26 Mayıs, 2015

TAZE TAZE VENEDİK


Venedik. Herkes bilir kanallar ve gondollar şehri olduğunu. Benim fazlasını öğrenmem iki yıl önce Angelina Jolie ve Johnny Depp’in başrollerde olduğu “Turist” filmini izlememle oldu. Hem film umduğumdan çok güzeldi, hem de Venedik umduğumdan farklı.

Daha önceleri bir şehir hayal ediyordum, içinde kanallar, kanalların etrafında eski evler, gondollar, başka bir şey canlanmıyordu gözümde. Aslında etrafının denizle çevrili olduğunu, kimi kanalların çok geniş olduğunu, muhteşem güzel yapılar barındırdığını fark etmem bu film sayesinde oldu. Hem sürükleyici, güzel bir film izlemiş, hem de Venedik’i şöyle bir gezmiş olmuştum.

Ama önüme bir Venedik fırsatı daha çıktı. Canlı canlı Venedik.

*

Kızım, okulunun korosu ile 8-12 Nisan 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan “Uluslararası Koro Müziği Festivali”ne katılmak için Verona’ya gidecekti.  Bu benim için de tatil demekti. Nereden aklına geldi bilmiyorum ama eşim de bir yerlere, daha doğrusu Venedik’e gitmeyi teklif etti. Aslında öyle çocuksuz, iki kişilik tatil muhabbetimiz pek yoktur, epey şaşırdım, ama program yapmaya da başladım.

*

Bir ay vardı gitmemize. Araştırmalarım sonucunda, dört gün Venedik’te kalmak yerine, etrafta farklı yerleri de değerlendirmenin uygun olacağı fikrine kapıldım. Ve iki gün Venedik’ten sonra, iki gün de Garda gölünün güneyinde yer alan Sirmione kasabasını gözüme kestirdim. Bu vesile ile ayrıca Verona’ya da yakın olacak, orayı da gezebilecek, kimbilir belki de sonu da olsa festivali yakalayabilecektik.


*

Venedik otelimiz “NH Collection Venezia Palazzo Barocci”. Adını öğrenmem epey zamanımı aldı, ama kısaca “Palazzo Barocci” diyorlar, o da çok kolay sayılmaz ama idare eder. Hem Venedik’in ana caddesi olan Büyük Kanal’ın kıyısında, hem de Venedik’in olmazsa olmazı San Marco meydanının yakınında. Böyle karar vermeme yine ön araştırmalarım yol açmıştı.


*

İstanbul’dan yaklaşık iki saatlik uçuşla geldik Venedik Marco Polo havalimanına. Oradan da sekiz kişinin paylaştığı deniz taksi ile yaklaşık 35 dakikalık bir yolculukla tam otelimizin önünde yer alan Sant Angelo iskelesinde indik.

Bu deniz taksi ayarlamasını da daha gitmeden internet üzerinden yapmıştım. En geç 48 saat kala yapmak gerekiyor rezervasyonu. Ama otelimiz o kadar merkezi bir yerde imiş ki, havalimanından kalkan “vaporetto”, ki deniz  ulaşımında kullanılan toplu taşım aracına verilen ad bu, zaten tam otelimizin önünde duruyormuş.

 
Venedik; otelimizin önünden Büyük Kanal ve karşı kıyının görünümü, 
ve şehirde bolca görebileceğiniz bir “su seviyesi ölçeği”

*

Neyse, öğleden sonra 15.00 sularıydı otele geldiğimizde. Girer girmez “prosecco” ikramıyla karşılandık, o bölgenin köpüklü, tatlı şarabı. Venedik’te yapılacak işler listemde yer alıyordu bu prosecco tadımı, gelir gelmez bu görevi tamamlamam pek iyi oldu, pek de beğendim doğrusu.

Eşyaları odaya attık, kendimizi de dışarı. Otelimiz, dıştan bakınca eski bir yapı olduğu belliydi, ama içi yepyeni ve tertemizdi. 1677 yılında Sant Angelo Tiyatrosu imiş burası, hatta Antonio Vivaldi’nin kariyerine başladığı yer. Odamıza girdiğimizde otel yöneticisinin bize yazdığı mektupta yer alıyordu bu bilgiler, öğrenmek pek hoşuma gitmişti doğrusu.

Venedik; Otel “Palazzo Barocci”, 
Kahvaltı salonunun tavanı

*

Önceden çalışmışım dersimi, ilk gün gidilecek yerler San Marco Meydanı ve Rialto köprüsü. Resepsiyondan aldığımız harita ile koyulduk yola, ki haritayı pek kullanmadık.

Labirent şelinde yollar, kanallar, köprüler, biraz ilerleyince küçük küçük meydanlara geliyorsunuz ve burada hem San Marco meydanını, hem de Rialto köprüsünü gösteren oklar var. Gidiş kolay yani, ama geri otelin yolunu bulmak derseniz, kaybolmadan zaten olmaz. Bu da bir Venedik klasiği, Venedik’in özelliği ve güzelliği. Arada hep farklı yollara sapmak ve kaybolmak. Farklı sokaklar, farklı kanallar, farklı köprüler ve farklı evler görmek için fırsat doğuruyor bu size.

Binaların kimi krem, kimi sarı, kimi kiremit rengi boyalı, kimisi zaten taş ya da tuğla. Hepsi tarih kokuyor. Eski ama estetik, pencerelerin önü çiçekli, kimi pencerelerde çamaşırlar asılı. Kimi evlerin önünde küçük tekneler var, araçlarını park etmişler yani.
 
Venedik; ara kanallardan biri
Venedik; yüzlerce köprüden biri
Venedik; Büyük Kanal’a açılan ara kanallardan biri

Venedik; çiçeksiz olmaz

Venedik; çiçekler ve çamaşırlar

*

“Piazza San Marco”, yani San Marco Meydanı kocaman bir meydan; 175m boyunda, 82m eninde... Venedik’in en turistik yeri, oldukça kalabalık.

Buradaki belli başlı yapılar San Marco Kilisesi, Dükler Sarayı ve Çan Kulesi. Etraf ayrıca restoranlar, kafeler ve dükkanlar ile dolu.

Venedik; San Marco Meydanı
Venedik; San Marco Meydanı ve 
meydandaki kafelerden birisi

*


San Marco meydanı ve yapıları hakkında bilgilendirildiğiniz ve içlerine sıra beklemeden girebildiğiniz bir kaç saatlik rehberli turlar var. Böyle bir tur almak iyi fikirmiş sonradan düşününce, ama biz ihmal ettik. Yapıların içine girmedik, ama elimdeki kitaplardan ya da internetten araştırdım aklıma takılanları.


*

Palazzo Ducale”, yani Dükler Sarayı, fiziki açıdan birçok değişim geçirmiş olsa da yüzyıllar boyunca Düklerin ikametgahı ile yönetim yeri olmuş Venedik Cumhuriyetinde.

Evet, “Venedik” deyince aklımıza şehir geliyor. Ama tarihe bakınca 1100 yıllık bir Cumhuriyet. Venedik’te ilk yerleşim 4. yüzyılda gerçekleşmiş. 686’da ise ilk dük seçilmiş. Ve 43 tane dük gelmiş geçmiş. 1797’de Napolyon’un Venedik’e girmesiyle Cumhuriyet yıkılmış ve 1866’da Birleşik İtalya’ya katılmış Venedik.

Venedik’in Ortaçağ ve Rönesans’ta sanat ve ticaretin merkezi olduğunu, senfonik müzik ve operanın gelişiminde de büyük rol aldığını hatırlatmakta fayda görüyorum.

 “Basilica di San Marco”, yani San Marco Bazilikası,  MS 829 yılında Aziz Marcos’un kalıtlarının İskenderiye’den çalınarak Venedik’e getirilmesiyle, Dükler Sarayı’nın yanına bir şapel olarak yapılmış. Önce dükler için yapılan bu şapel, daha sonra imparatorluğun en kutsal yeri olmuş. Bilmiyordum, belki bizim kültürümüze uzaklığından, belki benim cehaletimden, kimdir San Marco diye de araştırdım. İsa’nın gezici vaizlerinden ve incil yazarlarından. San Marco’nun’in simgesi “Kanatlı Aslan” da şehrin sembolü olmuş.

Bir başka yapı, “Campanile di San Marco”, yani Çan kulesi. Venedik’in en yüksek yapısı. Boyu 100 m. Yıllar içinde atış kulesi, çan kulesi ve deniz feneri olarak kullanılmış. Geçmişte yıkılıp, 1902’de yeniden yapılmış. Zaten bütün kuleler ya yıkılmış ya da yan yatmış, yüksek yapıya uygun değil zemin.

Ayrıca bir de  “Torre dell’Orologio”, yani Saat kulesi ve Astrolojik saat yer almakta meydanın bir kenarında.

Venedik, San Marco Meydanı; 
Solda Astrolojik Saat, Sağda San Marco Bazilikası
Venedik; San Marco Bazilikası
Venedik; San Marco Bazilikası

Venedik; solda Çan Kulesi, sağda Dükler Sarayı’nın bir kısmı 

Venedik; Şehrin simgesi “Kanatlı Aslan”, 
Rıhtımda şehrin girişini temsil eden iki 
sütundan birinin üzerinde yer almakta, 
üstüne de her yerde bolca bulunan  güvercinlerden 
ikisi konmuş

*

Dükkanlar ve kafeler var demiştim. Kafelerin en ünlüsü “Caffè Florian”. Canlı müzik var her zaman. Hem duymuş hem de okumuştum, “Aman çok pahalı, sakın gitmeyin” diye. Döndükten sonra internette bir hesap fişinde gördüm, yaklaşık bir kahvenin fiyatı kadar, 6 avro da müzik dinleme fiyatı eklenmiş adisyona. Tabii bu beklenti içinde olmayan bir turist için şaşırtıcı olmuş ve kazıklanmış olma hissini yaşatmıştır. Ama siz bunu bilerek gidin. Ben daha sonradan öğrendim, dünyanın en eski “Caffè”si olduğunu... 1720’den beri orada... Bu muhteşem bir şey değil mi? Kimler gelmiş, kimler geçmiş... Goethe, Charles Dickens benim bildiklerim. Tarih boyunca çok ünlü şair ve edebiyatçıların buluştuğu bu mekanın ve her köşesinin tadını çıkarın imkanınız varsa, sefanız olsun bence.
*
Meydandan az uzaklaşınca deniz kıyısına varıyorsunuz, Adriyatik Denizi, aslında Adriyatik Denizi’nin uzantısı olan Venedik Lagünü. “Riva degli Schiavoni”, yani Slav Rıhtımı deniyormuş buraya, ben sadece “Rıhtım”  diyeceğim. Yine yürümek için bol bol fırsat var, yine kafeler, restoranlar, yine çok kalabalık... Ama keyifli bir ortam, deniz kıyısı ne de olsa.

Ayrıca San Zaccaria iskelesi de burada, toplu taşım araçlarına binmenin mümkün olduğu bir yer. Biraz daha yürürseniz, kalabalığın gittikçe azaldığını fark ediyorsunuz ve oklar Arsenale’i gösteriyor, bir zamanlar dünyanın en büyük tersanelerinden birisi olan Arsenale’i... Ama biz Rıhtım’da kalıyoruz.
*
 
Venedik; San Marco Maydanından rıhtıma çıkış, Rıhtımdaki iki sütun, şehrin girişini temsil ediyor
Venedik; Rıhtım’dan görünüm
Venedik; Rıhtım’da Bekleyen Gondollar
Venedik; Deniz’deki kazıklar

*

Burada ünlü bir de köprü var, Son Nefes ya da Ahlar Köprüsü, orijinal adıyla “Ponte dei Sospiri”. Venedik’teki 400 köprüden birisi ama özellikle ünlü. Geçmişte suçlular hapishaneye bu köprü üzerinden geçerek giderler ve son kez Venedik’e bakarak “Aaahhh” ederlermiş. Ben o zaman farkında değilim, Ahlar köprüsünü görmedik diye “Ah" ederek döndüm eve, ama baktım önünde fotoğraf bile çektirmişiz, hangi köprü olduğunu bilmeden...

Venedik; Ahlar Köprüsü

Venedik; eğik duran bir kule

*

  Görmediğimiz bir yer de Fenice tiyatrosu oldu, listemde vardı, ama atlamışım. Bunu gerçekten atlamışım, döndüğümde öyle önünde çekilmiş bir fotoğraf da bulamadım.  Venedik’in en büyük Opera binası. 1997’de yanmış, 2006’da ise onarılarak yeniden hizmete sunulmuş.


*

Rıhtımda oturduk, biraz atıştırmalık yanı sıra spritz de denedik. Bu bölgede popüler olan turuncu renkli, meyveli, tatlı, alkollü bir içecek spritz. “Denedik” diyorum, aslında eşim içti, ben onunkinden denedim. Benim bir çok alkolle ilişkim genellikle hep deneme dozundadır. Bu da listemde vardı, tanışmış oldum.

Venedik; Bölgenin ünlü içeceği “spritz”

Venedik, Ünlü maskeler


*

  Aaa... Bir de Güvercinler... Her yerde.. Çektiğim fotoğraflara sonradan baktığımda, girmişler karelere uçarlarken, ben farknda olmadan. Bazen de  bile bile çektim fotoğraflarını. Oturmuş çerez yiyip, birşeyler içerken bir boşluk buldular, “kışt” demediğimizi görüp yüz bulunca da, daldılar bizim çerezlere, sonra da tünediler yanımızdaki sandalyenin üstüne.

Venedik; Güvercinler her yerde, bizim çerezleri yerken, 
bir yaklaşıyorlar, kovmazsan yerleşiyorlar
Venedik; aynı masayı paylaştığımız güvercinlerden biri


*

  Güvercinli bu dinlenme sonrası ver elini Rialto köprüsü. Yine oklar sizi yönlendiriyor. Bu köprü Büyük Kanal üzerinde yer alıyor, Venedik’in en eski köprüsü, 1591 yılında yapımı tamamlanmış. Üzerinde 24 adet dükkan, etrafında kafeler, restoranlar var. Shakespeare’in Venedik Tüccarı adlı eserindeki olaylar burada geçiyormuş. 


*

Akşam yemeğimizi Rialto köprüsü yakınındaki bir restoranda yedik. Eşim daha önce başka bir yerlerde yiyip beğendiği, bizim memleketimizde olmayan bir balık söyledi, ingilizcesi “codfish” (morina balığı), ama tek parça halinde değil de yemeği yapılmış bir şekilde geldi. Tadına baktım, sert ve yemesi zevksiz birşeydi. 

Ben ise yine daha önce methini duyduğum Venedik’e özgü yemeklerden birisi olan, italyanca adı ile “Sarde in saor” sipariş ettim. Tatlılı ekşili sardalya, içinde üzüm, fıstık var. Benim damak tadıma uydu. Bu şekilde yapılacaklar listesinden bir maddenin daha üzerini çizmiş oldum, hem de hüsrana uğramadan.


*

Venedik; Büyük Kanal’dan Rialto Köprüsü’nün görünümü

Venedik; Büyük Kanal’ın kıyısından Rialto Köprüsü’nün görünümü
Venedik; Rialto Köprüsü’nden Büyük Kanal’ın bir kısmı


*

  Yarım günden azdı ama epey yürümüş olduk. Telefonumdaki adım ölçer, 18 bin adım attığımı söylüyordu. Akşam 21.00 gibi yattım, ertesi sabah 08.00’e kadar deliksiz uyumuşum.


*

İkinci gün ilk işimiz Gondol turu oldu. Bir serenad denk getiremedik ama yarım saatlik çok keyifli bir turdu. İki kişiydik sadece. Ancak gondollar altı kişiye kadar alabiliyorlar. Bazen şarap da ikram ediyorlarmış, bize denk gelmedi. Zaten birşeylar kaçırmama çabası içinde gözlerimi dört açmış, bir elimde fotoğraf makinası, bir elimde not defteri, birşeyler içebilme durumu yoktu kendi adıma. 

Bir ara Büyük Kanal’a çıktıksa da genellikle küçük, dar ara kanallarda dolandık, çeşit çeşit evlerin yanından, yine çeşit çeşit köprülerin altından geçtik.

Gondollar 11 metre uzunluğunda, hafiften bir yana eğik, muz şeklinde uzun kayıklar. Yapımında yedi çeşit ağaç ve 800’den fazla parça kullanılırmış. Dışları hep siyahtı, lake gibi parlak, belki lake, içleri ise kırmızı döşeli, yer yer altın renkli süslemeler içeriyordu.

Venedik; Dinlenmekte olan bir gondolcu

400 adet Gondol varmış Venedik’te. Gondol kullanmanın epey maharet istediğini fark ettik. Tek kürek ile ayakta kullanılıyor. Bir yandan etrafı inceliyor, bir yandan da gondolcunun bu işi nasıl yaptığını, daracık köşelerden nasıl döndüğünü gözlemlemeye çalışıyorduk. Gondol kullanma kursları da olduğunu okumuştum gitmeden, aslında ciddiye almalı ve değerlendirilmeliymiş. Eğlenceli olabilirdi.

Venedik; ara kanallardan biri, yoğun bir trafik
 
Venedik; Evinin duvarında oturmuş elmasını yerken

*

   Venedik’te zemin çamur. Üç kat çam kütüklerle sağlamlaştırılmış 118 ada üzerine kurulmuş şehir. Halen de çökme tehlikesi altında.

1966’da büyük bir su baskını geçirmiş. 1996’da ise son 30 yılın en ciddi su baskınını... Sonraları da kış aylarında su baskını tehditleriyle karşı karşıya kalmış hep, deniz seviyesinin yükselmesi ve sualtı kaynakların azalması nedeniyle. Çeşitli tedbirler alınma girişimleri olduğunu duydum, bir kısmının da halen tartışıldığını biliyorum, ama son olarak ne yapılıyor bilgim yok. Amaç, batmaktan kurtarmak Venedik’i.

Sonra bir an gözümün önünden geçiyor gördüğüm, bildiğim batık şehirler. Neler yaşanmış oralarda da, neler yok olmuş! Ama çok yazık olur bu güzel şehre inanın..


*

Gondol sefasından sonraki hedefler Murano ve Burano adalarıydı. İkiz çocuk adları gibi, değil mi? Yok öyle bir şey. Venedik’in en popüler adalarından iki tanesi, ama birbirlerinden ayrı konumdalar.


*

Murano adası, Venedik’e çok yakın, küçük bir Venedik daha adeta. Yakın bir kıyıdan binerseniz yol on dakika sürüyormuş, biz Rıhtım'daki San Zaccaria iskelesinden bindik, yanılmıyorsam 25 dakika kadar sürdü yolculuğumuz. Üç durak ismi vardı inilebilecek gibi, biz bilinçsiz bir şekilde, ilk durakta attık kendimizi dışarı. Çok da önemli değilmiş sonradan anladığım kadarı ile.

Camlarıyla ünlü olduğunu biliyordum, ama nerede göreceğiz acaba diye düşünürken, indikten 3-4 metre sonra bir fabrikanın girişinde ilgililer bekliyormuş, cam işçiliğini görmemiz için buyur ettiler bizi.

Bir girdik, o ne kalabalık! Ben diyeyim “seksen”, siz deyin “yüz”! Bizden önce epey insan avlamışlar! Ortada bir cam işçisi çalışıyor, etraftaki banklarda turistler oturuyor, yanlarda takım elbiseli iki adam ise anlatıyordu. 10 dakikalık bu demo sonrası teşhir ettikleri ve sattıkları ürünlerin yanına yönlendirdiler. Bir çoğu oldukça güzel ürünler. Galeri gezer gibi gezmek güzeldi, ama satın alıp,  eve getirme konusunda ilgimi çekemediler.

Fotoğraf çekilmesini de istemedi bu takım elbiseli abiler, ama ben o görevi çoktan yapmıştım! Murano’ya gittiğimi öğrenen canım arkadaşlarımdan birisi az önce “WhatsApp”dan bana, yıllar önce yeni evli Murano’da gezerken bir avize beğendiğini, ancak alamadığını ve aklının kaldığını yazmıştı. Ona fotoğrafı da olsa bir avize göndermese miydim?

Murano camından yapılmış bir avize

  Venedik’te cam üretimi 10. yüzyılda başlamış, ancak yangın çıkarma tehlikesi düşünülerek 13. yüzyılın sonuna doğru tüm ocaklar Murano’ya taşınmış. Yüzyıllar boyunca sır olarak kalmış cam işçiliği burada. Ayna yapımı da uzun yıllar sadece Venedik’te gerçekleşmiş. “Venedik aynası” diye satılan gösterişli aynaların anlamını anladım artık...  Günümüzde ise sır falan kalmadı, malum. Benim için ise “Paşabahçe ‘forever’”.


Neyse, 40-45 adet Cam fabrikası varmış, daha doğrusu “kalmış” artık Murano’da...


Yıllar önce, bir İtalyan kasabasından esinlenilerek yapılmış bir otelde konaklamıştık Las Vegas’ta, “Bellagio” Otel. Girer girmez tavandaki renki cam çiçekler dikkatimi çekmiş ve beni çok etkileyen bu tavandan başlamıştım fotoğraf çekmeye. Şimdi Murano’daki camları görünce de “Acaba?“ dedim, araştırmadan da duramadım. Evet, Murano camlarıymış onlar. Kime ne? Ama beni mutlu etti bağdaştırmak.
.

Venedik, Murano
Venedik, Murano

Venedik, Murano

Venedik, Murano; yosunlar ve deniz kabukluları

*

Burano adası, Venedik’e Murano’dan biraz daha uzakta. Venedik’ten direk gidebileceğiniz gibi, Murano’dan da ulaşım var. Biz Murano’dan gittik. Dantelleri ve renkli boyalı evleriyle ünlü. Bir rivayete göre genellikle balıkçılık yapan erkekler, evlerine döndüklerinde kendilerininkini kolay bulsunlar diye her ev ayrı renge boyanmış. Ama bence şirinlik, güzellik ve de özellik olsun diye yapılmış bir şey. Süper de iyi olmuş.

Venedik, Burano
Venedik, Burano
Venedik; Burano adasının Ünlü Dantelleri
Burano’da Güvercinler

Burano’da biraz dolandıktan sonra Venedik’e döneceğimiz “vaporetto” saatine kadar biraz zamanımız vardı. Tam iskelenin karşısında, önünde kuyruğu eksik olmayan bir mini restoran var. Kalamar, patates kızartması, pizza, spagetti, salata gibi yiyecekler sürekli hazır. Kraker kıvamında yenilebilir bir tabakta sunuyorlar kalamar ve patatesleri. Ben eşimden biraz daha fazla dolanıp geldiğimde kalamar-patates yerken buldum onu, sonuna doğru da eşlik ettim, ama daha çok da tabağı yedim.

Deniz mahsüllerini pek sever eşim, anlar da bu işten. Tam puan verdi bu kalamarlara, aklınızda olsun: Burano adası, iskelenin hemen karşısı.

Burano adası; iskelenin tam karşısındaki restoran
Burano, restoran
Burano, restoran

Burano restoran; kalamarlar epey yenmiş, 
tabak da biraz kırılmış

*

Hepsini gezemeyecektik, önceliği diğerleri kaptı, ama iki popüler ada daha var benim bildiğim Venedik etrafında, yerleşim olan. Torcello ve Lido. Torcello Venediklilerin ana karadan göç ettikleri ilk ada, içinde mozaikleriyle ünlü bir ortaçağ katedrali barındırıyor. Lido ise sahili olan, denize girilebildiğini duyduğum uzunca bir ada, Venedik’e çok yakın. Ama yine de buralarda denize girilemezmiş gibi geliyor bana nedense!

*

Listemizde olan adaları da tamamlamıştık. Akşam üzeri küçük tekne ile Büyük Kanal (Canal Grande) gezisine gelmişti sıra. Bu, sabahtan ayarladığımız bir saatlik, rehberli bir turdu. Okumuştum birşeyler, kendi kendimize gezmiştik kısmen, ama bu da çok iyi oldu, fazladan epeyce bilgi edindik rehberimiz sayesinde. Rehber şart!

Büyük Kanal  4 km uzunluğunda, 30 ila 70 metre eninde, derinliği ise en fazla 5 metre. Bahsetmiştim, Venedik’in ana caddesi. Kıyısında saraylar dolu, iki yüzden fazlaymış saray sayısı. Farklı mimari stillerde; “Gotik, Barok, Rönesans dönemi mimarisi, Bizans tarzını görmek mümkün” diyordu, gösteriyordu ve anlatıyordu rehberimiz. Bu tarzları biraz çalışıp, sizinle de paylaşayım istedim, ama boşuna... Bir tez konusu olduğunu fark edip, vazgeçtim bu sevdadan.

Marco Polo’nun evi de Büyük Kanal kıyısında. Marco Polo, 13. yüzyılda 20 yıl boyunca Moğol imparatoru Kubilay Han’a hizmet etmiş ve Çin’de özgürce dolaşabilen ilk Batılı gezgin olmuş. Hangi ara oturdu bu evde,  çocukluğunda mı, gezip döndükten sonra mı bilemeyeceğim, ama 12. yüzyıldan kalma bir yapıymış be ev Büyük Kanal kıyısında.

Venedik, Büyük Kanal; Marco Polo’nun Evi

Hemen sonra bir kumarhanenin yanından geçtik. Bu da var yani Venedik’te.

Ayrıca Venedik’in tek yedi yıldızlı oteli de Büyük Kanal kıyısında, geçen yıl George Clooney’in evlendiği otelmiş. Rehberimiz bir dolu şey anlatırken ruhsuz ruhsuz dinleyen yol arkadalarımızı uyandırmak için güzel bir haber oldu bu.

Venedik; Büyük Kanal’ın kıyısı, Venedik’in tek yedi yıldızlı oteli

Büyük Kanal üzerinde ilk yapılan köprü Rialto köprüsü demiştim. Birisi nispeten yeni olan üç köprü daha var. Bunlardan biri, Accademia köprüsü, İitalyanca adı ile Ponte dell’Accademia, ahşap bir köprü, adı akılda kolay kalan cinsten. Diğer iki tanesini ise notlarıma bakarak yazacağım: Ponte degli Scalzi ve 2006 yılında yapımı tamamlanan Ponte della Costituzione (Ponte di Calatrava). Oh be... Zor oldu... Rialto’yu bilin yeter, üç tane daha var, toplam dört tane sonuçta. Bu arada, İtalyanca “Ponte”nin “Köprü” olduğu da anlaşılıyordur her halde.

Venedik’teki yer adlarından bahsederken, ilk önce orjinal İtalyanca adlarını verdiğim dikkatinizi çekmiş, belki de sinirleriniz bozulmuştur. Benim de az sinirlerimi bozmamıştı gitmeden önce araştırırken. Bir çok kaynakta sadece İtalyanca adını veriyor, aklımda birşey kalmıyor, hem sinirlerim hem moralim bozuluyordu. “Daha bir ay var gitmeme, biraz İtalyanca mı öğrensem acaba?” dedim. İnanmayacaksınız ama CD’li İtalyanca öğrenme seti bile aldım. Şu anda bizim evde var. Öğrendim mi? Hayır. “Elektrikler kesildi, çalışamadım hocam...” Bu nedenle size İtalyanca ve Türkçe adlarını yan yana veriyorum, ama kafanız karışsın, bunalıma girin diye değil, açıklama olsun diye... Önce moralim bozulmuştu, ama çok rahat da adapte oldum gidince laf aramızda...

Venedik; Büyük Kanal, “Accademia” köprüsü

Evet, nerede kalımıştık? Büyük Kanal gezisi yapıyorduk.  Peggy Guggenheim Koleksiyonu’nun yanından geçtik, Modern Sanatlar Müzesi. Hemen karşısında da evi varmış. Bir yerden duymuşum bu ismi ama netleştirememiştim, akşam otele gider gitmez araştırdım. Babası Titanik faciasında yaşamını kaybetmiş, çok varlıklı bir ailenin kızı, sanat koleksiyoncusu, oldukça da ilginç bir yaşamı olmuş anladığım kadarı ile.

Yine Büyük Kanal üzerinde yer alan ve Bizans mimarisinin tipik bir örneği olduğu bildirilen Fondaco dei Turchi,  Osmanlılar zamanında iki yüzyıldan fazla Türk tüccarların kaldığı ve ticari faaliyetlerini yürüttükleri mekanmış, zamanında içine hamam, mescit de yaptırmışlar. 1923’den bu yana ise  Doğa Tarihi Müzesi olarak kullanılıyor.

İtalyan ressam Tintoretto’nun doğduğu bölge, Avusturya doğumlu ünlü besteci Mozart’ın 1771’de Venedik’te kaldığı ev, gezimiz sırasında rehberimizin vurguladığı diğer yerlerden bir kaçı idi.

Hem güzel bir tur yapmış olduk, hem de geçtiğimiz yerler ve Venedik hakkında daha fazla bilgilenmiştik. Üçü büyük kanalın sağında, üçü de solunda olmak üzere 6 bölgeye ayrılmış Venedik. 160 kadar küçük kanal ve 400 adet köprüsü var.

Her yerleşim alanı, kendisine bir kilise yapmış ve 110 kilise varmış Venedik’te. Yahudi gettosunun yanından da geçtik, onların da sinagogları var, ayrıca çok iyi liseleri olduğunu, Venedik ana karadan bile buraya öğrenci geldiğini öğrendik. 

Venedik; Büyük Kanal, Kanal kıyısındaki mozaikli tek saray
Venedik; Büyük Kanal, Yuvarlak Kilise

*

Nüfusu ise 57 binmiş Venedik’in. “Kaç tane hastanesi var?” derseniz, ki muhtemelen akla böyle bir soru gelmesi zordur aslında, yine de cevabı vereyim: Bir. Evet, sadece bir tane hastane varmış Venedik’te.

Bu arada, üç tane de üniversite olduğunu öğrendim. Ekonomi, yabancı dil ve mimarlık dallarında eğitim veriliyormuş.

Vee... Sıkı durun...

Günü birlikçiler dahil her yıl 21 milyon turist ziyaret ediyormuş Venedik’i. 21 milyon!?! Ne demek? Zaten çökme, batma tehlikesinde, batmayacağı varsa da batar! Yani turizm bir yandan en önemli geçim kaynağı iken, bir yandan da düşmanı haline gelmiş bu güzel şehrin.

*

Kanalların üzerinde 400 köprü var demiştim. Ama, bir de Venedik’i ana karaya bağlayan daha uzun bir köprü var. Önemli. Bu köprü sayesinde kara taşıtları ve trenlerin Venedik’e ulaşması  mümkün. Şehir taşıt trafiğine kapalı malum, ama bu köprünün bittiği, ya da başka bir değişle başladığı yer taşıtların tek girilebilldiği yer. İlk durak, ya da son durak, yani. Bu bölgenin adı Piazzale Roma.

Venedik’i ana karaya bağlayan bu köprü 3,85 km uzunluğunda ve adı “Ponte della Libertá”, yani  Özgürlük köprüsü. İkinci dünya savaşından sonra verilmiş bu ad. Ne zaman yapılmış diye merak ettik. Önce demiryolu yapılmış, 1856’da. Kara yolu ise ona paralel olarak inşa edilmiş ve 1933’de açılmış, iki gidiş, iki geliş olarak.

Bu kadar eski olabileceğini beklemiyordum, özellikle demiryolu köprüsünün. Ama deniz epey sığ Venedik etrafında. Hatta ilk gün havalimanından gelirken öyle başıboş istediği rotayı çizemediğini gözlemlemiştik deniz taksinin. Kütüklerle sınırlanmış bir yolu izlemek zorunda olduğunu fark etmiştik, sığ bir yere denk gelmesin diye. Çok da önemli değil bence ama “Briccole” deniliyormuş bu yola sonradan öğrendik, İtalyancasına İtalyanca katmak isteyenlere sadece...

Demiryolu köprüsü dedim. Evet. Bir de tren garı var Venedik’te; Stazione-Venezia-Santa Lucia, Venedik Santa Lucia Tren İstasyonu yani. Trenle de ulaşmanız mümkün diğer şehirlere ya da diğer şehirlerden buraya.

Deniz’in sığ olduğunu biliyoruz, ama yine Piazzale Roma ve tren istasyonuna yakın bir yerde derinleştirilmiş deniz, “Cruise” gemileri için.

*

Bu kadar yer anlattım, birbirleriyle bağlantısı nedir, kafada uçuşmasın diye bir de sizin için harita üzerinde işaretledim. Buyurun. Yine Google Earth ile ortak çalışmamız. Merak ediyorsanız inceleyin. Yoksa, atlayın..

Uzaktan Venedik (Denizin sığlığı dikkatinizi çekiyor, değil mi?)

(1-Marco Polo Havalimanı, 2-Otel “Palazzo Barocci”, 3-San Marco Meydanı, 4-Rialto köprüsü, 5-Murano, 6-Burano, 7-Piazzale Roma, 8- Tren garı, 9-Özgürlük Köprüsü, 10-Cruise Gemileri için liman, 11-Lido, 12-Torcello)

Biraz daha yakından Venedik, bazı noktalar görüntü alanının dışında kalmış (2-Otel “Palazzo Barocci”, 3-San Marco Meydanı, 4-Rialto köprüsü, 5-Murano, 7-Piazzale Roma, 8- Tren garı, 9-Özgürlük Köprüsü, 10-Cruise Gemileri için liman)

*

 Gondol turu, Murano ve Burano adaları, Rehberli Büyük Kanal turu derken İkinci günü de tamamlamıştık. Bana göre az zamanda büyük işler yapmıştık.

*

İkinci gün akşam yemeğini San Marco meydanına yakın bir restoranda yedik, Falcioni idi restoranın adı. Eşim ızgara balık tabağı ile karışık salata aldı, ben ise “Minestrone”, yani sebze çorbası ile, domates, mozarella peyniri, fesleğenden oluşan “Caprese” salata. Gayet iyiydi. Üzerine de ikram edilen limoncello’muzu içip, biraz da gece dolandık San Marco meydanında. Epey sakindi meydan gündüze göre. Hava biraz da serinlemişti. Belki ondan, belki de ünlü yapılar akşam kapalı olduğundan.

Her akşam saat 20.00’de Vivaldi dinleme imkanı olduğunu geç de olsa fark ettim, ama bu fırsatı değerlendiremedim. Ama ilginiz varsa, programınızı ona göre yapın bence, süper olur.


Venedik; gece San Marco Maydanı
Venedik; Limoncello

Venedik; Limoncello

*

Negatif yorumlara da rastlamıştım gitmeden önce Venedik hakkında. Beğenmeyenlerin neden beğenmediklerini anladım sonradan. Günü birlikçiler onlar. Kendilerini sadece San Marco meydanındaki kalabalığın ortasında bulan günübirlikçiler. Kendi başınıza kalmadan, sokaklarda kaybolmadan, adalara gitmeden, Gondol turu yapmadan olmaz Venedik. 
*
Bir de Bienal oluyor Venedik’te, iki yılda bir Haziran-Eylül ayları arasında. Dünyanın en eski çağdaş sanat sergilerinden birisi... Biz oradayken hazırlıklara ait afişler çekiyordu dikkatimi, bu yıl da var. Muhtemelen daha da kalabalıklaşır şehir, ama görülecek ve yapılacak işler konusunda seçenekler de artmış olur.
*
Son zamanlarda internetten çok yararlansak da, bir yere gitmeden önce, varsa o şehir veya bölgeyle ilgili kitaplardan alma, önceden okuma, yanımda götürme, dönüşte tekrar bakıp değerlendirme alışkanlığım vardır gezilerimde. Bir çok gezide olduğu gibi, Venedik öncesi de aldım Berlitz’in Venedik Cep Rehberi’ni, küçük ve taşıması kolay. Önden fikir verse de, gezip gördükten sonra da okuyunca daha anlam kazanıyor gördüklerim. Şimdiye kadar yoksa bir alışkanlığınız, öneririm.
*
İkinci gün de 18 bin adım atmış olarak, her kas hücremin tek tek ağrıdığını ve sızladığını hissediyordum, ama bu, saat 22.00’de uykuya dalmama ve sabah 09.00’e kadar deliksiz uyumama yol açan tatlı tatlı bir sızlamaydı. 
*

Evet, üçüncü gün Venedik’ten ayrılma günüydü. Malum, buradan da Sirmione’a gitmek üzere planlamıştık gezimizi, hani şu Garda gölünün güneyindeki Sirmione’a. Otelden “vaporetto” ile yaklaşık yarım saatte “Piazzale Roma”ya geldik. Kiralamış olduğumuz arabayı  ve navigasyon cihazımızı aldık, Özgürlük köprüsü’nden geçerek ana karaya bağlandık ve Venedik’ten ayrıldık.

Umarım tekrar ziyaret mümkün olur Venedik’i... Tarih, sanat, müzik  ve estetik dolu Venedik’i... Gidilecek, keşfedilecek daha çok yerler olduğunun farkındayım... Görülecek galeriler ve müzeler, dinlenilecek müzikler, kat edilecek yollar ve geçilecek çok köprüler var Venedik’te.. 

Ve döneli çok olmadı, hemen paylaşmak istedim sizinle... Buyurun, sıcağı sıcağına... Taze taze Venedik...

Sirmione’da buluşmak, oradan da Verona’ya gitmek üzere şimdilik hoşça kalınJ  
                                                            ...

    Bu yazının devamı "VENEDİK'TEN SONRA... SİRMİONE VE VERONA" için lütfen tıklayın

 DİLER COŞKUN


10 yorum:

  1. Aldın beni 4 sene öncesine götürdün...Her karesi gözümde canlandı. Ama sanırım İtalya ile ilgili verdiğim en doğru karar turla gitmek oldu. Bir dahakine mutlaka bir tur şirketi ile gitmeni tavsiye ediyorum yengecim. Her zaman olduğu gibi harika bir yazı olmuş. Çok sevdim! Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler Ceren'cim :) Yorumları yanıtsız bırakmamaya çalışırım, ama bunlar gözümden kaçmış, pardon:(
      Evet, evet, çok isterim İtalya'ya bir daha gitmeyi.. Önerilerini de dikkate alacağım, teşekkürler :) Benden de kocaman sevgiler :)

      Sil
  2. Diler'ciğim o kadar güzel anlatmışsın ki sanki adım adım her yeri geziyor hissi verdi ,gözümün önünde canlandı ne kadar yalın anlatım ,yüreğine sağlık canım benim ,ilk fırsatta inşallah canlı canlı görmek istiyorum ,sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkürler Deniz'cim... Yorumları yanıtsız bırakmamaya çalışsam da bunlar gözümden kaçmış, bir vesile ile tekrar okuyunca dikkatimi çekti, kusura bakma :(
      Evet, evet. İlk fırsatta canlı canlı görmeni öneririm, benim fırsatım olsa, ben de tekrar görmek isterim doğrusu... Selamlar, sevgiler :)

      Sil
  3. Dilercim harika paylaşımların için çok teşekkürler, deniz mahsulleri sever bir çift olarak gerekli notlarımızı aldık. Tarih anlatımında çok tatlı ve tadında olmuş. Tekrar ellerine sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim Dilek'cim, okuduğun ve yorumladığın için. Size çok keyifli bir Venedik gezisi diliyorum; birlikte nice nice güzel yıllarınız olsun. Sevgilerimle :)

      Sil
  4. Venedige gitmeden once denk geldiğim bu yazi en hosuma giden yaziydi.Ellerinize saglik

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumları görmediğimi çok geç fark ettim, yaklaşık bir yıl olmuş, tedadüfen şu an görüyorum; ayarlarda bir sıkıntı olsa gerek, gelmesi gereken mesajı almamış, ve sizi yanıtsız bırakmışım, çok üzgünüm... Yazıyı beğenmiş olmanıza sevindim, yorum bırakmanız çok değerli, çok teşekkür ederim. Umarım gönlünüzce ve keyifli geçmiştir geziniz. Daha nice güzel geziler yapmanız dileğiyle... Sağlıcakla kalın.

      Sil
  5. Venedik en çok görmek istediğim yerlerden birisi... Bu harika yazı sayesinde gezmiş kadar oldum. Gerçekten çok kapsamlı bir rehber olmuş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okuduğunuz ve değerli yorumunuz için çok çok teşekkürler. Umarım Dünyanın şu halleri düzelir, sağlıklı günlerde sağlıkla, yine keyifli geziler, size de Venedik'i ve gönlünüzdeki diğer yerleri doya doya gezmek- görmek nasib olur. En iyi dileklerimle...

      Sil