02 Mayıs, 2020

KÜBA’YA HOŞGELDİNİZ !


Uzun süredir listemizde olan bir yerdi Küba, nihayet fırsat yaratabilmiştik eşimle. Toronto’da olduğumuz bir dönem; 2020 yılı, Şubat ayının sonları… Hem coğrafi olarak nispeten yakınız, hem de gitmek için uygun bir ay. Zira Aralık ile Nisan ayları arası öneriliyor, aşırı yağış ya da kasırgaya denk gelmemek için.

Bir tur şirketi üzerinden ayarladık gezimizi. Burada Türkiye’dekinden farklı bir uygulama var; geziniz gideceğiniz ülkede başlar ve orada sona erer; yani uçak bileti, havaalanı -otel- havaalanı transferlerini ayrıca ayarlamanız gerekir ki bunu da acentanız yapabilir sizin için. Böylece erken gidip, geç dönmek de seçenekler arasındadır.

Küba’nın doğusu hariç, önemli bir çok yeri kapsayan, 7 gece 8 günlük bir turdu bu; başkent Havana’dan başlayıp, Havana’da sonlanan. Konaklama İspanyolca “Casa Partikulares” denen, evlerin otele dönüşmüş şekli, yani pansiyonlarda olacaktı; lokal insanlarla kaynaşmanın bir yolu olarak da özendiriliyordu bu durum.

Pazartesi günü başlıyordu turumuz. Sabah erkenden çıktık yola. Toronto’dan yaklaşık üç saatlik bir uçuş sonrası, Küba’nın tatil beldelerinden biri olan Varadero’ya indik. Varadero’da bir işimiz yoktu aslında, uçak saati daha uygun olduğu için acentamız öyle yönlendirmişti bizi. Hemen oracıkta bekleyen aracımızla, bir saati biraz aşan bir sürede ulaştık Havana’da kalacağımız pansiyona…

Aranızda çok daha fazlasını bilenler, detaylara hakim olanlar çoktur eminim, ancak Küba tarihi ve önemli şahsiyetleri hakkında kaba bir özet yapmak istiyorum önden; gitmeden önce ve döndükten sonra okuduklarım, izlediklerim ile gezerken öğrendiklerimi kendi süzgecimden geçirerek. Amaç, gezimizi daha anlamlı kılmak.

Malum, Dünyadaki birkaç komünist ülkeden bir tanesi Küba, devrimi ile meşhur. Ve bir ada ülkesi, Karayip Denizi’nde. 1492’de Kristof Kolomb adaya çıkmış ve yerli halka rağmen buraların İspanya Krallığına ait olduğunu iddia etmiş. Gerçekten de, dört yüzyıl boyunca, 1898’e kadar bir İspanyol sömürgesi olarak kalmış ada. Bu sömürgeden kurtulma yönünde savaş veren önemli isimlerden bir tanesi, Kübalı gazeteci- şair- yazar, devrimci José Marti. 1853-1895 yılları arasında yaşamış José Marti; halen çok sevilen, sayılan, anılan, bir çok yerde heykeli bulunan bir kahraman Küba halkı için.

1898’de Amerika- İspanya Savaşı sonucu, İspanyol sömürgesi olmaktan kurtulmuş Küba. 1899’da Küba bağımsızlığı ilan edilmiş, ancak ABD işgali altında! 1902 yılında ise, iç ve dış ilişkilerde söz sahibi olma, Guantanamo Körfezi’nde bir deniz üssü kurma şartıyla adadan çekilmiş ABD. Evet, Küba artık özgür bir ülke! En azından, bir an için öyle düşünülmüş.

Bir turizm cenneti olan ada, 1920’ler, 1930’larda Amerikan mafyasının oyun alanına dönüşmüş; ülkede rüşvet, yolsuzluk, sosyal adaletsizlik, örtülü diktatörlük hakim hale gelmiş zaman içinde.

1934’ten sonra askeri bir lider olarak, Fulgencio Batista perde arkasında etkili olmaya başlamış ülke yönetiminde. 1940-1944 yılları arasında Küba Devlet başkanlığı yapmış, peşine ABD’ye gitmiş. 1953 yılında ülkesine dönerek tekrar aday olmuş, ancak seçilemeyeceğini anlayınca kansız bir darbe ile ülke yönetimini ele geçirmiş. Batista, başlangıçta ABD karşıtı bir yol izliyor gibi görünse de, Amerikan mafyası onu da yönetir hale gelmiş. Küba’nın adeta ABD’nin kumar merkezi haline gelmesi, işsizlik, halkın büyük bölümünde yoksulluk, ekonomide dışa bağımlılık gibi faktörler, bu yönetime karşı da etkin bir muhalefet oluşmasına yol açmış.

1953’lerden itibaren, aslında zengin bir çiftçinin hukukçu oğlu olan Fidel Castro sosyal adalet savaşçısı olarak çıkmış ortaya. Politik lider vasıflı Fidel Castro, az  sayıda arkadaşıyla başarısız bir kaç darbe girişiminde bulunmuş mevcut yönetime karşı, hapis yatmış- çıkmış, sonrasında da devam etmiş sosyal adalet arayışına. Bu arada Arjantinli bir doktor olan ve Latin Amerika’yı motorsikletiyle dolaşıp, ezilen halkı gören devrimci Eduardo “Che” Guevara ile kesişmiş yolları. Che Guevara, Küba halkı için Fidel Castro’ya destek olma kararı almış; başlattığı gerilla hareketi, başka grupların desteği ve sayıları az da olsa uygulanan taktikler ile Batista’ya ağır darbe inmiş. Ve 1959’da ülkeyi terk etmek durumunda kalmış Batista. Sonrasında ise Fidel Castro dönemi başlamış Küba’da.

Evet; Küba Devrimi. Herkese eşit haklar taahhüt eden, eğitim, sağlık, barınmanın ücretsiz olduğu bir düzen. Köklü toprak reformu gerçekleştirilmiş ve Amerikalılara ait işletmeler millileştirilmiş. Tabii Amerikan ambargosu gelmiş peşine. Ekonomik zorluklar ve askeri güvence eksikliği, Sovyetler birliği ile sıkı ilişkileri başlatmış. 1970’lerde ekonomide toparlanma olsa da, 1990’lardan sonra Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Sovyet yardımının kesilmesi ile tekrar sıkıntıya düşmüş ülke. Ve halen 1970’lerdeki ivmeyi yakalayamamış durumda.

Arada Fidel Castro karşıtı gösteriler olmuş tabii. Demokratikleşme yönünde iyi niyetli adımlar atmaya çalışanlar çıksa da ortaya, hep engellenmiş. Ve halen tek parti var Küba’da: Küba Komünist partisi. Değişen sadece başkan. Yakın tarihe şahitlik etmiş olanlar bilir, yaklaşık elli yıl sonra, 2006’da kardeşi  Raúl Castro’ya devrediyor yönetimi Fidel Castro ve 2016’da doksan yaşında hayata gözlerini yumuyor. Kısa bir zamana kadar Raúl Castro devlet başkanlığını yürütüyor. Düzen hemen hemen eski düzen, ama yeni yeni ve ufak ufak özel mülkiyete izin veriliyor, işletmeler açılabiliyor. ABD ile ilişkilere gelince, Obama döneminde bir iyileşme umudu doğsa da, sonrasında yine kötüleştiğini biliyoruz.

*

Şimdi, ister misininiz birlikte gezelim? Hadi öyleyse, “Bienvenidos a Cuba!”. Küba’ya hoşgeldiniz!


HAVANA

Nerede kalmıştık? Evet, Varadero’da bizi bekleyen aracımızla Havana’daki pansiyonumuza gelmiştik. On iki milyon nüfuslu Küba’nın başkenti ve iki milyon nüfusu ile sadece Küba’nın değil, Karayiplerin en kalabalık şehri, Havana.

Rehberimiz ve tur grubumuzla buluşmamıza daha birkaç saat vardı. Bilenleriniz ve ziyaret etmiş olanlarınız vardır, bir Atatürk büstü var Havana’da. Heykeltıraş Metin Yurdanur tarafından 2008 yılında yapılmış bir eser. İlk işimiz, işte bu Atatürk büstünü ziyaret oldu; memleketten uzakta, manevi huzurundaymış gibi şükranlarımızı sunduk içimizden. “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” yazıyordu büstün altında, daha anlamlı bir söz var mı Dünyada!

                   Havana, Küba
    Atatürk Büstü; Havana, Küba
              Atatürk Büstü; Havana, Küba
                Havana, Küba

*

Daha sonra bir saatlik bir “bisiklet taksi” turu yaptık eşimle; “bicitaxi” deniyor burada. Şoförümüz, aynı zamanda rehberimiz İngilizce bilimiyordu; geçerken eski Havana’nın sokaklarından, eliyle önemli yerleri gösteriyor, İspanyolca adlarını söylüyor, biz de yapılara bakarak, söyleneni bildiğimiz diğer dillere benzeterek ve hayal gücümüzü kullanarak ne olduğun anlamaya çalışıyorduk. Aslında amaç, kendimizi pek yormadan, taş yollarda tıngır mıngır giderken şehrin havasını şöyle bir solumaktı. Gezdiğimiz yerler, şoförümüzün mahallesiydi aynı zamanda; herkesi tanıyor, selam veriyor, iki laf atıp öyle geçiyordu. O kadar tanıdık ki, evinin önünden geçerek annesine dahi el salladık! Dar sokaklar, balkonlarda asılı çamaşırlarıyla eski mi eski evler, evlerin önlerinde boş boş oturanlar, bisikletle dolananlar, okullarından sohbet ederek dönen şık üniformalı neşeli öğrenciler dikkatimi ilk çekenler arasındaydı.

                 “Bicitaxi”; Havana, Küba
                 Havana, Küba
                 Havana, Küba

*

Akşam sularında buluştuk rehberimiz ve gruptaki diğer on kişiyle; toplam 12 kişilik bir gruptuk yani. Hem tanıştık, hem ön bilgilenme oldu bizim için; “Küba’ya Giriş” dersi!

İlk öğrendiğimiz, Küba para birimiydi; “para birimleri” demek daha doğru aslında. Zira turistler ile halk farklı para birimleri kullanıyordu. Turistler “CUC” denilen değiştirilebilir (“convertible”) peso kullanırken, halk için Küba pesosu vardı. 1 CUC , 1 Amerikan doları karşılığındaydı, Küba pesosu ise yaklaşık yirmi beşte biri. Halkın banka hesabı yok, kredi kartı yoktu. Aklınızda bulunsun, sizin kredi kartınız da burada geçmiyordu. Aslında halkın parası tamamen sembolikti. 1960’ların başında kurulmuş Sovyetler Birliği sistemi halen devam ediyordu. Rus dükkanları ve her bireyin bir Rus kartı vardı; fasulye, şeker, pirinç gibi temel gıda maddeleri, çocuk ihtiyaçları bu dükkanlardan çok çok düşük sembolik ücretlerle alınıyordu, herkesin alabileceği miktar ise belliydi.

Internet derseniz, 2015 yılından beri vardı. Yerli olun, turist olun fark etmez, internet kartı almanız gerekiyordu; 1 saatlik kullanım 1 CUC’tu.

Yapacağımız turun ana hatları da öğrendiklerimiz arasındaydı, bir de ilk etapta gerekebilecek birkaç İspanyolca sözcük.

Giriş dersinin önemli konuları bitmişti; gerisini gezimiz sırasında görecek, duyacak, öğrenecek, gözlemleyecek ve deneyimleyecektik.

*

Eski Havana’da Küba’lı rehberimiz önderliğinde üç saatlik bir yürüyüş yaparak başladık ertesi güne. 1519’da, malum İspanyollarca kurulmuş şehir, orijinal adı “La Habana”. Yerlilerden kalma bir isim bu, ve geçen yıl kutlamış 500. yaşını şehir. 1982’de UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne dahil edilmiş Eski Havana.

Dört ana meydan gezdik, en eskisinden itibaren kronolojik sırayı takip ederek: Askeri Meydan, San Francisco Meydanı, Eski Meydan ve Katedral Meydanı. Her birinde durduk, özelliklerini öğrendik; sadece bu meydanlar değil, şehir ve Küba hakkında da yeni bilgilerle donandık.

*

Askeri Meydan (Plaza de Armas)

1520’den bu yana var olan bir meydan, askeri tatbikatların yapılageldiği yer. Heybetli bir ağacın gölgesinde durduk, dinlemek için rehberimizi. Kapok ağacı imiş bu, tropik bölgelere özgü. Öğrendik ki bu ağaçları kesmek yasakmış burada, milli ağaç, kutsal ağaçmış.

1555’de Korsanlara karşı yapılmış, sonradan Kraliyet Kuvvetleri Kalesi olmuş kale var meydanın kıyısında. Çevredeki birçok yapı ise 18.yüzyıldan kalma. Bunlardan birisi zamanında Santovenia Kontları Sarayı  olarak yapılan ve 1867’de otele dönüşmüş bir yapı, Santa Isabel Otel. Buranın ilk lüks oteli imiş, devrim sonrası 1997’de yeniden açılmış. Birçok ünlü kalmış bu otelde. En sansasyonel olanı da eski ABD başkanlarından Jimmy Carter; tabii Küba’ya başkan değil, eski başkan sıfatıyla gelmiş ve kalmış bu otelde 2002 yılında. Devrim sonrası ABD başkanı olarak ilk gelen ise Barrack Obama, yıl 2014. Ama bu iyi niyet sürdürülememiş sonrasında.

              Santa Isabel Otel; Havana, Küba
                     Havana, Küba

*

Buradaki sohbetimiz sırasında, Küba’nın en önemli gelir kaynağının Tıp olduğunu öğreniyoruz. Evet, Tıp. Doktor ihraç ediyormuş Küba, her yıl on binlerce doktor gönderiyormuş yurt dışına. Bu doktorlar askerlikten muafmış; hem yurt dışından maaş alıyor, hem de ülkedeki maaşları kalıyormuş. En çok da Venezuela’ya gidiyorlarmış.

Küba’da en çok ticari ilişkiler de Venezuela, Çin ve Rusya ileymiş.

İkinci gelir kaynaklarının turizm olduğunu söylüyordu rehberimiz ve sorumlu turizmi ilke edinmişlerdi. Gerçekten de çok güzel intibalarla ayrılacaktık ülkeden. Üçüncü gelir kaynakları nikel, bildiğimiz maden olan nikel idi. Dördüncüsü ise ihracat;  ananas, mango gibi tropik meyveler, puro ve rom; en çok Fransa, İspanya, Almanya’ya…

*

Bu bilgilerden sonra, Küba’nın en ünlü iki ürünü olan Puro ve Rom satış mağazasına girdik.

Biz “puro” deriz, başka diller başka adlandırır, ama İspanyolca’da da “Puro”. Saf demekmiş puro, İngilizcedeki “pure” gibi düşünün; sadece ve sadece tütün yaprağı kullanılıyor, hiçbir kimyasal içermiyor. Küba’da mağazalarda “Habanos” terimini de sık görürsünüz, bu da “İyi Küba purosu” anlamındaymış. “Bir adet  puronun fiyatı ne?” diye soracak olursanız da, tanesinin 3-5 dolardan 20 dolara kadar değiştiğini öğreniyorduk.

Puroların hepsinin el yapımı, kalitelerinin aynı olduğu, farkın etiketlerde olduğunu söyleniyordu. Yine de belli başlı markalar şöyleydi: Cohiba, Monte Cristo, Romeo & Juliet, Partagas ve Monterey. Bu arada, bunlardan bir kısmı aynı zamanda kullanan ünlülerle eşleştiriliyordu. Örn; Romeo & Juliet Churchill’in, Partagas Kennedy’nin, Monterey ise Al Capane’undu. Burada ilginç bir detayı vurguluyordu rehberimiz. Kennedy, Küba devrimi sonrası ambargoya imza atan ABD başkanıydı, ama imzayı atmadan önce bir konteyner dolusu puro getirtmeyi ihmal etmemişti kendisine.

                   Havana, Küba

Geleli Rom’a… Şeker kamışı üretimi çok eskiye, kolonyal döneme dayanıyor Küba’da. Ve Rom da şeker kamışından üretiliyor. “Havana Club” en ünlü Rom markası. Üç yıllık romlar daha açık renk, yedi yıllıklar koyu. Açık renk olanlar kokteyllerde kullanılırken, koyu olanlar yudum yudum içiliyor, tercihan buzla, öyle bir anda kafaya dikmek yok! Siz bunları biliyorsunuzdur ama benim gibi alkol kültürü düşük birisi için her bilgi yeni!  Bir şişenin fiyatı ise yılına göre yedi dolar ile onyedi dolar arasında değişiyordu.

                      Havana, Küba

Bu arada Küba’da alkol ve sigarada vergi olmadığını öğreniyorduk. Sigara da ucuz deniyor; 20’lik bir paketin fiyatı 70 sent. Sadece fikir olsun diye yazdım, Türkiye veya Dünya’nın diğer ülkelerindeki fiyatını bilmem, bilenler karşılaştırabilir.

*

San Francisco Meydanı

On altıncı yüzyıldan kalma, Ticari Meydan burası. Eskiden yiyecek, meyve, kölelerin ve hayvanların getirildiği yer. Şimdi sınırlı da olsa, gezi gemileri geliyormuş. Bu arada, Amerikan gemisi gelemediği gibi, “Amerikan toprağına deymiş” hiçbir gezi gemisi gelemezmiş Küba’ya. Gelen gezi gemileri Almanya ve Fransa ile sınırlıymış. Şık ve geniş bir meydan, turistik aktiviteler ve turistlerle dolu…


San Francisco Meydanı; Havana, Küba
San Francisco Meydanı; Havana, Küba

Meydanı çevreleyen yapılardan bir tanesi; 1909’dan kalma bir bina, Borsa binası olarak yapılmış, şimdi bazı şirketlerin genel merkezi. Önünde modern bir heykel, Sohbet (“De Convercation”) adında. Fransız heykeltraş Etienne tarafından 2012’de yapılmış. 

Sohbet (“La Convercation”), San Francisco Meydanı; 
Havana, Küba

Başka heykeller de vardı meydan ve çevresinde. UNESCO, her yıl önemli bir  sanatçının heykelini dikmekte imiş; Mozart, Chopin duyduklarım. Bir de gezerken gördüklerim var; Shakespeare ve Cervantes’in heykelleri gibi… Böylesine eski hali korunmuş bir bölgeye, yeni heykeller çok güzel yakıştırılmıştı.

Meydanda ayrıca bir kilise, önünde oynayan küçük öğrenciler dikkati çekiyordu. İspanyol kıyafetleri içinde, belli bir ücret karşılığında sizinle fotoğraf çektirmeye can atan hanımlar da süslüyordu meydanı. Müzik yapanları da unutmamak lazım. Zaten turist olarak nereye gitseniz, hazır bekleyen bir grup olur, sizi görür görmez de başlarlar tıngırdatmaya. Ayrıca üniformalı beyler de dolanıyordu meydanda; devrim vurgulanmak istenirmiş bu şekilde.

Kilise, San Francisco Meydanı; Havana, Küba
Havana, Küba
           San Francisco Meydanı; Havana, Küba

*

Eski Meydan (Plaza Vieja)

Zamanında yeni meydan diye anılırken, daha yenisi yapılınca “Eski meydan” olmuş adı. On yedinci yüzyıldan kalma, Kültürel Meydan burası da. Her biri ayrı renk, şık, bakımlı, güzel binaları ve ferahlığı ile dikkat çekici. “Cafe el Escorial” adlı kafe’si, Madonna’nın üç yıl önce doğum gününü kutlamış olduğunu öğrendiğimiz, “La Vitrola” adındaki özel işletme restoran, burada vurgulanan yerlerdi. Bir de ilkokul vardı; yine meydanda oynayan, daha doğrusu beden eğitimi dersi yaptıkları söylenen çocuklarıyla cıvıl cıvıl.

Eski Meydan; Havana, Küba
Eski Meydan; Havana, Küba
Eski Meydan; Havana, Küba
Eski Meydan; Havana, Küba

*

Buradaki bir heykel dikkat çekmeyecek gibi değildi; dev bir horoz, üzerinde çıplak bir kadın ve kadının elinde yine dev bir çatal. Sembolizm örneği muhtemelen, ama neyi sembolize ettiğini ben bilemedim.

Eski Meydan; Havana, Küba

*

Eski meydandan ayrılıp, bölgenin en önemli caddelerinden birisi olan, araç trafiğine kapalı Obispo Caddesinde (“Calle de Obispo”), bir köşede durduk. Pembe renkli binayı vurguluyordu rehberimiz, bir otel burası: Hotel Ambos Mundos. Pulitzer ve Nobel ödüllü Amerikalı yazar Ernest Hemingway’in uzun yıllar 511 nolu odasında kaldığı  ve önemli eserlerini kaleme aldığı oteldi burası. 1930’larda önce balığa meraklı birisi olarak gelmiş, çok sevmiş, 1940’a kadar bu otelde kalmış, sonrasında da bir yazlık alarak, devrime kadar Küba’da yaşamıştı Hemingway.

Hotel Ambos Mundos; Havana, Küba
Shakespeare Heykeli; Havana, Küba
Cervantes Heykeli; Havana, Küba

*

Katedral Meydanı

Burası da dini meydandı, ve adı üzerinde bir katedral vardı. Özel törenler bu meydanda yapılıyordu. Son üç papa halka buradan seslenmişti. Ve devrim sonrası Noel kutlamalarına ara verildiği, 1997’deki ilk kez kutlamanın da burada gerçekleştiğini öğreniyorduk. Küba’da din deyince bir kısmının Katolik, bir kısmının protestan olduğunu söylüyordu rehberimiz, önemli bir kısmı ise "Santeria" denen Küba-Afrika dinini benimsemişti; ben ise pek dindar olmadıklarını okumuştum bir yerlerden.

   Katedral Meydanındaki Katedral; Havana, Küba
Katedral Meydanındaki Katedral; Havana, Küba
Katedral’den meydana bakış; Havana, Küba
     Katedral Meydanı; Havana, Küba
                 Katedral Meydanı; Havana, Küba
                 Katedral Meydanı; Havana, Küba

*

Eski Havana’da üç saatlik yürüyüş turumuzu bitirmiş, sıra otobüsümüze binip, Havana’dan ayrılmaya gelmişti. Deniz kıyısındaki caddede bekliyordu otobüsümüz, hemen karşı kıyıda beyaz, dev bir heykel duruyordu. “Havana’lı İsa” (“Christ of Havana”) idi bu, bir de hikayesi vardı. Batista çok hastalanmış, eğer iyileşirsem şehre herkesin göreceği dev bir İsa heykeli yaptıracağım diye adamış. Ve de iyileşmiş. Heykeltıraştan istediği heykelin boyu 60 m, ama sanatçı, “60 m yapamam, 20 m yapabilirim, onu da 40 m yükseğe yerleştiririm ve herkes görür” demiş. Batista da kabul etmiş. Heykel yapılmış ama, bitişi Küba devrimi sonrasına kalınca, Batista için yapılan heykelin, Fidel Castro için yapıldığı söylenmiş.  Yalnız heykelin iki eline öyle şekil verilmiş ki bir elinde puro, diğerinde rom bardağı tutarcasına; “ İşte Küba’lı İsa” diyordu rehberimiz...

               “Christ of Havana”; Havana, Küba
“Christ of Havana”; Havana, Küba


Gezinin son günü tekrar gelmek üzere ayrılıyorduk Havana’dan. Sıra, iki gece kalacağımız Viñales’e gitmeye gelmişti. Otobüsümüz 24 kişilikti, biz ise malum 12 turist ve bir rehber. Bu, tüm tur boyunca iki kişilik koltukta tek kişi seyahat edeceğimiz anlamına geliyordu ki, pek rahat oldu doğrusu.



HAVANA’dan VİÑALES’e

Sadece birkaç saat sürecekti yolculuk, yine de iki molamız oldu.

Hareket ettikten kırk beş dakika sonra, Soroa’da “Don David” adlı açık mekan restoranda durduk. Burası geleneksel yiyeceklerden oluşan bir öğle yemeğini yediğimiz yerdi. Ne mi vardı menüde? Balık, domuz, lahana salatası, yukka adlı bitki, hem buraya özgü fasulyeli pilav, hem beyaz pilav, ve muz kızartması. Hepsi ortaya kondu, herkes istediğinden istediği kadar aldı, biraz hafifti ama Allah ne verdiyse, oydu işte… Açık hava, yemyeşil ortam ise keyifliydi.

Peşine yine bir kırk beş dakikalık yolculuk sonrası Soroa orkide bahçesine (“Orquideario Soroa”) vardık, aslında botanik parkı demek daha doğru; başlangıçta orkideleri görüyorsunuz ama, sonrasında bölgeye özgü çeşitli ağaçların, bitkilerin olduğu dev bir park. Lokal rehber eşliğinde gezdik burayı. 1943 yılında kurulmuş olduğunu öğrendik parkın. Orkidelerin farklı zamanlarda açan yediyüz türü olduğunu, üçyüz çeşit palmiye bulunduğunu, otuz çeşitten fazla mango çeşidini duyuyorduk; ama sadece burada değil, tüm dünyada muhtemelen.

Orkide bahçesi; Soroa, Küba
 Orkide bahçesi; Soroa, Küba


VIÑALES

Viñales, Küba’da “Pinar de Rio” bölgesinde 27 bin nüfuslu bir kasaba. UNESCO Dünya Miras listesinde olan bir yer. Kendine özgü coğrafyası, tütün tarlaları, organik tarımı ile ünlü.

Gelir gelmez evlerimize yerleştik. Lokal insanların otele dönüştürülmüş evleri olduğu için konaklama yerlerimiz, hepimiz farklı yerlerde kalıyorduk. Peşine karargah dediğimiz ana evin önünde buluşup, oryantasyon turuna çıktık rehberimizle. Hem kasaba hakkında bilgilendik, hem de ihtiyaçlarımızı karşılayacak yerler ve akşam yemeği için restoran önerileri aldık.

İki tarafında geniş kaldırımların yer aldığı geniş bir ana caddesi vardı Viñales’in. Etraftaki çoğu pansiyon olan evler ise tek katlı ve her biri ayrı güzel renkteydi. Ayrıca restoranlar ve mütevazi dükkanlar da eksik değildi.

José marti heykeli ve kilisenin olduğu küçük bir meydanda durduk. Bir de “kültür evi”nin mevcut olduğunu duyuyorduk burada; halkın resim, müzik, dans öğrenebileceği. Her yerleşim yerinde olurmuş bu kültür evlerinden. Bu küçük meydan, aynı zamanda internete kablosuz bağlanma noktasıydı.

Evet, Küba’da kablosuz internet kullanmak istiyorsanız, önce bir telefonunuz olmalı, sonra bittikçe yenisini satın alacağınız bir telefon kartınız, bir de böyle bağlantı noktası. Ama istediğiniz hızda ve her istediğiniz siteye girme garantiniz yok!

                               Viñales, Küba

Her gün sabah yedi, akşam yedi arası kurulan bir de pazar vardı Viñales’te; ona da uğradı isteyenlerimiz. Küba’ya özgü eşyalar, hediyelikler ve resimlerin ön planda olduğu renkli ve turistik bir pazardı.

          Pazar yeri; Viñales, Küba
Pazar yeri; Viñales, Küba
              Pazar yeri; Viñales, Küba
              Pazar yeri; Viñales, Küba

*

Ertesi sabah, yerel rehberle kırsal bölgeyi keşfetme günüydü. Biz yürümüştük, ama bisiklet ve atla gezme imkanı da vardı bölgede, ve özellikle bu yönü ile de ünlüydü Viñales.

Ana caddeyi kesen bir sokağa daldık; kıyısında her biri pansiyon olan renkli boyalı evler,  hemen ilerisinde yemyeşil tarlalar vardı. Ve arka fonda buraya özgü, kireçtaşı yamaçları dik, üstleri yuvarlak  “Mogotes” denilen tepeler…

Viñales, Küba
Viñales kırsalı, arkada “Mogotes” denilen yöreye özgü dağlar, Küba

*

İlk ziyaret yerimiz bir tütün tarlası oldu. Sahi, tütünün Dünyaya Küba’dan yayıldığını biliyor muydunuz? Evet, ilk yetiştiren ve kullananlar buranın yerli halkı, daha sonra İspanyollar tarafından yayılmış Avrupa’ya tütün.

Viñales, Küba’da en kaliteli tütünün yetiştiği yermiş. Demirden zengin kahverengi toprağı var. Hiçbir kimyasal kullanılmıyormuş yetiştirilirken, organik tütün yani!

Tütün yılda bir kez toplanırmış, o da Küba kışında. Çiçeği kesilir, tohumlar yine ekilirmiş. Elle tek tek dikilen tütün, yine elle tek tek toplanırmış. Peşine başka detaylar; toplandıktan sonra çubuklara asılıp, üç ay kurutulması, üzerine aroma ve hafif tat verecek karışım püskürtülmesi ve fermentasyona bırakılması gibi. Emek yoğun bir iş yani. Üçgen çatılı, dışı sazlık kulübelerin içinde tutuluyordu yapraklar, kasırgaya karşı da koruyucu oluyormuş bu yapılar.

Sarılmadan önce yaprakların damarları tek tek ayıklanıyor, ve yine tek tek elle sarılıyordu, o ünlü Küba puroları. Bir puro farklı tütün yapraklarından sarılıyordu, ve içindeki iki ya da üç yaprağın mutlaka Viñales’ten olduğunu söylüyordu lokal rehberimiz.

Yetişen tütünün yüzde doksanınını devlete vermek zorundaymış çiftçi, geriye kalanını kullanabilir, turistlere satabilirmiş. “Peki geriye ne kadar kalıyor?” diye soruyordu rehberimiz ve yanıtlıyordu: “Yüzde kırk!”, “Matematik burada biraz farklı işler…” diye de ekliyordu; yarı şaka, yarı ciddi, ama çiftçinin kendisini biraz kolladığını vurgulayarak.

Tütün bitkisi; patates, domates, biber ile aynı familyadandı. Aklıma patlıcan geldi; hani çok duyarız ya, “patlıcanda nikotin var” diye. Lokal rehberimize sordum, ama o “patlıcan” sözcüğüne uzaktı, ne olduğunu bilmiyordu. Eve dönüp, internetime kavuşunca baktım ki bütün o sayılanlar Patlıcangiller (“Solanaceae”) ailesindenmiş, patlıcan dahil! Lüzumsuz bilgiler dağarcığıma bir bilgi daha eklenmişti…

Tütün tarlası, fonda yöreye özgü tepeler; Viñales, Küba
Tütün tarlası ve demirden zengin kahverengi toprak; 
Viñales, Küba
Kurutulmakta olan tütün yaprakları; Viñales, Küba
Kurutulmakta olan tütün yaprakları; Viñales, Küba


Bu bilgilendirmeler sonrası, oradaki bir yetiştiricinin evine konuk olup, tütünün sarılışını, yani puro yapımını izledik. Yaklaşık aynı boyda bir demet tütün yaprağı elle sıkıştırılıyor, farklı bir yaprakla paketleniyor, sonra da daha farklı bir yaprakla rulo haline getiriliyordu. İçerken külün düşmemesi ise bir kalite göstergesi idi.

Sarılmaya hazır tütün yaprakları; Viñales, Küba

*

Hayatımda değil içmek, tütün ve ürünlerini ağzıma koymuşluğum yoktur, ki bununla da gurur duyarım; ama Küba’da bu kadar ünlü bir ürünle fotoğraflara poz vermemek olmayacaktı, tabii yine ağzıma sürmeden!

Sadece şov amaçlıdır, Lütfen denemeyiniz! Viñales, Küba

*

Küba kahvesinin de çok kaliteli olduğunu söylemişti rehberimiz; hatta Jamaika’dan sonra, en iyi kahvenin burada yetiştiğini… Küçük bir kahve çiftliğini de ziyaret ettik. Kahve bitkisini üzerinde henüz tomurcukları ve çiçekleri varken gördük. Bir de oturup acı kahvelerini içtik.

Viñales, Küba
Kahve bitkisi ve çiçeği; Viñales, Küba
Kahvemiz; Viñales, Küba

*

Epey güneş altında kalmıştık. Bir çardağın altında dinlenmeye gelmişti sıra. Değişik içecek seçeneklerinden  ben “Coco loco”yu tercih ettim; hindistan cevizi kabuğu içinde hindistan cevizi suyu, ananas suyu ve bal. Arzu edenler içine rom da koyabilir. Bu arada, bizde rakıya yakıştırılan lakab, burada Rom için kullanılıyordu: R vitamini.

“Coco loco” içer misiniz? Viñales, Küba

*

Epey yorulmuş, epey de keyif almıştık. Öğleden sonra serbest programdı.

Önerilen iki yer vardı, Viñales’te ziyaret edilebilecek. Birisi kısaca “Mural” dedikleri “Mural de la Prehistoria”, diğeri ise “Mağara” dedikleri “Cueva del Indio” idi. Grupta başka gönüllü yoktu, ziyaret edemedim. Ama yine eve dönünce baktım ki gayet keyifli, güzel yerler.

Mural”, yani “Mural de la Prehistoria”, Tarih öncesi duvar resmi demekti. Viñales’e sadece 4 km uzaklıkta. Dağın çıplak yamacının boyanmasıyla oluşturulmuş, 120 metre genişliğinde dev bir eser. Evrimi simgeleyen bu eserde dev bir salyangoz, dinazor, deniz canlıları  ve insanlar resmedilmişti. 1961’de onsekiz kişinin dört yıl çalışması ile tamamlanmış olduğunu okudum. Fotoğraflarına bakınca da rengarenk ve çok fotojenik duruyordu.

Mağara” ise, Viñales’e beşbuçuk kilometre uzaklıkta bir yer, 1920’de keşfedilmiş. Evet mağara, bir de akan suyu var ve siz kayıklarla mağarada tabanında bir gezinti yapabiliyorsunuz. Değişik ve eğlenceli bir aktivite gibi duruyor.

Ben görmesem de, vakti olanlara öneri olsun diye yazayım istedim bu iki yeri.

*

Akşam yemeği hep birlikteydi. Organik bir çifliğe ait “El Paraiso” adlı restorandı gittiğimiz; Viñales’in uçsuz bucaksız yeşilliğini, kendine özgü tepelerini uzaktan görmeye imkan veren bir yer. Temiz havayı içimize çekerek hem gün batımını izledik, hem de lokal rehber tarafından buradaki organik tarım hakkında bilgilendirildik. Yemeğimiz ise, yüzde doksanı burada yetişmiş organik ürünlerle hazırlanmıştı; “Bahçeden tabağa” yani.

                 “El Parasio” Organik çiftlik ve restorandan manzara; Viñales, Küba
“El Paraiso” Organik Çiftlik ve Restoran; Viñales, Küba

*

Viñales, doyamadığımız bir yer oldu. Her Küba turistinin mutlaka görmesi, yaşaması gereken bir yer. Döndüğümde, Türkiye’den yapılan turlara baktım, Viñales’i içeriyor mu diye. Extra günübirlik gezilerde geçiyordu adı. Olur da yolunuz düşerse Küba’ya, sakın atlamayın burayı, hatta fırsatınız varsa birkaç gün kalın bence.

Viñales’i bizim için ayrıca güzel yapan bir şey de kaldığımız ev ve ev sahipleri idi. “Lokal insanlarla kaynaşmanın bir yolu olarak da özendiriliyor” demiştim ya pansiyonlarda kalmayı, zaten bu bölgede farklı seçenek yoktu. Ama iyi ki de yokmuş! Ev sahiplerinin İngilizceyi yarım yamalak bilmeleri, bizim İspanyolcayı hiç bilmememize rağmen, iyi niyetli yaklaşımlar hemen fark ediliyordu. Bir öğleden sonra verandada dinlenen eşime meyve soyup getiren ev sahibi hanım, yine evin verandasında bir akşam üzeri kitap okumaya çalışan beni uzaktan görüp de, sakat ayağına rağmen koşup, okuma lambası  bulup getiren ev sahibi bey, hep hatırlanacaklar. Tabii bir de evimizin hemen yanındaki muz bahçesi…


ÑALES’ten CIENFUEGOS’a,

Sırada bir gece kalacağımız Cienfuegos vardı. Sabah erkenden çıktık yola. Tüm tur boyunca en uzun yolculuğumuz olacaktı bu, ama tabii ki bol molalı.

Otobüs yolculuğumuzun ilk iki saatinde öyle uyumak falan yoktu; çünkü İspanyolca öğrenilecekti. Rehberimiz tarafından verilen A4 kağıdının önü ve arkası ispanyolca temel sözcükler, terimler, işimize yarayabilecek sorular ve yanıtlarla doluydu. Önce telaffuz hakkında kısa bilgilendirme oldu; orası kolaydı, çünkü Türkçedeki gibi her harf bir sesdi. Sonrasında da eğlene eğlene yazılanları hep birlikte okumaya, öğrenmeye çalıştık. “Şimdi aklında ne kaldı” dersiniz? “…….”… Anladım ki “Öğrenmenin yaşı yoktur” ama, öğrenemenin yaşı vardır!
*

Onbeş dakikalık mola sonrası, iki buçuk saatlik bir yolculuk daha vardı. Otobüste Fidel Castro ile ilgili bir belgesel izlenerek değerlendirildi bu zaman. Ölmeden birkaç yıl önce Miami’de yapılmış bir belgesel; adı “Fidel”. Zira “Fidel Castro” “Castro” ya da “kumandan” diye anılmak istemez, sadece “Fidel” densin istermiş; belgeselin adı da öyle olmuş. Küba’da ismi hiçbir yere verilmemiş, heykeli ya da büstü de yok; bunu da istememiş özellikle.

Mezarı Küba’nın doğusunda yer alan önemli ve en büyük ikinci şehri Santiago de Cuba’da imiş Fidel’in. Bu da iki nedenle; birincisi devrim hareketine ilk burada başlamış olması, ikincisi ise idolü olan José Marti’nin mezarının burada bulunması.

*

Bu arada yeni bir bilgiyle karşılaşıyorduk: Küba’da inek eti çok kıymetli, ve inek öldürmek yasak. Cezası yirmibeş yıl hapis. “Neden?” derseniz, Sovyetlerin çökmesi ile ülkede başlayan ekonomik sıkıntılar yüzünden insanlar inekleri kesmeye başlamışlar. Bakılmış ki inek popülasyonu gitgide azalıyor, o zaman yasak getirmiş devlet. Ve halen geçerli. Bugün dahi ineği olan çiftçi, kendi ineğini kesemez, çünkü onda devletin hakkı var. Eceliyle ölürse, devlet gelip uygun miktarını alıyor. Lütfen aramızda kalsın, ama bazen köylüler veterinerlerle anlaşıp, “eceliyle” öldürüyorlarmış inekleri!

*

Öğle yemeği molasından sonra  kırk dakikalık bir yolculuğumuz daha oldu. Ve durağımız; Domuzlar Körfezi.

Kim hatırlıyor Domuzlar Körfezi’ni?

Yıl 1961. Çoktan devrim olmuş, ama ABD hiç de memnun değil; Fidel Castro’yu devirmek istiyor. ABD’ye kaçmış Castro karşıtı Kübalıları örgütleyerek teknelerle Küba’ya gönderiyorlar. Karaya çıkacakları yer Domuzlar Körfezi. Ancak üç gün içinde bozguna uğratılıyor istilacılar. Yani, Amerika’nın Castro’yu devirme harekatının suya düştüğü, başka bir deyimle Küba’nın ABD’yi bozguna uğrattığı yer!

Bu arada, ABD’nin Fidel Castro’dan kurtulma çabaları hiç bitmemiş. Castro’nun en az altıyüz suikast girişiminden kurtulduğunu duymuşsunuzdur belki de!

Dönelim Domuzlar Körfezi’ne; şimdi insanların yüzmek için geldikleri bir sahil burası.

Bizim gelme nedenimiz de, isteyenlere bir saatlik bir yüzme fırsatı vermek. Denize girebileceğiniz sahil dışında, sahile yakın “mağara” dedikleri bir yer daha var. Burası kıyıyla bağlantısını göremediğiniz, sahilden içe doğru oluşmuş, turkuvaz suları olan küçük bir lagün aslında.

Ben bu bir saat içinde hiç ıslanmamayı, çevrede dolanmayı ve fotoğraf çekmeyi tercih ettim. Fotoğraf makineme eski Amerikan arabaları, ve üzerindeki şekilleri çok anlamlı bulduğum tuvalet tabelaları takıldı!

Biz “Eski Amerikan arabaları” diyoruz ama, rehberimiz “Küba Arabaları” demekte ısrar ediyordu. Devrim sonrası ülkeden kaçanların bıraktıkları arabalar bunlar; motorları çoktan Çin’den gelen parçalarla değişmiş, kimbilir kaç kez boyanmış, Küba’ya özgü olmuşlardı…

                         Domuzlar Körfezi, Küba
Tuvalet tabelası ve park yeri; Domuzlar Körfezi, Küba
Tuvalet tabelası; Domuzlar Körfezi, Küba



CIENFUEGOS

Cienfuegos, 1819 yılında kurulmuş bir şehir, adanın güneyinde, deniz kıyısında. İkiyüzüncü yaşını kutlamış geçen yıl, nispeten yeni yani. Adayı İspanyollar keşfetmiş ama, bu şehri kuranlar Fransızlar. Amaçları kahve yetiştirmekmiş, toprak elverişli çıkmamış sonradan. Ancak getirdikleri zarif mimari etki ile 2005 yılında UNESCO Dünya mirası listesine girmiş burası.

Daha önce olduğu gibi, hemen bir oryantasyon turuna çıktık.

Bir tarafı gidiş bir tarafı geliş caddenin ortasında, bir ucu sahile varan, genişçe bir yürüyüş yolu vardı. Araçlara ayrılan yoldan çok daha genişti bu yürüyüş yolu. Oturmak için bankların yanı sıra, çeşitli heykellerle de süslenmişti. Bunlardan birisi de Küba’nın önemli müzisyenlerinden Benny Moré heykeliydi.

Geniş yürüyüş yolu; Cienfuegos, Küba
Geniş yürüyüş yolu ve Benny Moré heykeli; 
Cienfuegos, Küba
                        Cienfuegos, Küba
              Cienfuegos, Küba

*

Ana Meydan, José Marti Marti Meydanı ya da Parkı adını almıştı. José Marti’nin de bir heykeli vardı tabii ki. Belediye binası, Milli müze, Tomas Terry Tiyatro salonu, sanat galerileri, kilise, kültür evi, okul, birkaç dükkan ile çevriliydi meydan. Ve kablosuz bağlanma noktası görevi yapıyordu.

İnternetin kendileri için önemini özellikle vurguluyordu rehberimiz; her aileden en az bir kişinin yurt dışında olduğunu, arkadaşlarından da bir tek kendisinin burada kaldığını söylüyordu.

Eğitim ücretsiz Küba’da, üniversite dahil. Peşine mecburi hizmet var, dört yıl. Ve üniversite mezununun aylık maaşı 25 dolar, hayır sıfır falan unutmadım, yazı ile “yirmibeş dolar”! Eğitim, sağlık, barınma için bir ödeme yapmıyorsunuz, temel bazı gıdalar devlet tarafından veriliyor, hani belki aç kalmazsınız ama “hayat bundan mı ibaret” diye sorgulayabilirsiniz.

İnternet bir yandan yurt dışındaki akrabalarla haberleşmeyi sağlıyor, bir yandan da farklı dünyalara şahitlik edilmesine yol açıyordu. Ve anlıyordum ki, fırsat yaratabilecek bir çok kişi, yurt dışına gitme hayali peşindeydi, özellikle gençler. Aslında kimse vatanını terk etmek istemez; ama özgürlük, demokrasi ve refah arayışıydı bu…

José Martı Parkı ve José Marti Heykeli; Cienfuegos, Küba
Belediye Binası; Cienfuegos, Küba

*

Ertesi gün ayrılıyorduk Cienfuegos’tan; ama önce şehrin sembolü haline gelmiş, mimari gururu bir yapıyı görecek, gezecek ve terasında birşeyler içecektik. Valle Sarayı (Palacio del Valle) burası. 1913-1917 yılları arasında inşa edilmiş. Kayınpederinden kalma bir arsa üzerine zengin bir adam inşa ettirmiş; malzemeler İtalya ve İspanya’dan. Ama 1919 yılında kalp krizinden vefat edince, eşi ve sekiz çocuğu İspanya’ya gitmiş. Sonraları kumarhaneye dönüştürülmek istense de, 1953’lerden itibaren başlayan devrim hareketi nedeniyle mümkün olmamış bu. Devrim sonrası ve şu anda kumar zaten yasak.

Muhtemel başka amaçlarla da kullanılıyordu ama, şimdilerde doğumgünü kutlamaları için popüler bir yerdi. Özellikle kız çocuklarının onbeş yaş doğum günleri önemliydi; kolonyal dönemi çağrıştıran giysilerle karşılıyorlardı yeni yaşlarını burada.

Hem dışarıdan bakıldığında, hem içerisi gezildiğinde ince işçilik, detay, estetik ve zerafetin fark yaratmış olduğu görülüyordu. Terasında ise güzel deniz manzarası. Bir saat kadar oturduk, sohbet ettik. Bir de limon suyumuzu içtik, isteyenler R vitamini ile birlikte…

Bu arada, kumar yasak demiştim ya Küba’da, en ünlü oyunlarının domino olduğunu da iliştireyim buraya.

         Palacio del Valle; Cienfuegos, Küba
Palacio del Valle; Cienfuegos, Küba
             Palacio del Valle; Cienfuegos, Küba
“Palacio del Valle” terası; Cienfuegos, Küba



TRINIDAD

Küba’nın en kolonyal şehri olduğu söyleniyor Trinidad için. 19.yüzyılda yoğun olarak şeker kamışı yetiştirilen yer, hatta o dönem dünyada en fazla şeker üretilen yer Küba. Afro-Kübalılar’ın da yoğun olduğu bir bölge burası; zamanında şeker kamışı tarlalarında çalıştırılmak üzere getirilen Afrikalı kölelerin torunları.

Bitişiğindeki 12 km.lik şeker fabrikaları vadisi (“Valle de los ingenios”) ile birlikte  UNESCO Dünya Miras listesine girmiş Trinidad, 1988’de.

Her gittiğimiz yerde olduğu gibi, burada da oryantasyon gezisine çıktık. Şimdiye kadar gezdiğimiz yerlerden daha sıcak ve nemli olduğunu duymuştuk; arnavut kaldırımlar ve çatılardan dolayı hapsolan ısı nedeniyle…

Plaza Mayor (Ana Meydan) ilk durağımız oldu. İspanyol kolonyal mimarisini yansıtan açık hava müzesi konumunda bir yer. Çok da fotojenik; Arnavut kaldırımı sokakları, şık binaları, kilisesi, sanat galerileri, İspanyol merdivenleri ve sizi gezdirmek için bekleyen faytonları ile…

Plaza mayor; Trinidad, Küba
Plaza mayor; Trinidad, Küba
Ana meydan’da fayton; Trinidad, Küba
İspanyol merdivenleri; Trinidad, Küba

*

Öğleden sonra, zorunlu salsa dersimiz vardı, kaytarmak da yoktu! Bir saatlik derste temel salsa adımlarını öğrendik; pek de eğlendik doğrusu. Birkaç gün sonra  veda yemeğimizde profesyonel bir salsa gösterisine şahitlik ettiğimizde, eşim kulağıma şöyle  fısıldayacaktı; “Bu bizim yaptığımız salsaya hiç benzemiyor!!!”. Aslında bizim yaptığımız, salsaya benzemiyordu! Biz birinci dersi görmüştük, onlar muhtemelen binbeşyüzüncü, biz ayaklarımızı nereye koyacağımızı öğrenmiştik, onlar her eklemlerini oynatmayı… Benzemeyecekti tabii ki!
*

O akşam grup yemeği yoktu normalde, ama rehberimiz ertesi günkü müzikli akşam yemeğini bugüne çekti. Neden mi? Eşimin doğum günü diye. Ben yanımda mumlarımı getirmiştim, meğer rehberimiz de kimlik bilgilerimizden olsa gerek biliyordu, ve gizlice teyit ettirdi bana. Pastayı bile ayarladı, benim ısmarlamama da bir türlü izin vermedi. Mütevazi bir yemek, mütevazi bir pasta, ama içten bir doğum günü kutlaması oldu hep birlikte.
*

Ertesi sabah eşimle fayton gezisi yaptık. Ama taş yollara denk gelen zamanlar çok zorluydu inanın, kemiklerim birbirinin içine geçti sanki! Hiç kimseye önermiyorum bunu!

Öğleden sonrası için çeşitli seçenekler vardı. Tüm grup plajı tercih edince, hep birlikte otobüsümüzle Ancón Plajı’na (“Playa Ancón”)  gittik. Pek iyi geldi bu yarım günlük deniz, güneş, kum ve tembellik molası. Küba’nın bu güzelliğini de görmüş olduk.

Playa Ancón; Trinidad, Küba
                  Playa Ancón; Trinidad, Küba


Bu arada deniz ürünleri ile de ünlü Trinidad, aklınızda olsun.

Ayrılmadan önce makineme takılmış birkaç fotoğraf daha paylaşayım sizinle Trinidad’dan; şehrin turistik ana meydanı dışındaki yerleri hakkında da fikir versin.

“Gourmet Vista” adlı restoran’dan gün batımı; Trinidad, Küba
Pansiyondan sokak görüntüsü; Trinidad, Küba
Trinidad, Küba
Sokakta oynayan çocuklar; Trinidad, Küba



 SANTA CLARA

Santa Clara, Che Guevara’nın mozolesini ziyaret edeceğimiz yerdi. Trinidad’dan iki saatlik yolculukla varılıyordu. Yolda İtalyan belgesel film yapımcısı tarafından hazırlanmış Che belgeselini izledik. Bir çoğumuzun duymuş olduğu  “Comandante Che Guevara” (Kumandan Che Guevara) şarkısı ile başlıyordu belgesel. Başlığı ise “Hasta de victoria siempre”, yani “Zafere kadar daima”; bu da Che’nin ölümsüz sözü idi.

Tüm Dünya’da devrimin simgesi olmuş Che’yi anlatmak bana düşmez. Ama kabaca bakacak olursak; Ernesto Guevara adıyla doğmuş 1928’de, Arjantinli  varlıklı bir ailenin oğlu. Daha Tıp fakültesine öğrenci iken, motorsikleti ile Güney Amerika’yı baştan aşağı gezmiş. Halkın yoksulluğuna, ezilmesine, sömürülmesine şahitlik etmiş. Birçok Latin Amerikalıya nazaran entelektüel, çok okuyan biri. Ekonomik eşitsizliği ortadan kaldırmanın tek yolunun devrim olduğuna inanmış, ve hayatını buna adamış,  bu yolda vermiş.

Küba devriminden sonra Küba’da İçişleri Bakanlığı ve Hazine Başkanlığı yapmış olsa da, bir dönem sonra, diğer ülkelerdeki devrimci hareketlere katılmak üzere ayrılmış Küba’dan.  Bolivya ise 1967’de CIA tarafından yakalanıp, Bolivyalı askerlerce infaz edildiği yer olmuş.

Bolivya’da yakalanıp, öldürüldükten sonra mezarı gizli tutulmuş, unutulup gideceği düşünülmüş belki de. Ama yıllar sonra yapılan araştırmalar ve DNA analizleri ile hem Che, hem de Bolivya’da ölenlerin kimlikleri tespit edilmiş. Naaşları 1997’de Küba’da, Santa Clara’ya getirilerek, hepsine mezar yapılmış.

İşte biz de bu mezarı,  ayrıca Che müzesini ve anıtını görecektik.

Kapalı bir alandaydı mezarlar. Taş duvar üzerine her birinin kabartma portresi yapılmış ve birer kırmızı karanfil iliştirilmişti yanlarına. Che’ninkinde ise ayrıca yansıtılan yıldız şeklinde bir ışık; hani o ünlü fotoğraftaki beresinde bulunan yıldızdan…

Müzede sergilenenler arasında ise doktor önlüğü, asker giysisi, silahları, telefonu, radyosu, saati, fotoğrafları ve fotoğraf makinesi vardı; fotoğraf çekmek ise yasaktı.

Müzedeki radyo, Küba devrim harekatı sırasında kullandığı radyoydu. Aslında askeri açıdan Batista’ya nazaran çok zayıf durumdaydılar, ama bulduğu korsan kanalla Che, Küba halkına sesleniyor, başarıya yakın olduklarını bildiriyor, daha fazla destek topluyordu. Ve Batista kaybettiğini düşünerek kaçtı ülkeden.

Mozole ve müzeden sonra meydandaydık. İnanılmaz büyük bir meydan; Devrim meydanı. Her yerleşim yerinde varmış bir Devrim meydanı, burası da Che’ye adanmıştı; Che Guevara meydanı. Ve meydana bakan Che Guevara anıtı; yüksekçe bir taş üzerine yerleştirilmiş kocaman bir heykeli, altında da o ünlü sözü. Hemen yanında taş üzerine kabartma resimlerle hayatından sunulan  kesitler.

       “Che” Guevara anıtı; Santa Clara, Küba
 “Che” Guevara anıtı; Santa Clara, Küba

*

Burada yeni birşey duyuyordum; hepimiz “Che” diye biliriz Ernesto Guevara’yı, “Che”nin Kübalılar tarafından verilmiş bir ad olduğunu, İngilizcedeki “dude” ile eş anlamlı, yani “dost” olduğunu söylüyordu rehberimiz. Evet, “Che” adı sonradan verilmişti; internet araştırmam Kübalılar tarafından verildiğini de destekliyordu, ama “Bolşevik” (Çoğunluktan yana) anlamına gelen “Chebol”ün kısaltması olduğu da okuduklarım arasında idi. Hangisi doğru bilemem, içtenlikle verilmiş bir isim olduğu ve Kübalılar tarafından çok sevildiği bir gerçek. Bugün dahi Küba’daki okullarda “Hepimiz Che gibi olacağız” diye ant içiliyor.


HAVANA, yeniden

Santa Clara’dan sonra bir saatlik bir yolculukla açık havada çok güzel bir öğle yemeği yedik. Peşine birbuçuk saatlik yolculukla Havana’ya geri geldik.

Ziyaret yerimiz bu sefer Havana’daki Devrim Meydanı idi; çok çok geniş bir meydan. İçişleri Bakanlığı Binası üzerinde Che’nin portresi, başka bir binada ise yine devrim harekatına katılmış, sonrasında bir yıl Silahlı Kuvvetler Komutanlığı yapmış Camilo Cienfuegos’un portresi dikkat çekiyordu. Ve bu kocaman meydanda çok uzaktan José Marti Anıtı ve heykelini de görüyorduk.

İçişleri Bakanlığı Binası, Devrim Meydanı; Havana, Küba

*

Havana’da bizim geçirdiğimiz süre kısaydı; ama tabii ki isteyenler birkaç gün daha kalabilirdi, tur programı dışında. Neler yapılabilinir diye düşününce, Eski Amerikan arabaları ile şehir turu, ilk aklıma gelen. Biz Atatürk büstünü ziyaret etmiş, grupça Eski Havana’yı gezmiş, Devrim Meydanı’na bir göz atmıştık ama, Devrim müzesi, Güzel Sanatlar müzesi de görülmesi gerekenler yerler arasında sayılıyordu. Bir daha yolum düşecek olursa, daha detaylı bir araştırma yapabilirim tabii ki.
*

Akşam tüm grubun katıldığı veda yemeği ile Küba Turumuz sona erdi. Bu, bizim için ertesi gün yine Varadero üzerinden Toronto’ya dönüş demekti.

Küba, Dünya’da en çok ziyaret edilmek istenen ülkeymiş. Bunu başarabildiğimiz için şanslıydık. Çok da güzel bir programdı üstelik, çok yönlü ve dolu dolu. Bir çok merakımızı gidermiş, öğrenmiş, eğlenmiş, ama tabii ki yeni sorularla dönmüştük.

Bir başka yazıda buluşana kadar, sağlıcakla kalın. Özgürlüklerin ve demokrasinin kıymetini bilme dileğiyle…
*
KARAYİPLER’le ilgili diğer yazılarım;

- MEMNUNİYET ANKETİ YAPAN ÜLKE; BAHAMALAR için lütfen tıklayın

-“HAİTİ KÜLTÜR TURU!” için lütfen tıklayın

-“MEKSİKA’DA KONUK OLMAK; COSTA MAYA VE COZUMEL” için lütfen tıklayın

-“DENİZLERİN CAZİBESİ; ALLURE OF THE SEAS” için lütfen tıklayın


15 yorum:

  1. Sevgili Diler
    Kenan ve ben tam 1,5 saatte sindire sindire okuduk yazını.Her zamanki gibi renkli, neşeli ve öğretici idi. Görmüş gibi olduk ama heyecanımız daha çok arttı.2020 Kasım ayında gitmeyi planlamış ve Tur ile ön anlaşma yapmıştık. Şimdi gidebilmeyi daha çok istiyorum. Çok güzel bir seyahat yazısı, aklına, gönlüne, ellerine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ediyorum Tatlı Jale'm, okuduğunuz ve bu güzel yorumun için. İlk fırsatta gidebileceğinizi umuyor ve keyifli seyahatler diliyorum. Her daim çok güzel, renkli, neşeli zamanlar... Kocaman sevgiler:)

      Sil
  2. Sevgili Diler,
    Belgesel tadında gezi notlarını büyük bir keyifle okudum. 2018 'de gittiğim Küba gezisini anımsadım, dikkatimden kaçan pek çok şeyi öğrendim. Ellerine, yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler Sevgili Nalan, hem okuduğun, hem de bu değerli yorumun için. Her zaman keyifli gezmelerin, mutlu zamanların olsun. En iyi dileklerimle...

      Sil
  3. Çok faydalı blog olmus .. Ben de sizi bloguma beklerim. Sevgiler... ozgunbilge.blogspot.com

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Ben de hemen gezindim blogunuzda; gayet güncel, hayata dair, elinize, emeğinize, aklınıza sağlık. İlk fırsatta detaylı okuyacağım. En iyi dileklerimle..

      Sil
    2. çok teşekkür ederim <3 başarılar dilerim

      Sil
  4. Küba'ya gitmiş kadar oldum. Üslubunuz gayet akıcı ve güzel. Naçizane tavsiyem geziyi bölümler halinde yayinlasaniz 1.gün sonuna 2.gün diye link verseniz daha iyi olur diye düşünüyorum. Face de gördüm yazı linkini ilgimi çekti. Sonuna kadar okumadan bırakamadım. Saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler; hem zaman ayırıp okuduğunuz, hem de bu güzel yorumunuz için. Yorumunuz çok değerli; açıkçası farkındayım ama, hikaye bütünlüğünü bozmak çok işime gelmiyordu şimdiye kadar, ama tekrar değerlendireceğim, en azından bundan sonraki yazılarımda. Tekrar teşekkürler. En iyi dileklerimle.

      Sil
  5. Sevgili Diler Hanım,
    Yazınızı tadına vara vara okudum. Evlerden çıkamadığımız şu günlerde Küba sokaklarında dolaştım, gülümsedim. Elinize, emeğinize sağlık. Güzellikleri ve huzuru paylaşmayı bilen insanlara ne mutlu! Yeni yazılarınızda buluşmak dileğiyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fatma Hanım'cım, çok teşekkür ederim; hem okuduğunuz, hem de bu değerli yorumunuz için. Güzel ve huzurlu günler diliyorum ben de size. Sevgiyle ve sağlıcakla kalın.

      Sil
  6. Küba'yı tarihinden gezisine tüm detayları ile çok güzel anlatmışsınız.
    Atatürk bir çok ülke tarafından değeri fark edilmiş bir lider, Küba'nın da meydan ayırmış olması gurur verici. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ediyorum; okuduğunuz, değerlendirdiğiniz ve bu değerli yorumunuz için. Evet, biz de çok gururlandık Atatürk büstünü ziyaretimizde; ziyaretimiz sonrasında dahi Türk olduğumuzu duyan Kübalıların da "Burada Atatürk büstü var, biliyor musunuz?" demeleri ayrı bir gurur kaynağı oldu bizim için. Tekrar teşekkürler ve en iyi dileklerimle...

      Sil
  7. Renkli, masalsı ve keyifli Küba rehberiniz için teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ediyorum; hem okuduğunuz, hem de bu değerli yorumunuz için. Beğenmiş olmanıza sevindim. Hep renkli, masalsı ve keyifli zamanlarınız olsun. En iyi dileklerimle..

      Sil