde yoksulluk, ekonomide dışa bağımlılık gibi faktörler, bu yönetime
karşı da etkin bir muhalefet oluşmasına yol açmış.
1953’lerden itibaren, aslında zengin
bir çiftçinin hukukçu oğlu olan Fidel Castro sosyal adalet savaşçısı
olarak çıkmış ortaya. Politik lider vasıflı Fidel Castro, az sayıda arkadaşıyla başarısız bir kaç darbe
girişiminde bulunmuş mevcut yönetime karşı, hapis yatmış- çıkmış, sonrasında da
devam etmiş sosyal adalet arayışına. Bu arada Arjantinli bir doktor olan ve
Latin Amerika’yı motorsikletiyle dolaşıp, ezilen halkı gören devrimci Eduardo
“Che” Guevara ile kesişmiş yolları. Che Guevara, Küba halkı için Fidel
Castro’ya destek olma kararı almış; başlattığı gerilla hareketi, başka
grupların desteği ve sayıları az da olsa uygulanan taktikler ile Batista’ya
ağır darbe inmiş. Ve 1959’da ülkeyi terk etmek durumunda kalmış Batista. Sonrasında
ise Fidel Castro dönemi başlamış Küba’da.
Evet; Küba Devrimi. Herkese
eşit haklar taahhüt eden, eğitim, sağlık, barınmanın ücretsiz olduğu bir düzen.
Köklü toprak reformu gerçekleştirilmiş ve Amerikalılara ait işletmeler
millileştirilmiş. Tabii Amerikan ambargosu gelmiş peşine. Ekonomik zorluklar ve
askeri güvence eksikliği, Sovyetler birliği ile sıkı ilişkileri başlatmış.
1970’lerde ekonomide toparlanma olsa da, 1990’lardan sonra Sovyetler
Birliği’nin dağılması ve Sovyet yardımının kesilmesi ile tekrar sıkıntıya
düşmüş ülke. Ve halen 1970’lerdeki ivmeyi yakalayamamış durumda.
Arada Fidel Castro karşıtı gösteriler
olmuş tabii. Demokratikleşme yönünde iyi niyetli adımlar atmaya çalışanlar
çıksa da ortaya, hep engellenmiş. Ve halen tek parti var Küba’da: Küba Komünist
partisi. Değişen sadece başkan. Yakın tarihe şahitlik etmiş olanlar bilir,
yaklaşık elli yıl sonra, 2006’da kardeşi
Raúl Castro’ya devrediyor yönetimi Fidel
Castro ve 2016’da doksan yaşında hayata gözlerini yumuyor. Kısa bir zamana kadar
Raúl Castro devlet başkanlığını yürütüyor. Düzen hemen hemen eski düzen,
ama yeni yeni ve ufak ufak özel mülkiyete izin veriliyor, işletmeler
açılabiliyor. ABD ile ilişkilere gelince, Obama döneminde bir iyileşme umudu
doğsa da, sonrasında yine kötüleştiğini biliyoruz.
*
Şimdi, ister misininiz birlikte
gezelim? Hadi öyleyse, “Bienvenidos a Cuba!”. Küba’ya hoşgeldiniz!
HAVANA
Nerede kalmıştık? Evet,
Varadero’da bizi bekleyen aracımızla Havana’daki pansiyonumuza gelmiştik. On
iki milyon nüfuslu Küba’nın başkenti ve iki milyon nüfusu ile sadece
Küba’nın değil, Karayiplerin en kalabalık şehri, Havana.
Rehberimiz ve tur
grubumuzla buluşmamıza daha birkaç saat vardı. Bilenleriniz ve ziyaret etmiş
olanlarınız vardır, bir Atatürk büstü var Havana’da. Heykeltıraş
Metin Yurdanur tarafından 2008 yılında yapılmış bir eser. İlk işimiz, işte
bu Atatürk büstünü ziyaret oldu; memleketten uzakta, manevi huzurundaymış gibi
şükranlarımızı sunduk içimizden. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” yazıyordu
büstün altında, daha anlamlı bir söz var mı Dünyada!
![]() |
Havana, Küba
|
Atatürk Büstü; Havana, Küba
|
Atatürk Büstü; Havana, Küba
|
![]() |
Havana, Küba
|
*
Daha sonra bir saatlik
bir “bisiklet taksi” turu yaptık eşimle; “bicitaxi” deniyor
burada. Şoförümüz, aynı zamanda rehberimiz İngilizce bilimiyordu; geçerken eski
Havana’nın sokaklarından, eliyle önemli yerleri gösteriyor, İspanyolca adlarını
söylüyor, biz de yapılara bakarak, söyleneni bildiğimiz diğer dillere
benzeterek ve hayal gücümüzü kullanarak ne olduğun anlamaya çalışıyorduk.
Aslında amaç, kendimizi pek yormadan, taş yollarda tıngır mıngır giderken
şehrin havasını şöyle bir solumaktı. Gezdiğimiz yerler, şoförümüzün
mahallesiydi aynı zamanda; herkesi tanıyor, selam veriyor, iki laf atıp öyle
geçiyordu. O kadar tanıdık ki, evinin önünden geçerek annesine dahi el salladık!
Dar sokaklar, balkonlarda
asılı çamaşırlarıyla eski mi eski evler, evlerin önlerinde boş boş oturanlar,
bisikletle dolananlar, okullarından sohbet ederek dönen şık üniformalı neşeli
öğrenciler dikkatimi
ilk çekenler arasındaydı.
![]() |
“Bicitaxi”; Havana, Küba
|
![]() |
Havana, Küba
|
![]() |
Havana, Küba
|
*
Akşam sularında buluştuk
rehberimiz ve gruptaki diğer on kişiyle; toplam 12 kişilik bir gruptuk yani. Hem
tanıştık, hem ön bilgilenme oldu bizim için; “Küba’ya Giriş” dersi!
İlk öğrendiğimiz, Küba
para birimiydi; “para birimleri” demek daha doğru aslında. Zira turistler
ile halk farklı para birimleri kullanıyordu. Turistler “CUC” denilen
değiştirilebilir (“convertible”) peso kullanırken, halk için Küba pesosu vardı.
1 CUC , 1 Amerikan doları karşılığındaydı, Küba pesosu ise yaklaşık yirmi
beşte biri. Halkın banka hesabı yok, kredi kartı yoktu. Aklınızda
bulunsun, sizin kredi kartınız da burada geçmiyordu. Aslında halkın
parası tamamen sembolikti. 1960’ların başında kurulmuş Sovyetler Birliği
sistemi halen devam ediyordu. Rus dükkanları ve her bireyin bir Rus kartı
vardı; fasulye, şeker, pirinç gibi temel gıda maddeleri, çocuk ihtiyaçları bu
dükkanlardan çok çok düşük sembolik ücretlerle alınıyordu, herkesin alabileceği
miktar ise belliydi.
Internet derseniz, 2015 yılından beri
vardı. Yerli olun, turist olun fark etmez, internet kartı almanız
gerekiyordu; 1 saatlik kullanım 1 CUC’tu.
Yapacağımız turun ana
hatları da öğrendiklerimiz arasındaydı, bir de ilk etapta gerekebilecek birkaç İspanyolca
sözcük.
Giriş dersinin önemli
konuları bitmişti; gerisini gezimiz sırasında görecek, duyacak, öğrenecek,
gözlemleyecek ve deneyimleyecektik.
*
Eski Havana’da Küba’lı rehberimiz önderliğinde
üç saatlik bir yürüyüş yaparak başladık ertesi güne. 1519’da, malum
İspanyollarca kurulmuş şehir, orijinal adı “La Habana”. Yerlilerden
kalma bir isim bu, ve geçen yıl kutlamış 500. yaşını şehir. 1982’de
UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiş Eski
Havana.
Dört ana meydan gezdik, en
eskisinden itibaren kronolojik sırayı takip ederek: Askeri Meydan, San
Francisco Meydanı, Eski Meydan ve Katedral Meydanı. Her birinde
durduk, özelliklerini öğrendik; sadece bu meydanlar değil, şehir ve Küba
hakkında da yeni bilgilerle donandık.
*
Askeri Meydan (Plaza
de Armas)
1520’den bu yana var
olan bir meydan, askeri tatbikatların yapılageldiği yer. Heybetli bir ağacın gölgesinde
durduk, dinlemek için rehberimizi. Kapok ağacı imiş bu, tropik bölgelere
özgü. Öğrendik ki bu ağaçları kesmek yasakmış burada, milli ağaç, kutsal
ağaçmış.
1555’de Korsanlara karşı
yapılmış, sonradan Kraliyet Kuvvetleri Kalesi olmuş kale var meydanın
kıyısında. Çevredeki birçok yapı ise 18.yüzyıldan kalma. Bunlardan birisi zamanında
Santovenia Kontları Sarayı olarak
yapılan ve 1867’de otele dönüşmüş bir yapı, Santa Isabel Otel. Buranın
ilk lüks oteli imiş, devrim sonrası 1997’de yeniden açılmış. Birçok ünlü kalmış
bu otelde. En sansasyonel olanı da eski ABD başkanlarından Jimmy Carter; tabii
Küba’ya başkan değil, eski başkan sıfatıyla gelmiş ve kalmış bu otelde 2002
yılında. Devrim sonrası ABD başkanı olarak ilk gelen ise Barrack Obama, yıl 2014.
Ama bu iyi niyet sürdürülememiş sonrasında.
Santa Isabel Otel; Havana, Küba
|
Havana, Küba
|
*
Buradaki sohbetimiz
sırasında, Küba’nın en önemli gelir kaynağının Tıp olduğunu öğreniyoruz.
Evet, Tıp. Doktor ihraç ediyormuş Küba, her yıl on binlerce doktor
gönderiyormuş yurt dışına. Bu doktorlar askerlikten muafmış; hem yurt dışından
maaş alıyor, hem de ülkedeki maaşları kalıyormuş. En çok da Venezuela’ya
gidiyorlarmış.
Küba’da en çok ticari
ilişkiler de Venezuela, Çin ve Rusya ileymiş.
İkinci gelir kaynaklarının
turizm olduğunu söylüyordu rehberimiz ve sorumlu turizmi ilke edinmişlerdi. Gerçekten de çok güzel
intibalarla ayrılacaktık ülkeden. Üçüncü gelir kaynakları nikel, bildiğimiz
maden olan nikel idi. Dördüncüsü ise ihracat; ananas, mango gibi tropik meyveler, puro ve
rom; en çok Fransa, İspanya, Almanya’ya…
*
Bu bilgilerden sonra, Küba’nın
en ünlü iki ürünü olan Puro ve Rom satış mağazasına girdik.
Biz “puro” deriz, başka
diller başka adlandırır, ama İspanyolca’da da “Puro”. Saf
demekmiş puro, İngilizcedeki “pure” gibi düşünün; sadece ve sadece tütün
yaprağı kullanılıyor, hiçbir kimyasal içermiyor. Küba’da mağazalarda “Habanos”
terimini de sık görürsünüz, bu da “İyi Küba purosu” anlamındaymış. “Bir
adet puronun fiyatı ne?” diye soracak
olursanız da, tanesinin 3-5 dolardan 20 dolara kadar değiştiğini öğreniyorduk.
Puroların hepsinin el
yapımı, kalitelerinin aynı olduğu, farkın etiketlerde olduğunu söyleniyordu. Yine de belli
başlı markalar şöyleydi: Cohiba, Monte Cristo, Romeo & Juliet, Partagas ve
Monterey. Bu arada, bunlardan bir kısmı aynı zamanda kullanan ünlülerle
eşleştiriliyordu. Örn; Romeo & Juliet Churchill’in, Partagas
Kennedy’nin, Monterey ise Al Capane’undu. Burada ilginç bir detayı
vurguluyordu rehberimiz. Kennedy, Küba devrimi sonrası ambargoya imza atan ABD
başkanıydı, ama imzayı atmadan önce bir konteyner dolusu puro getirtmeyi ihmal
etmemişti kendisine.
Havana, Küba
|
Geleli Rom’a… Şeker
kamışı üretimi çok eskiye, kolonyal döneme dayanıyor Küba’da. Ve Rom da şeker
kamışından üretiliyor. “Havana Club” en ünlü Rom markası. Üç yıllık
romlar daha açık renk, yedi yıllıklar koyu. Açık renk olanlar kokteyllerde kullanılırken,
koyu olanlar yudum yudum içiliyor, tercihan buzla, öyle bir anda kafaya dikmek
yok! Siz bunları biliyorsunuzdur ama benim gibi alkol kültürü düşük birisi için
her bilgi yeni! Bir şişenin fiyatı ise
yılına göre yedi dolar ile onyedi dolar arasında değişiyordu.
Havana, Küba
|
Bu arada Küba’da alkol ve
sigarada vergi olmadığını öğreniyorduk. Sigara da ucuz deniyor; 20’lik bir
paketin fiyatı 70 sent. Sadece fikir olsun diye yazdım, Türkiye veya Dünya’nın
diğer ülkelerindeki fiyatını bilmem, bilenler karşılaştırabilir.
*
San Francisco Meydanı
On altıncı yüzyıldan
kalma, Ticari Meydan burası. Eskiden yiyecek, meyve, kölelerin ve
hayvanların getirildiği yer. Şimdi sınırlı da olsa, gezi gemileri geliyormuş.
Bu arada, Amerikan gemisi gelemediği gibi, “Amerikan toprağına deymiş”
hiçbir gezi gemisi gelemezmiş Küba’ya. Gelen gezi gemileri Almanya ve
Fransa ile sınırlıymış. Şık ve geniş bir meydan, turistik aktiviteler ve
turistlerle dolu…
San Francisco Meydanı; Havana, Küba
|
San Francisco Meydanı; Havana, Küba
|
Meydanı çevreleyen
yapılardan bir tanesi; 1909’dan kalma bir bina, Borsa binası olarak yapılmış,
şimdi bazı şirketlerin genel merkezi. Önünde modern bir heykel, Sohbet (“De
Convercation”) adında. Fransız heykeltraş Etienne tarafından 2012’de
yapılmış.
Sohbet (“La Convercation”), San Francisco Meydanı;
Havana, Küba
|
Başka heykeller de
vardı meydan ve çevresinde. UNESCO, her yıl önemli bir
sanatçının heykelini dikmekte imiş; Mozart, Chopin duyduklarım. Bir de
gezerken gördüklerim var; Shakespeare ve Cervantes’in heykelleri gibi… Böylesine
eski hali korunmuş bir bölgeye, yeni heykeller çok güzel yakıştırılmıştı.
Meydanda ayrıca bir kilise,
önünde oynayan küçük öğrenciler dikkati çekiyordu. İspanyol kıyafetleri
içinde, belli bir ücret karşılığında sizinle fotoğraf çektirmeye can atan hanımlar
da süslüyordu meydanı. Müzik yapanları da unutmamak lazım. Zaten turist
olarak nereye gitseniz, hazır bekleyen bir grup olur, sizi görür görmez de başlarlar
tıngırdatmaya. Ayrıca üniformalı beyler de dolanıyordu meydanda; devrim vurgulanmak
istenirmiş bu şekilde.
Kilise, San Francisco Meydanı; Havana, Küba |
Havana, Küba |
San Francisco Meydanı; Havana, Küba
|
*
Eski Meydan (Plaza
Vieja)
Zamanında yeni meydan diye
anılırken, daha yenisi yapılınca “Eski meydan” olmuş adı. On yedinci yüzyıldan
kalma, Kültürel Meydan burası da. Her biri ayrı renk, şık, bakımlı,
güzel binaları ve ferahlığı ile dikkat çekici. “Cafe el Escorial” adlı kafe’si,
Madonna’nın üç yıl önce doğum gününü kutlamış olduğunu öğrendiğimiz, “La
Vitrola” adındaki özel işletme restoran, burada vurgulanan yerlerdi. Bir de
ilkokul vardı; yine meydanda oynayan, daha doğrusu beden eğitimi dersi
yaptıkları söylenen çocuklarıyla cıvıl cıvıl.
Eski Meydan; Havana, Küba |
Eski Meydan; Havana, Küba |
Eski Meydan; Havana, Küba |
Eski Meydan; Havana, Küba |
*
Buradaki bir heykel
dikkat çekmeyecek gibi değildi; dev bir horoz, üzerinde çıplak bir kadın ve
kadının elinde yine dev bir çatal. Sembolizm örneği muhtemelen, ama neyi
sembolize ettiğini ben bilemedim.
![]() |
Eski Meydan; Havana, Küba |
*
Eski meydandan ayrılıp, bölgenin
en önemli caddelerinden birisi olan, araç trafiğine kapalı Obispo Caddesinde
(“Calle de Obispo”), bir köşede durduk. Pembe renkli binayı vurguluyordu
rehberimiz, bir otel burası: Hotel Ambos Mundos. Pulitzer ve Nobel
ödüllü Amerikalı yazar Ernest Hemingway’in uzun yıllar 511 nolu odasında
kaldığı ve önemli eserlerini kaleme
aldığı oteldi burası. 1930’larda önce balığa meraklı birisi olarak gelmiş, çok sevmiş,
1940’a kadar bu otelde kalmış, sonrasında da bir yazlık alarak, devrime kadar
Küba’da yaşamıştı Hemingway.
Hotel Ambos Mundos; Havana, Küba
|
Shakespeare Heykeli; Havana, Küba
|
Cervantes Heykeli;
Havana, Küba
|
*
Katedral Meydanı
Burası da dini meydandı,
ve adı üzerinde bir katedral vardı. Özel törenler bu meydanda
yapılıyordu. Son üç papa halka buradan seslenmişti. Ve devrim sonrası Noel
kutlamalarına ara verildiği, 1997’deki ilk kez kutlamanın da burada gerçekleştiğini
öğreniyorduk. Küba’da din deyince bir kısmının Katolik, bir kısmının
protestan olduğunu söylüyordu rehberimiz, önemli bir kısmı ise "Santeria" denen Küba-Afrika
dinini benimsemişti; ben ise pek dindar olmadıklarını okumuştum bir yerlerden.
![]() |
Katedral Meydanındaki Katedral; Havana, Küba
|
Katedral Meydanındaki Katedral; Havana, Küba
|
Katedral’den meydana bakış; Havana, Küba
|
Katedral Meydanı; Havana, Küba
|
Katedral Meydanı; Havana, Küba
|
Katedral Meydanı; Havana,
Küba
|
*
Eski Havana’da üç saatlik yürüyüş turumuzu bitirmiş, sıra otobüsümüze binip, Havana’dan ayrılmaya
gelmişti. Deniz kıyısındaki caddede bekliyordu otobüsümüz, hemen karşı kıyıda beyaz,
dev bir heykel duruyordu. “Havana’lı İsa” (“Christ of Havana”)
idi bu, bir de hikayesi vardı. Batista çok hastalanmış, eğer iyileşirsem şehre
herkesin göreceği dev bir İsa heykeli yaptıracağım diye adamış. Ve de
iyileşmiş. Heykeltıraştan istediği heykelin boyu 60 m, ama sanatçı, “60 m
yapamam, 20 m yapabilirim, onu da 40 m yükseğe yerleştiririm ve herkes görür”
demiş. Batista da kabul etmiş. Heykel yapılmış ama, bitişi Küba devrimi sonrasına
kalınca, Batista için yapılan heykelin, Fidel Castro için yapıldığı söylenmiş. Yalnız heykelin iki eline öyle şekil verilmiş
ki bir elinde puro, diğerinde rom bardağı tutarcasına; “ İşte Küba’lı İsa” diyordu
rehberimiz...
“Christ of Havana”; Havana, Küba
|
“Christ of Havana”; Havana, Küba
|
Gezinin son günü tekrar
gelmek üzere ayrılıyorduk Havana’dan. Sıra, iki gece kalacağımız Viñales’e gitmeye gelmişti. Otobüsümüz 24 kişilikti, biz ise
malum 12 turist ve bir rehber. Bu, tüm tur boyunca iki kişilik koltukta tek
kişi seyahat edeceğimiz anlamına geliyordu ki, pek rahat oldu doğrusu.
HAVANA’dan VİÑALES’e
Sadece birkaç saat
sürecekti yolculuk, yine de iki molamız oldu.
Hareket ettikten kırk beş
dakika sonra, Soroa’da “Don David” adlı açık mekan restoranda durduk.
Burası geleneksel yiyeceklerden oluşan bir öğle yemeğini yediğimiz yerdi. Ne mi
vardı menüde? Balık, domuz, lahana salatası, yukka adlı bitki, hem buraya
özgü fasulyeli pilav, hem beyaz pilav, ve muz kızartması. Hepsi ortaya
kondu, herkes istediğinden istediği kadar aldı, biraz hafifti ama Allah ne
verdiyse, oydu işte… Açık hava, yemyeşil ortam ise keyifliydi.
Peşine yine bir kırk beş
dakikalık yolculuk sonrası Soroa orkide bahçesine (“Orquideario Soroa”) vardık,
aslında botanik parkı demek daha doğru; başlangıçta orkideleri
görüyorsunuz ama, sonrasında bölgeye özgü çeşitli ağaçların, bitkilerin olduğu
dev bir park. Lokal rehber eşliğinde gezdik burayı. 1943 yılında kurulmuş
olduğunu öğrendik parkın. Orkidelerin farklı zamanlarda açan yediyüz türü
olduğunu, üçyüz çeşit palmiye bulunduğunu, otuz çeşitten fazla mango çeşidini
duyuyorduk; ama sadece burada değil, tüm dünyada muhtemelen.
Orkide bahçesi; Soroa, Küba
|
Orkide bahçesi; Soroa, Küba
|
VIÑALES
Viñales, Küba’da “Pinar de Rio” bölgesinde 27 bin nüfuslu bir kasaba. UNESCO
Dünya Miras listesinde olan bir yer. Kendine özgü coğrafyası, tütün
tarlaları, organik tarımı ile ünlü.
Gelir gelmez evlerimize
yerleştik. Lokal insanların otele dönüştürülmüş evleri olduğu için konaklama
yerlerimiz, hepimiz farklı yerlerde kalıyorduk. Peşine karargah dediğimiz ana
evin önünde buluşup, oryantasyon turuna çıktık rehberimizle. Hem kasaba
hakkında bilgilendik, hem de ihtiyaçlarımızı karşılayacak yerler ve akşam
yemeği için restoran önerileri aldık.
İki tarafında geniş
kaldırımların yer aldığı geniş bir ana caddesi vardı Viñales’in. Etraftaki çoğu pansiyon olan evler ise tek katlı ve
her biri ayrı güzel renkteydi. Ayrıca restoranlar ve mütevazi dükkanlar da eksik
değildi.
José marti heykeli ve kilisenin olduğu küçük bir meydanda durduk. Bir de “kültür evi”nin
mevcut olduğunu duyuyorduk burada; halkın resim, müzik, dans öğrenebileceği.
Her yerleşim yerinde olurmuş bu kültür evlerinden. Bu küçük meydan, aynı
zamanda internete kablosuz bağlanma noktasıydı.
Evet, Küba’da kablosuz
internet kullanmak istiyorsanız, önce bir telefonunuz olmalı, sonra bittikçe
yenisini satın alacağınız bir telefon kartınız, bir de böyle bağlantı noktası. Ama
istediğiniz hızda ve her istediğiniz siteye girme garantiniz yok!
Viñales, Küba
|
Her gün sabah yedi, akşam
yedi arası kurulan bir de pazar vardı Viñales’te; ona da uğradı
isteyenlerimiz. Küba’ya özgü eşyalar, hediyelikler ve resimlerin ön planda
olduğu renkli ve turistik bir pazardı.
Pazar yeri; Viñales, Küba
|
Pazar yeri; Viñales, Küba
|
Pazar yeri; Viñales, Küba
|
Pazar yeri; Viñales, Küba
|
*
Ertesi sabah, yerel
rehberle kırsal bölgeyi keşfetme günüydü. Biz yürümüştük, ama bisiklet
ve atla gezme imkanı da vardı bölgede, ve özellikle bu yönü ile de ünlüydü
Viñales.
Ana caddeyi kesen bir
sokağa daldık; kıyısında her biri pansiyon olan renkli boyalı evler, hemen ilerisinde yemyeşil tarlalar vardı. Ve
arka fonda buraya özgü, kireçtaşı yamaçları dik, üstleri yuvarlak “Mogotes” denilen tepeler…
Viñales, Küba |
Viñales kırsalı, arkada “Mogotes” denilen yöreye özgü dağlar, Küba
|
*
İlk ziyaret yerimiz bir
tütün tarlası oldu. Sahi, tütünün Dünyaya Küba’dan yayıldığını biliyor
muydunuz? Evet, ilk yetiştiren ve kullananlar buranın yerli halkı, daha
sonra İspanyollar tarafından yayılmış Avrupa’ya tütün.
Viñales, Küba’da en kaliteli tütünün yetiştiği yermiş. Demirden zengin kahverengi toprağı
var. Hiçbir kimyasal kullanılmıyormuş yetiştirilirken, organik tütün yani!
Tütün yılda bir kez
toplanırmış, o da Küba kışında. Çiçeği kesilir, tohumlar yine ekilirmiş. Elle
tek tek dikilen tütün, yine elle tek tek toplanırmış. Peşine başka detaylar;
toplandıktan sonra çubuklara asılıp, üç ay kurutulması, üzerine aroma ve hafif
tat verecek karışım püskürtülmesi ve fermentasyona bırakılması gibi. Emek yoğun
bir iş yani. Üçgen çatılı, dışı sazlık kulübelerin içinde tutuluyordu
yapraklar, kasırgaya karşı da koruyucu oluyormuş bu yapılar.
Sarılmadan önce
yaprakların damarları tek tek ayıklanıyor, ve yine tek tek elle sarılıyordu, o
ünlü Küba puroları. Bir puro farklı tütün yapraklarından sarılıyordu, ve
içindeki iki ya da üç yaprağın mutlaka Viñales’ten olduğunu söylüyordu lokal
rehberimiz.
Yetişen tütünün yüzde
doksanınını devlete vermek zorundaymış çiftçi, geriye kalanını kullanabilir, turistlere satabilirmiş.
“Peki geriye ne kadar kalıyor?” diye soruyordu rehberimiz ve
yanıtlıyordu: “Yüzde kırk!”, “Matematik burada biraz farklı işler…” diye
de ekliyordu; yarı şaka, yarı ciddi, ama çiftçinin kendisini biraz kolladığını vurgulayarak.
Tütün bitkisi;
patates, domates, biber ile aynı familyadandı. Aklıma patlıcan geldi; hani çok duyarız ya, “patlıcanda
nikotin var” diye. Lokal rehberimize sordum, ama o “patlıcan” sözcüğüne
uzaktı, ne olduğunu bilmiyordu. Eve dönüp, internetime kavuşunca baktım ki
bütün o sayılanlar Patlıcangiller (“Solanaceae”) ailesindenmiş, patlıcan
dahil! Lüzumsuz bilgiler dağarcığıma bir bilgi daha eklenmişti…
Tütün tarlası, fonda yöreye özgü tepeler; Viñales, Küba
|
Tütün tarlası ve demirden zengin kahverengi toprak;
Viñales, Küba
|
Kurutulmakta olan tütün yaprakları; Viñales, Küba
|
Kurutulmakta olan tütün yaprakları; Viñales, Küba
|
Bu bilgilendirmeler
sonrası, oradaki bir yetiştiricinin evine konuk olup, tütünün sarılışını, yani puro
yapımını izledik. Yaklaşık aynı boyda bir demet tütün yaprağı elle
sıkıştırılıyor, farklı bir yaprakla paketleniyor, sonra da daha farklı bir
yaprakla rulo haline getiriliyordu. İçerken külün düşmemesi ise bir kalite göstergesi idi.
Sarılmaya hazır tütün yaprakları; Viñales, Küba
|
*
Hayatımda değil içmek, tütün
ve ürünlerini ağzıma koymuşluğum yoktur, ki bununla da gurur duyarım; ama Küba’da
bu kadar ünlü bir ürünle fotoğraflara poz vermemek olmayacaktı, tabii yine
ağzıma sürmeden!
![]() |
Sadece şov amaçlıdır, Lütfen denemeyiniz! Viñales, Küba
|
*
Küba kahvesinin de çok
kaliteli olduğunu söylemişti rehberimiz; hatta Jamaika’dan sonra, en iyi kahvenin burada yetiştiğini…
Küçük bir kahve çiftliğini de ziyaret ettik. Kahve bitkisini üzerinde henüz
tomurcukları ve çiçekleri varken gördük. Bir de oturup acı kahvelerini içtik.
Viñales, Küba |
Kahve bitkisi ve çiçeği; Viñales, Küba |
Kahvemiz; Viñales, Küba |
*
Epey güneş altında
kalmıştık. Bir çardağın altında dinlenmeye gelmişti sıra. Değişik içecek
seçeneklerinden ben “Coco loco”yu
tercih ettim; hindistan cevizi kabuğu içinde hindistan cevizi suyu, ananas
suyu ve bal. Arzu edenler içine rom da koyabilir. Bu arada, bizde
rakıya yakıştırılan lakab, burada Rom için kullanılıyordu: R vitamini.
“Coco loco” içer misiniz? Viñales, Küba
|
*
Epey yorulmuş, epey de
keyif almıştık. Öğleden sonra serbest programdı.
Önerilen iki yer vardı,
Viñales’te ziyaret edilebilecek. Birisi kısaca “Mural”
dedikleri “Mural de la Prehistoria”, diğeri ise “Mağara”
dedikleri “Cueva del Indio” idi. Grupta başka gönüllü yoktu, ziyaret
edemedim. Ama yine eve dönünce baktım ki gayet keyifli, güzel yerler.
“Mural”, yani
“Mural de la Prehistoria”, Tarih öncesi duvar resmi demekti. Viñales’e sadece 4 km uzaklıkta. Dağın çıplak yamacının
boyanmasıyla oluşturulmuş, 120 metre genişliğinde dev bir eser. Evrimi
simgeleyen bu eserde dev bir salyangoz, dinazor, deniz canlıları ve insanlar resmedilmişti. 1961’de onsekiz
kişinin dört yıl çalışması ile tamamlanmış olduğunu okudum. Fotoğraflarına
bakınca da rengarenk ve çok fotojenik duruyordu.
“Mağara” ise, Viñales’e beşbuçuk kilometre uzaklıkta bir yer, 1920’de
keşfedilmiş. Evet mağara, bir de akan suyu var ve siz kayıklarla mağarada tabanında
bir gezinti yapabiliyorsunuz. Değişik ve eğlenceli bir aktivite gibi duruyor.
Ben görmesem de, vakti
olanlara öneri olsun diye yazayım istedim bu iki yeri.
*
Akşam yemeği hep
birlikteydi. Organik bir çifliğe ait “El Paraiso” adlı restorandı gittiğimiz;
Viñales’in uçsuz bucaksız yeşilliğini, kendine özgü
tepelerini uzaktan görmeye imkan veren bir yer. Temiz havayı içimize çekerek hem gün
batımını izledik, hem de lokal rehber tarafından buradaki organik tarım
hakkında bilgilendirildik. Yemeğimiz ise, yüzde doksanı burada yetişmiş organik
ürünlerle hazırlanmıştı; “Bahçeden tabağa” yani.
“El Parasio” Organik çiftlik ve restorandan manzara; Viñales, Küba
|
“El Paraiso” Organik Çiftlik ve Restoran; Viñales, Küba
|
*
Viñales, doyamadığımız bir yer oldu. Her Küba turistinin mutlaka
görmesi, yaşaması gereken bir yer. Döndüğümde, Türkiye’den yapılan turlara baktım, Viñales’i içeriyor mu diye. Extra günübirlik gezilerde geçiyordu
adı. Olur da yolunuz düşerse Küba’ya, sakın atlamayın burayı, hatta
fırsatınız varsa birkaç gün kalın bence.
Viñales’i bizim için ayrıca güzel yapan bir şey de kaldığımız ev
ve ev sahipleri idi. “Lokal insanlarla kaynaşmanın bir yolu olarak da
özendiriliyor” demiştim ya pansiyonlarda kalmayı, zaten bu bölgede farklı
seçenek yoktu. Ama iyi ki de yokmuş! Ev sahiplerinin İngilizceyi yarım yamalak
bilmeleri, bizim İspanyolcayı hiç bilmememize rağmen, iyi niyetli yaklaşımlar hemen
fark ediliyordu. Bir öğleden sonra verandada dinlenen eşime meyve soyup getiren
ev sahibi hanım, yine evin verandasında bir akşam üzeri kitap okumaya çalışan
beni uzaktan görüp de, sakat ayağına rağmen koşup, okuma lambası bulup getiren ev sahibi bey, hep
hatırlanacaklar. Tabii bir de evimizin hemen yanındaki muz bahçesi…
VİÑALES’ten CIENFUEGOS’a,
Sırada bir gece
kalacağımız Cienfuegos vardı. Sabah erkenden çıktık yola. Tüm tur boyunca en
uzun yolculuğumuz olacaktı bu, ama tabii ki bol molalı.
Otobüs yolculuğumuzun ilk
iki saatinde öyle uyumak falan yoktu; çünkü İspanyolca öğrenilecekti. Rehberimiz
tarafından verilen A4 kağıdının önü ve arkası ispanyolca temel sözcükler, terimler,
işimize yarayabilecek sorular ve yanıtlarla doluydu. Önce telaffuz hakkında
kısa bilgilendirme oldu; orası kolaydı, çünkü Türkçedeki gibi her harf bir
sesdi. Sonrasında da eğlene eğlene yazılanları hep birlikte okumaya, öğrenmeye
çalıştık. “Şimdi aklında ne kaldı” dersiniz? “…….”… Anladım ki “Öğrenmenin
yaşı yoktur” ama, öğrenemenin yaşı vardır!
*
Onbeş dakikalık mola
sonrası, iki buçuk saatlik bir yolculuk daha vardı. Otobüste Fidel Castro
ile ilgili bir belgesel izlenerek değerlendirildi bu zaman. Ölmeden birkaç
yıl önce Miami’de yapılmış bir belgesel; adı “Fidel”. Zira “Fidel
Castro” “Castro” ya da “kumandan” diye anılmak istemez, sadece “Fidel” densin
istermiş; belgeselin adı da öyle olmuş. Küba’da ismi hiçbir yere verilmemiş,
heykeli ya da büstü de yok; bunu da istememiş özellikle.
Mezarı Küba’nın doğusunda yer alan önemli
ve en büyük ikinci şehri Santiago de Cuba’da imiş Fidel’in. Bu da iki
nedenle; birincisi devrim hareketine ilk burada başlamış olması, ikincisi
ise idolü olan José Marti’nin mezarının burada
bulunması.
*
Bu arada yeni bir
bilgiyle karşılaşıyorduk: Küba’da inek eti çok kıymetli, ve inek öldürmek
yasak. Cezası yirmibeş yıl hapis. “Neden?” derseniz, Sovyetlerin
çökmesi ile ülkede başlayan ekonomik sıkıntılar yüzünden insanlar inekleri
kesmeye başlamışlar. Bakılmış ki inek popülasyonu gitgide azalıyor, o zaman
yasak getirmiş devlet. Ve halen geçerli. Bugün dahi ineği olan çiftçi, kendi
ineğini kesemez, çünkü onda devletin hakkı var. Eceliyle ölürse, devlet
gelip uygun miktarını alıyor. Lütfen aramızda kalsın, ama bazen köylüler
veterinerlerle anlaşıp, “eceliyle” öldürüyorlarmış inekleri!
*
Öğle yemeği molasından
sonra kırk dakikalık bir yolculuğumuz
daha oldu. Ve durağımız; Domuzlar Körfezi.
Kim hatırlıyor Domuzlar
Körfezi’ni?
Yıl 1961. Çoktan devrim
olmuş, ama ABD hiç de memnun değil; Fidel Castro’yu devirmek istiyor. ABD’ye
kaçmış Castro karşıtı Kübalıları örgütleyerek teknelerle Küba’ya gönderiyorlar.
Karaya çıkacakları yer Domuzlar Körfezi. Ancak üç gün içinde bozguna
uğratılıyor istilacılar. Yani, Amerika’nın Castro’yu devirme harekatının
suya düştüğü, başka bir deyimle Küba’nın ABD’yi bozguna uğrattığı yer!
Bu arada, ABD’nin Fidel
Castro’dan kurtulma çabaları hiç bitmemiş. Castro’nun en az altıyüz suikast
girişiminden kurtulduğunu duymuşsunuzdur belki de!
Dönelim Domuzlar Körfezi’ne;
şimdi insanların yüzmek için geldikleri bir sahil burası.
Bizim gelme nedenimiz de,
isteyenlere bir saatlik bir yüzme fırsatı vermek. Denize girebileceğiniz sahil
dışında, sahile yakın “mağara” dedikleri bir yer daha var. Burası kıyıyla
bağlantısını göremediğiniz, sahilden içe doğru oluşmuş, turkuvaz suları olan
küçük bir lagün aslında.
Ben bu bir saat içinde hiç
ıslanmamayı, çevrede dolanmayı ve fotoğraf çekmeyi tercih ettim. Fotoğraf makineme
eski Amerikan arabaları, ve üzerindeki şekilleri çok anlamlı bulduğum
tuvalet tabelaları takıldı!
Biz “Eski Amerikan
arabaları” diyoruz ama, rehberimiz “Küba Arabaları” demekte ısrar
ediyordu. Devrim sonrası ülkeden kaçanların bıraktıkları arabalar bunlar;
motorları çoktan Çin’den gelen parçalarla değişmiş, kimbilir kaç kez boyanmış,
Küba’ya özgü olmuşlardı…
![]() |
Domuzlar Körfezi, Küba
|
![]() |
Tuvalet tabelası ve park yeri; Domuzlar Körfezi, Küba |
![]() |
Tuvalet tabelası; Domuzlar Körfezi, Küba
|
CIENFUEGOS
Cienfuegos, 1819
yılında kurulmuş bir şehir, adanın güneyinde, deniz kıyısında. İkiyüzüncü yaşını kutlamış geçen
yıl, nispeten yeni yani. Adayı İspanyollar keşfetmiş ama, bu şehri kuranlar
Fransızlar. Amaçları kahve yetiştirmekmiş, toprak elverişli çıkmamış
sonradan. Ancak getirdikleri zarif mimari etki ile 2005 yılında UNESCO Dünya
mirası listesine girmiş burası.
Daha önce olduğu gibi, hemen
bir oryantasyon turuna çıktık.
Bir tarafı gidiş bir
tarafı geliş caddenin ortasında, bir ucu sahile varan, genişçe bir yürüyüş yolu
vardı. Araçlara ayrılan yoldan çok daha genişti bu yürüyüş yolu. Oturmak için
bankların yanı sıra, çeşitli heykellerle de süslenmişti. Bunlardan birisi de
Küba’nın önemli müzisyenlerinden Benny Moré heykeliydi.
Geniş yürüyüş yolu; Cienfuegos, Küba |
![]() |
Geniş yürüyüş yolu ve Benny Moré heykeli;
Cienfuegos, Küba
|
Cienfuegos, Küba
|
Cienfuegos, Küba
|
*
Ana Meydan, José Marti Marti Meydanı ya da Parkı
adını almıştı. José Marti’nin de bir heykeli vardı tabii
ki. Belediye binası, Milli müze, Tomas Terry Tiyatro salonu, sanat galerileri,
kilise, kültür evi, okul, birkaç dükkan ile çevriliydi meydan. Ve kablosuz
bağlanma noktası görevi yapıyordu.
İnternetin kendileri için
önemini özellikle vurguluyordu rehberimiz; her aileden en az bir kişinin yurt
dışında olduğunu, arkadaşlarından da bir tek kendisinin burada kaldığını
söylüyordu.
Eğitim ücretsiz Küba’da,
üniversite dahil. Peşine mecburi hizmet var, dört yıl. Ve üniversite
mezununun aylık maaşı 25 dolar, hayır sıfır falan unutmadım, yazı ile “yirmibeş
dolar”! Eğitim, sağlık, barınma için bir ödeme yapmıyorsunuz, temel bazı
gıdalar devlet tarafından veriliyor, hani belki aç kalmazsınız ama “hayat
bundan mı ibaret” diye sorgulayabilirsiniz.
İnternet bir yandan yurt
dışındaki akrabalarla haberleşmeyi sağlıyor, bir yandan da farklı dünyalara
şahitlik edilmesine yol açıyordu. Ve anlıyordum ki, fırsat yaratabilecek bir
çok kişi, yurt dışına gitme hayali peşindeydi, özellikle gençler. Aslında
kimse vatanını terk etmek istemez; ama özgürlük, demokrasi ve refah arayışıydı
bu…
José Martı Parkı ve José Marti Heykeli; Cienfuegos, Küba
|
Belediye Binası; Cienfuegos, Küba
|
*
Ertesi gün ayrılıyorduk Cienfuegos’tan;
ama önce şehrin sembolü haline gelmiş, mimari gururu bir yapıyı görecek,
gezecek ve terasında birşeyler içecektik. Valle Sarayı (Palacio del Valle) burası.
1913-1917 yılları arasında inşa edilmiş. Kayınpederinden kalma bir arsa üzerine
zengin bir adam inşa ettirmiş; malzemeler İtalya ve İspanya’dan. Ama 1919
yılında kalp krizinden vefat edince, eşi ve sekiz çocuğu İspanya’ya gitmiş. Sonraları
kumarhaneye dönüştürülmek istense de, 1953’lerden itibaren başlayan devrim
hareketi nedeniyle mümkün olmamış bu. Devrim sonrası ve şu anda kumar zaten
yasak.
Muhtemel başka amaçlarla
da kullanılıyordu ama, şimdilerde doğumgünü kutlamaları için popüler bir yerdi.
Özellikle kız çocuklarının onbeş yaş doğum günleri önemliydi; kolonyal dönemi
çağrıştıran giysilerle karşılıyorlardı yeni yaşlarını burada.
Hem dışarıdan
bakıldığında, hem içerisi gezildiğinde ince işçilik, detay, estetik ve
zerafetin fark yaratmış olduğu görülüyordu. Terasında ise güzel deniz
manzarası. Bir saat kadar oturduk, sohbet ettik. Bir de limon suyumuzu içtik,
isteyenler R vitamini ile birlikte…
Bu arada, kumar yasak
demiştim ya Küba’da, en ünlü oyunlarının domino olduğunu da iliştireyim
buraya.
Palacio del Valle; Cienfuegos, Küba
|
![]() |
Palacio del Valle; Cienfuegos, Küba
|
Palacio del Valle; Cienfuegos, Küba
|
“Palacio del Valle” terası; Cienfuegos, Küba
|
TRINIDAD
Küba’nın en kolonyal
şehri olduğu söyleniyor Trinidad için. 19.yüzyılda yoğun olarak şeker kamışı yetiştirilen yer,
hatta o dönem dünyada en fazla şeker üretilen yer Küba. Afro-Kübalılar’ın da
yoğun olduğu bir bölge burası; zamanında şeker kamışı tarlalarında
çalıştırılmak üzere getirilen Afrikalı kölelerin torunları.
Bitişiğindeki 12 km.lik şeker
fabrikaları vadisi (“Valle de los ingenios”) ile birlikte UNESCO Dünya Miras listesine girmiş
Trinidad, 1988’de.
Her gittiğimiz yerde
olduğu gibi, burada da oryantasyon gezisine çıktık. Şimdiye kadar gezdiğimiz yerlerden
daha sıcak ve nemli olduğunu duymuştuk; arnavut kaldırımlar ve çatılardan
dolayı hapsolan ısı nedeniyle…
Plaza Mayor (Ana
Meydan) ilk
durağımız oldu. İspanyol kolonyal mimarisini yansıtan açık hava müzesi
konumunda bir yer. Çok da fotojenik; Arnavut kaldırımı sokakları, şık
binaları, kilisesi, sanat galerileri, İspanyol merdivenleri ve sizi
gezdirmek için bekleyen faytonları ile…
Plaza mayor; Trinidad, Küba |
Plaza mayor; Trinidad, Küba |
Ana meydan’da fayton; Trinidad, Küba
|
![]() |
İspanyol merdivenleri; Trinidad, Küba
|
*
Öğleden sonra, zorunlu
salsa dersimiz vardı, kaytarmak da yoktu! Bir saatlik derste temel salsa
adımlarını öğrendik; pek de eğlendik doğrusu. Birkaç gün sonra veda yemeğimizde profesyonel bir salsa
gösterisine şahitlik ettiğimizde, eşim kulağıma şöyle fısıldayacaktı; “Bu bizim yaptığımız salsaya
hiç benzemiyor!!!”. Aslında bizim yaptığımız, salsaya benzemiyordu! Biz birinci
dersi görmüştük, onlar muhtemelen binbeşyüzüncü, biz ayaklarımızı nereye
koyacağımızı öğrenmiştik, onlar her eklemlerini oynatmayı… Benzemeyecekti tabii
ki!
*
O akşam grup yemeği yoktu
normalde, ama rehberimiz ertesi günkü müzikli akşam yemeğini bugüne çekti.
Neden mi? Eşimin doğum günü diye. Ben yanımda mumlarımı getirmiştim, meğer
rehberimiz de kimlik bilgilerimizden olsa gerek biliyordu, ve gizlice teyit
ettirdi bana. Pastayı bile ayarladı, benim ısmarlamama da bir türlü izin
vermedi. Mütevazi bir yemek, mütevazi bir pasta, ama içten bir doğum günü
kutlaması oldu hep birlikte.
*
Ertesi sabah eşimle fayton
gezisi yaptık. Ama taş yollara denk gelen zamanlar çok zorluydu inanın,
kemiklerim birbirinin içine geçti sanki! Hiç kimseye önermiyorum bunu!
Öğleden sonrası için
çeşitli seçenekler vardı. Tüm grup plajı tercih edince, hep birlikte
otobüsümüzle Ancón Plajı’na (“Playa Ancón”) gittik. Pek iyi
geldi bu yarım günlük deniz, güneş, kum ve tembellik molası. Küba’nın bu güzelliğini
de görmüş olduk.
![]() |
Playa Ancón; Trinidad, Küba
|
![]() |
Playa Ancón; Trinidad, Küba
|
Bu arada deniz
ürünleri ile de ünlü Trinidad, aklınızda olsun.
Ayrılmadan önce makineme
takılmış birkaç fotoğraf daha paylaşayım sizinle Trinidad’dan; şehrin turistik
ana meydanı dışındaki yerleri hakkında da fikir versin.
![]() |
“Gourmet Vista” adlı restoran’dan gün batımı; Trinidad, Küba
|
Pansiyondan sokak görüntüsü; Trinidad, Küba
|
Trinidad, Küba |
Sokakta oynayan çocuklar; Trinidad, Küba
|
SANTA CLARA
Santa Clara, Che Guevara’nın
mozolesini ziyaret edeceğimiz yerdi. Trinidad’dan iki saatlik yolculukla varılıyordu. Yolda
İtalyan belgesel film yapımcısı tarafından hazırlanmış Che belgeselini izledik.
Bir çoğumuzun duymuş olduğu “Comandante
Che Guevara” (Kumandan Che Guevara) şarkısı ile başlıyordu belgesel. Başlığı
ise “Hasta de victoria siempre”, yani “Zafere kadar daima”; bu da
Che’nin ölümsüz sözü idi.
Tüm Dünya’da devrimin
simgesi olmuş Che’yi anlatmak bana düşmez. Ama kabaca bakacak olursak; Ernesto
Guevara adıyla doğmuş 1928’de, Arjantinli
varlıklı bir ailenin oğlu. Daha Tıp fakültesine öğrenci iken,
motorsikleti ile Güney Amerika’yı baştan aşağı gezmiş. Halkın yoksulluğuna,
ezilmesine, sömürülmesine şahitlik etmiş. Birçok Latin Amerikalıya nazaran
entelektüel, çok okuyan biri. Ekonomik eşitsizliği ortadan kaldırmanın tek
yolunun devrim olduğuna inanmış, ve hayatını buna adamış, bu yolda vermiş.
Küba devriminden sonra
Küba’da İçişleri Bakanlığı ve Hazine Başkanlığı yapmış olsa da, bir dönem
sonra, diğer ülkelerdeki devrimci hareketlere katılmak üzere ayrılmış Küba’dan.
Bolivya ise 1967’de CIA tarafından
yakalanıp, Bolivyalı askerlerce infaz edildiği yer olmuş.
Bolivya’da yakalanıp, öldürüldükten
sonra mezarı gizli tutulmuş, unutulup gideceği düşünülmüş belki de. Ama yıllar
sonra yapılan araştırmalar ve DNA analizleri ile hem Che, hem de Bolivya’da
ölenlerin kimlikleri tespit edilmiş. Naaşları 1997’de Küba’da, Santa
Clara’ya getirilerek, hepsine mezar yapılmış.
İşte biz de bu mezarı, ayrıca Che müzesini ve anıtını görecektik.
Kapalı bir alandaydı
mezarlar. Taş duvar üzerine her birinin kabartma portresi yapılmış ve birer
kırmızı karanfil iliştirilmişti yanlarına. Che’ninkinde ise ayrıca
yansıtılan yıldız şeklinde bir ışık; hani o ünlü fotoğraftaki beresinde
bulunan yıldızdan…
Müzede sergilenenler arasında ise doktor
önlüğü, asker giysisi, silahları, telefonu, radyosu, saati, fotoğrafları ve
fotoğraf makinesi vardı; fotoğraf çekmek ise yasaktı.
Müzedeki radyo,
Küba devrim harekatı sırasında kullandığı radyoydu. Aslında askeri açıdan
Batista’ya nazaran çok zayıf durumdaydılar, ama bulduğu korsan kanalla Che,
Küba halkına sesleniyor, başarıya yakın olduklarını bildiriyor, daha fazla
destek topluyordu. Ve Batista kaybettiğini düşünerek kaçtı ülkeden.
Mozole ve müzeden sonra
meydandaydık. İnanılmaz büyük bir meydan; Devrim meydanı. Her yerleşim
yerinde varmış bir Devrim meydanı, burası da Che’ye adanmıştı; Che Guevara
meydanı. Ve meydana bakan Che Guevara anıtı; yüksekçe bir taş
üzerine yerleştirilmiş kocaman bir heykeli, altında da o ünlü sözü. Hemen yanında
taş üzerine kabartma resimlerle hayatından sunulan kesitler.
![]() |
“Che” Guevara anıtı; Santa Clara, Küba
|
![]() |
“Che” Guevara anıtı; Santa Clara, Küba
|
*
Burada yeni birşey
duyuyordum; hepimiz “Che” diye biliriz Ernesto Guevara’yı, “Che”nin
Kübalılar tarafından verilmiş bir ad olduğunu, İngilizcedeki “dude” ile eş
anlamlı, yani “dost” olduğunu söylüyordu rehberimiz. Evet, “Che” adı sonradan
verilmişti; internet araştırmam Kübalılar tarafından verildiğini de
destekliyordu, ama “Bolşevik” (Çoğunluktan yana) anlamına gelen “Chebol”ün
kısaltması olduğu da okuduklarım arasında idi. Hangisi doğru bilemem, içtenlikle
verilmiş bir isim olduğu ve Kübalılar tarafından çok sevildiği bir gerçek.
Bugün dahi Küba’daki okullarda “Hepimiz Che gibi olacağız” diye ant içiliyor.
HAVANA, yeniden
Santa Clara’dan sonra bir saatlik bir yolculukla açık havada çok güzel
bir öğle yemeği yedik. Peşine birbuçuk saatlik yolculukla Havana’ya geri geldik.
Ziyaret yerimiz bu sefer Havana’daki Devrim Meydanı idi; çok
çok geniş bir meydan. İçişleri Bakanlığı Binası üzerinde Che’nin
portresi, başka bir binada ise yine devrim harekatına katılmış, sonrasında
bir yıl Silahlı Kuvvetler Komutanlığı yapmış Camilo Cienfuegos’un portresi dikkat
çekiyordu. Ve bu kocaman meydanda çok uzaktan José
Marti Anıtı ve heykelini de görüyorduk.
![]() |
İçişleri Bakanlığı Binası, Devrim Meydanı; Havana, Küba
|
*
Havana’da bizim
geçirdiğimiz süre kısaydı; ama tabii ki isteyenler birkaç gün daha kalabilirdi,
tur programı dışında. Neler yapılabilinir diye düşününce, Eski
Amerikan arabaları ile şehir turu, ilk aklıma gelen. Biz Atatürk büstünü
ziyaret etmiş, grupça Eski Havana’yı gezmiş, Devrim Meydanı’na bir göz atmıştık
ama, Devrim müzesi, Güzel Sanatlar müzesi de görülmesi gerekenler
yerler arasında sayılıyordu. Bir daha yolum düşecek olursa, daha detaylı bir araştırma
yapabilirim tabii ki.
*
Akşam tüm grubun katıldığı
veda yemeği ile Küba Turumuz sona erdi. Bu, bizim için ertesi gün yine Varadero
üzerinden Toronto’ya dönüş demekti.
Küba, Dünya’da en çok
ziyaret edilmek istenen ülkeymiş. Bunu başarabildiğimiz için şanslıydık. Çok da
güzel bir programdı üstelik, çok yönlü ve dolu dolu. Bir çok
merakımızı gidermiş, öğrenmiş, eğlenmiş, ama tabii ki yeni sorularla dönmüştük.
Bir başka yazıda buluşana
kadar, sağlıcakla kalın. Özgürlüklerin ve demokrasinin kıymetini bilme
dileğiyle…
*
KARAYİPLER’le ilgili diğer
yazılarım;
- MEMNUNİYET ANKETİ YAPAN ÜLKE;
BAHAMALAR için lütfen tıklayın
-“HAİTİ KÜLTÜR TURU!” için
lütfen tıklayın
-“MEKSİKA’DA KONUK OLMAK; COSTA
MAYA VE COZUMEL” için lütfen tıklayın
-“DENİZLERİN CAZİBESİ; ALLURE OF
THE SEAS” için lütfen tıklayın
Sevgili Diler
YanıtlaSilKenan ve ben tam 1,5 saatte sindire sindire okuduk yazını.Her zamanki gibi renkli, neşeli ve öğretici idi. Görmüş gibi olduk ama heyecanımız daha çok arttı.2020 Kasım ayında gitmeyi planlamış ve Tur ile ön anlaşma yapmıştık. Şimdi gidebilmeyi daha çok istiyorum. Çok güzel bir seyahat yazısı, aklına, gönlüne, ellerine sağlık.
Çok teşekkür ediyorum Tatlı Jale'm, okuduğunuz ve bu güzel yorumun için. İlk fırsatta gidebileceğinizi umuyor ve keyifli seyahatler diliyorum. Her daim çok güzel, renkli, neşeli zamanlar... Kocaman sevgiler:)
SilSevgili Diler,
YanıtlaSilBelgesel tadında gezi notlarını büyük bir keyifle okudum. 2018 'de gittiğim Küba gezisini anımsadım, dikkatimden kaçan pek çok şeyi öğrendim. Ellerine, yüreğine sağlık.
Çok teşekkürler Sevgili Nalan, hem okuduğun, hem de bu değerli yorumun için. Her zaman keyifli gezmelerin, mutlu zamanların olsun. En iyi dileklerimle...
SilÇok faydalı blog olmus .. Ben de sizi bloguma beklerim. Sevgiler... ozgunbilge.blogspot.com
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Ben de hemen gezindim blogunuzda; gayet güncel, hayata dair, elinize, emeğinize, aklınıza sağlık. İlk fırsatta detaylı okuyacağım. En iyi dileklerimle..
Silçok teşekkür ederim <3 başarılar dilerim
SilKüba'ya gitmiş kadar oldum. Üslubunuz gayet akıcı ve güzel. Naçizane tavsiyem geziyi bölümler halinde yayinlasaniz 1.gün sonuna 2.gün diye link verseniz daha iyi olur diye düşünüyorum. Face de gördüm yazı linkini ilgimi çekti. Sonuna kadar okumadan bırakamadım. Saygılar.
YanıtlaSilÇok teşekkürler; hem zaman ayırıp okuduğunuz, hem de bu güzel yorumunuz için. Yorumunuz çok değerli; açıkçası farkındayım ama, hikaye bütünlüğünü bozmak çok işime gelmiyordu şimdiye kadar, ama tekrar değerlendireceğim, en azından bundan sonraki yazılarımda. Tekrar teşekkürler. En iyi dileklerimle.
SilSevgili Diler Hanım,
YanıtlaSilYazınızı tadına vara vara okudum. Evlerden çıkamadığımız şu günlerde Küba sokaklarında dolaştım, gülümsedim. Elinize, emeğinize sağlık. Güzellikleri ve huzuru paylaşmayı bilen insanlara ne mutlu! Yeni yazılarınızda buluşmak dileğiyle.
Fatma Hanım'cım, çok teşekkür ederim; hem okuduğunuz, hem de bu değerli yorumunuz için. Güzel ve huzurlu günler diliyorum ben de size. Sevgiyle ve sağlıcakla kalın.
SilKüba'yı tarihinden gezisine tüm detayları ile çok güzel anlatmışsınız.
YanıtlaSilAtatürk bir çok ülke tarafından değeri fark edilmiş bir lider, Küba'nın da meydan ayırmış olması gurur verici. Teşekkürler.
Ben teşekkür ediyorum; okuduğunuz, değerlendirdiğiniz ve bu değerli yorumunuz için. Evet, biz de çok gururlandık Atatürk büstünü ziyaretimizde; ziyaretimiz sonrasında dahi Türk olduğumuzu duyan Kübalıların da "Burada Atatürk büstü var, biliyor musunuz?" demeleri ayrı bir gurur kaynağı oldu bizim için. Tekrar teşekkürler ve en iyi dileklerimle...
SilRenkli, masalsı ve keyifli Küba rehberiniz için teşekkür ederim.
YanıtlaSilBen teşekkür ediyorum; hem okuduğunuz, hem de bu değerli yorumunuz için. Beğenmiş olmanıza sevindim. Hep renkli, masalsı ve keyifli zamanlarınız olsun. En iyi dileklerimle..
Sil