12 Şubat, 2017

TORONTO'DA YEME-İÇME


Yediğin-içtiğin senin olsun, gezip gördüklerini anlat” dediniz, anlattım. Ama içimde kalmasın, yediğimi-içtiğimi de anlatayım, ne olur!

TORONTO,TORONNO” başlıklı yazım malum, biliyorsunuz artık Toronto’yu… Kanada’nın en kalabalık şehri, yüzelliden fazla ülkeden de insan barındırıyor bünyesinde. Bunlar kendi kültürlerini ve yemeklerini de getirmişler. O yüzden “Toronto’da yeme-içme” deyince Çin mutfağı, Hint mutfağı, Orta Doğu mutfağı dahil ne ararsanız var. Hele “Eaton Centre”ın yemek katına indiğinizde hepsi gözünüzün önünde. İster seyredin, ister koklayın, ister tadın, ister doya doya yiyin, isterseniz de kaçın!

Ben bu saydıklarımın hepsini yaptım.

Ama özellikle akşam yemeklerinde değişik yerler denemek bir aile geleneğidir seyahatlerimizde. Kahvaltıyı kaldığımız otelde yapsak, bir kaç akşam yemeğini otelde alsak, bazen hafif birşeylerle geçiştirsek de, severiz farklı yerler denemeyi.

Burada, denediğim-bildiğim restoranları paylaşmak, Toronto’da sık karşılaşacağınız cafe’lerden bahsetmek istiyorum öncelikle. Bir de “Acaba Toronto’ya ve Kanada’ya özgü yiyecek-içecek var mıdır?” sorusunun yanıtını vermeye çalışacağım, kendimce ve  bildiğimce…

Evet. Hard Rock Cafe, Jack Astors, Pickle Barrel, Ciao, Oliver & Bonacini, Old Spaghetti Factory Toronto’da denediğimiz ve beğendiğim, önerebileceğim restoranlardır.

En merkezi yer, Dundas Meydanı bizim için. Hani şu alışveriş merkezi “Eaton Centre”ın da olduğu, birçok sosyal etkinliğin yapıldığı; özellikle hafta sonları her an bir konsere, çeşitli  gösterilere denk gelebileceğiniz; ayrıca müzik aleti çalanlar, bağış toplayanlar, din propagandası yapanlarla dolu, her daim hareketli meydan. 

Bir Amerikan restoran zinciri olan ve dünyanın belli başlı şehirlerinde de bulunan Hard Rock Cafe’nin Toronto şubesi burada, Dundas Meydanında… Aslında “müze restoran” demek geçiyor içimden. Biliyorsunuzdur belki; gelmiş-geçmiş ve mevcut Rock yıldızlarının kişisel eşyaları, kullanmış oldukları enstrümanlar, plakları, Rock müziği ile ilgili aklınıza gelen-gelmeyen ne varsa sergilenen bir restoran zinciri burası. Yemek olarak kendine özgü başlangıçları, büyük porsiyon salataları, et-tavuk çeşitleri, somon, makarnalar, hamburger çeşitleri, cazip kokteylleri ve tatlıları mevcut. Başlangıçta porsiyonları bana fazla gelse de, zaman içinde küçük seçenekler de olduğunu keşvedip, oldukça alışmış olduğum ve sık gittiğimiz bir yer. Buranın anısı olarak tişört ya da ufak tefek hatıralar alınabilinecek bir de mağazası var. Hatta değişik şehirlerden “Hard Rock Cafe” hatıra koleksiyonu yapan tanıdıklarım da…

Hard Rock Cafe, Dundas Square, Toronto
Hard Rock Cafe, Dundas Square, Toronto
Hard Rock Cafe, Dundas Square, Toronto

Sezar salata, Hard Rock Cafe, Dundas Square, Toronto

Hard Rock Cafe, Dundas Square, Toronto

Dundas Meydanında bir yıldız; Jack Astors. Kanadalı bir restoran zinciri bu. Esprili dekorasyonu, özgün başlangıçları ve domates çorbası ile ilk gittiğimde gönlümü çalmıştı, oldukça da zengin bir menüye sahip. Daha sonra birkaç kez daha gittim.

Tabasco (acı sos) şişelerinden yapılmış avize, Jack Astors, Toronto

İştah açıcılar, Jack Astors, Toronto

Bardak altı, Jack Astors, Toronto
Karidesli et (steak), Jack Astors, Toronto

Pickle Barrel da Dundas Meydanına çok yakın bir restoran. Giriş katı küçük, asıl restoran masaları ve servis alt katta. Alt kat ise pek penceresi olmayan loş bir ortam, aklınızda olsun; ama salata ve çorbasını pek sevmiştim. Ana yemek isteyenlere de geniş seçenekler var, ki zaman içinde bunu da değerlendirdim. Dediğim gibi, çok da merkezi üstelik. Pek tatlısever olmasam da, buradaki meyveli tatlılar bana pek cazip gelmişti sonradan. Çaktırmayın ama özellikle tatlı için gitmişliğim bile var.

Orman meyveli salata, Pickle Barrel, Toronto

Tatlı çeşitlerinden bazıları, Pickle Barrel, Toronto

Şimdi Dundas Meydanından uzaklaşıyoruz. Toronto’nun lüks caddelerinden birisi üzerinde yer alan bir restoran; “Cibo”. Bizim gittiğimiz 2014 yılındaki adı “Caio” idi, iki yıl sonra aynı yerde “Cibo” adıyla hizmet verdiğini gördüm; “Cibo Wine Bar”. “Ciao” “merhaba”, “Cibo” ise “gıda” anlamında İtalyancada; adından da anlaşılacağı üzere bir İtalyan restoranı. Haftanın bir günü de Istakoz yapıyorlar, ilgisini çekenlere...

Oliver & Bonacini, yine bir İtalyan restoranı. Şehrin güneyinde, Yonge caddesi, hani şu dünyanın en uzun caddesi olan Yonge caddesinin başlarında. Büyükçe, şık ve nezih bir ortam. Glutensiz ve vejeteryan yemekleri de ayrıca vurguluyordu menüsünde, yıllar öncesinde…

Domates çorbası, Oliver & Bonacini, Toronto
Tatlı tabağı, Oliver & Bonacini, Toronto
Ve... The Old Spagetti Factory. Vancouver’da tesadüfen keşfetmiş, iki yıl sonra  Toronto’ya geldiğimizde “Burada da var mıdır acaba?” diye araştırıp, bulunca da tüm ailenin bayram ettiği bir restoran. Yine İtalyan yemekleri... Acılı Bolonez soslu spagetti ise favorimiz. Ana yemek, istediğiniz bir çeşit salata ile beraber geliyor, sonunda da hafif bir tatlı var. Dekorasyon sempatik. Çok çeşit yemek var ama, dediğim gibi acılı spagettiyi keşfettikten sonra hiç bir seçeneğe yüz vermedik. Bu da bizim damak zevkimiz. Bütün aileyi mutlu eden, diyetlerin unutulduğu, keyiflerin arttığı bir ortam.

The Old Spaghetti Factory, Toronto
The Old Spaghetti Factory, Toronto
The Old Spaghetti Factory, Toronto
The Old Spaghetti Factory, Toronto

The Old Spaghetti Factory, Toronto

Tarihi mekan Distillery District’te de iki restoran denedik.

Hatırlıyor musunuz bu bölgeyi? Eskiden içki fabrikalarının olduğu mekan; kiremit renkli eski binalar, sadeliği ve güzelliği ile dikkatimi çekmişti. Sanat galerileri ile dolu. Gündüz galerileri gezip, akşam da yemek yiyebileceğiniz bir yer. Ben bir gündüzü galerileri gezerek değerlendirmiştim, iki akşam da ailece yemek yedik.

İlki Mill Street Brew Pubidi, ve bizim için yanlış bir seçim olmuştu. Aslında “Mill Street” restoranı diye gittik, bir “pub” olduğunu çok sonradan fark ettik. İki genç evlat ile gitmiştik, amaç yemek yemekti. Yanmış etler, kötü sunumlar… Bizim için hayal kırıklığı oldu ama, asıl bira içmek için gelmiş gruplar pek keyifli görünüyordu.

İkincisi ise El Catrin adlı Meksika Restoranı idi. Tüm ailenin damak tadına çok uyar acılı Meksika yemekleri. Ancak burada sistemi anlayıp, sipariş vermemiz zor oldu; ama, oldu. Hava serindi. Açık havada oturduk, ortada yanan kocaman şömine çok şık ve keyifliydi, ancak ısıtmaya yetmedi. Alkolle pek arası olmayan ben, orada tattığım Margarita sonrası, bunu favori içeceklerimden biri ilan ettim, başka bir yerde içmek kaydıyla....

Evet, bu bölgede deneyimimiz iki restoranla sınırlı kaldı. Bunlar da muhtemelen hem ilk, hem de son oldu.

Az daha unutuyordum. Toronto’da hemen şehir merkezine yakın adalar var. Oğlumla geçen yaz adada yürüyüş sonrası oturduğumuz bir cafe oldu, göl kıyısında. Ağaçların gölgesinde oturduk, yemeğimizi yedik, çayımızı içtik. İkimiz de somon sipariş etmiştik, geldiğindeki görüntüsü ise hemen “A la Turka” bir isim çağrıştırdı bize; Pilav üstü Somon. Neresi mi burası; The Rectory Cafe. Gayet keyifli, yemek yelpazesi de geniş…

“Pilav üstü somon!”, The Rectory Cafe, Toronto island, Toronto

Bunun dışında başka restoranlar da var adalarda. Hemen tekneden indiğinizde görebileceğiniz Toronto İsland BBQ &Beer bunlardan birisi; aklım kalmadı değil. Bir de Carousel Cafe varmış. Bir dahaki sefere umarım…

Restoranları burada noktalıyorum, ancak daha önce deneyimi olmayanlar için bir hatırlatmada bulunmak isterim. Kanada’da da, Amerika’daki gibi, restoranda oturup yemek yerseniz, sizin masanızla ilgilenen bir garson olur, önce gelir kendini tanıtır, her türlü sorunuzu yanıtlar, çok hızlı konuşur, bazen espri yapar, size en iyi hizmeti vermeye ve memnun ayrılmanızı sağlamaya çalışır. Genellikle tabii… Ve siz garsona bahşiş vermek zorundasınız. Çünkü garsonların geliri budur; anladığım kadarı ile ya hiç maaş almıyorlar, belki de çok az alıyorlar. Bu oran da % 18’dir. Memnun kalırsanız %20, kalmazsanız %15 olur, ama olur. Bunu kredi kartı ödemesinde pos makinasında ayrılmış bölüme işleyerek yapabilirsiniz. Yıllar önce Amerika’da ilk rastladığımda çok şaşırmıştım, bahşiş vermeniz konusunda bir baskı olarak algılamıştım önce; tabii ki sonra alıştım, sizlerle de paylaşmak istedim.

Evet. Bir yeme ve eğlenme alternatifi daha var aklımda, özellikle çocuklar, gençler varsa yanınızda; “Medieval Times”. Dünyanın çeşitli şehirlerinde var, Toronto’da da; çok merkezi değil ama toplu taşım imkanı mevcut. Ortaçağ temalı şövalye savaşlarını izlerken,  ortaçağ menüsünden oluşan yemeğinizi yiyiyorsunuz, oğlum deneyimlemiş bize anlatmıştı. Sonra topluca gidemedik planladığımız halde; gündüzleri öyle yoruluyorduk ki, akşama halimiz kalmıyordu. Farklı bir şeyler denemek isteyenler için hatırlatmak istedim.

Pratik atıştırmak istiyorsanız, nedir seçenekler ?

Mc Donalds, Burger King gibi Amerikan “fast food” zincirlerinin eksik olmadığını söylememe bilmem gerek var mı? Bunların olmadığı bir yer var mı? Türkiye’de arada “acılı whooper” yesem de orada hiç kullanmadık. Patates kızartması yemem, kola içmem, ama “whooper”a bayılırım; bu haliyle ”fast food” olarak nitelendirmemek de çok işime gelir.

Toronto caddelerinde sıkça rastlayacağınız, çok yaygın bir “cafe” zinciri var: Tim Hortons. Kanadalıların gurur duydukları, Kanadalı bir zincir. Kahveleri, tatlıları, sandviçleri, dürümleri ve çorbaları ile hızlıca birşeyler atıştırıp, karnınızı doyurabileceğiniz ya da keyifle kahvenizi yudumlayabileceğiniz bir yer.

Kanadalılar bu kadar sevdiklerine göre biz de denemeden duramazdık tabii ki. İlk gidişimin, ilk günü denedim; bunu başka gidişler de takip etti. Kahve ile pek aram olmadığı için kahve kültürüm zayıf kalmaktan kurtulamadı ama, vanilyalı kapuçinosunu pek beğenip, kutu ile alıp İstanbul’a bile getirdim.

Tim Hortons, Toronto

Tim Hortons, Toronto

Cafe olarak Starbucks da adım başı desem yalan olmaz. Türkiye’de pek aram olmasa da hızlı birşeyler yemek istediğimiz zaman hemen elimizin altında bulunan “Starbucks”lar cankurtarıcı oluyordu, gayet güzel sandviçleri, meyveli yoğurtları, meyveleri, çerezi, çayı ve kahvesi ile... Tatlıları da olduğunu  söylememe gerek yok herhalde. Kahvaltı saatinde ya da arada dinlenerek birşeyler atıştırmak istiyorsanız, temiz ve düzgün. İçecek seçeneğim kahve olmasa da, artık ben de alıştım.

Bir başka “cafe” zinciri ise Second Cup; bu da Kanadalı. Yiyecek-içecek detayları farklı olsa da, konsept aynı, ama kendine özgü pastaları olduğunu söylemeliyim. Burayı da geçen yaz fark ettim.

Second Cup, Eaton Centre, Toronto

   Söylemesem olmaz, bizim ekibin bayıldığı bir de dondurmacı var Toronto’da; “Summer's”.  Yorkville Caddesi üzerinde. Bir aile işletmesi. Çeşit çeşit ev yapımı gerçek dondurma. Kornetleri de orada yapıyorlar taze taze, mis gibi kokuyor. Dondurmasever biriyseniz aklınızda olsun...

Summer's, Toronto

   Amaç karın doyurmak mı?  Kaldığımız otellerden birinin yakınında bir hipermarket keşfettik; Loblaws. Çok geniş bir mekandı. Etleri, sebzeleri, meyveleri, tertemiz temizlenmiş, ayıklanmış, raflarda göz alıyor. Orada yaşıyorsanız, al eve götür, hemen pişir, ye. Ama onun dışında orada yiyebileceğiniz, orada pişirilen ürünler de çok fazla. Hatta Suşileri gözünüzün önünde hazırlıyorlar. Pek aram olmasa da, seyretmesi pek keyifli..

İster orada ye, ister al eve götür deyince, ve aslında “Toronto’da Yeme-İçme” deyince, ilk akla gelmesi gereken yer St. Lawrence Market. “National Geographic” tarafından 2012 yılında “Dünyanın 1 numaralı yiyecek marketi” ilan edilmiş. İki katlı, kocaman. Farklı kültürlere ait yiyecekler çok dikkat çekiyor. “Yok yok” neredeyse. Hadi ıstakozlar, peynir çeşitleri neyse de, zeytin çeşitlerini, yaprak sarmayı görünce gözlerim yerinden fırlamıştı. Aslında orada yaşayanlar için güzel bir Pazar. Eve götürmek şart değil, orada da yiyebilirsiniz hazırlanmış yemekleri. Pazartesi günleri kapalı, Pazar günleri de Bit pazarı olarak hizmet veriyormuş mekan, henüz gitme fırsatım olmadı.

St. Lawrence Market, Toronto

St. Lawrence Market, Toronto

St. Lawrence Market, Toronto

St. Lawrence Market, Toronto

St. Lawrence Market, Toronto

Çin mahallesindeki manavlar da bana cazip geldi.. Al, götür, soy-ye, çeşit çeşit. Çok meyve tüketen bir insan olmasam da tropik meyveler cazip gelir bana.

Manav, Çin mahallesi, Toronto

“Yeme-içme” dedim, bir şey aklıma takıldı. Kızımla AGO’yu (Art Gallery of Ontario- Ontario Sanat Galerisi) gezerken, oturup dinlenelim, hafif bir şeyler yiyip-içelim dedik. Her zaman gördüğüm “Evian” marka su şişesi dikkatimi çekti; “Fransada Alplerden, doğal kaynak suyu” diye yazıyor üzerinde. Ne işi var Kanada’da? Biz zor geldik, sürekli su mu ithal ediyorlar? Bu kadar doğal güzellikleri, dağları, ormanları var, kaynakları olmaması mümkün mü? Bana ilginç geldi. Ne iştir bu? Bir bilen varsa, bana söylesin, zira benim aklım ermiyor...

“Evian” su, Toronto

   Gelelim “Kanada’ya özgü bir yiyecek veya içecek var mı?” sorusuna. Evet.  Var.

Size-bana ne kadar değişik ve farklı gelir bilemem ama Kanada’ya özgü bir yiyecek var söyleyebileceğim, adı “Poutine” (putin). Aslında Kanada’nın frankofon bir eyaleti olan Quebec orijinli bir yiyecek. Kızarmış patatese et suyu konarak ve üzerine küp doğranmış peynir eklenerek hazırlanıyor. Evet, bu. Bana göre pek özel değil, yine de denedim; Toronto’da olmasa da sonradan Montreal’de. Kızarmış patates sevenler ve yiyebilenler için...

“Poutine”, Kanada

     Kanada’ya özgü içecek deyince de, hemen söyleyeyim: “Icewine” dedikleri ödüllü şarapları geliyor aklıma. Aslında Toronto’nun da bulunduğu Ontario eyaletinin bir ürünü, çok da gurur duyuyorlar. Niagara şelaleleri gezimiz sırasında bu şarap fabrikalarından birine götürülmüştük, orada nasıl yapıldığı anlatıldı ve tadım fırsatımız oldu. Tatlı bir şarap, oldukça da pahalı. Dinlerken atlamışım herhalde, sonradan merak uyandı, neden “icewine”, buzla ne ilgisi var diye, araştırdım… Dalında donan üzümlerden yapılıyormuş; üzümün suyu donsa da diğer elemanlar ve şekeri yerinde kalırmış. Çok kritik bir evrede, zamanını geçirmeden toplanması gerekirmiş üzümlerin. Biraz meşakkatli bir iş yani, fiyatı yükselten de bu olsa gerek.

“Icewine” reklamı,  St. Lawrence Market, Toronto-Ontario, Kanada

Kanada’da asıl “Maple syrup”, yani “Akçaağaç şurubu” ünlü ve bol. Aslında Amerika’da da yaygın kullanılıyor ama, çoğu Kanada’da üretiliyor, anladığım kadarı ile.  Sıklıkla krep ya da “waffle” üzerine dökülerek tüketiliyor, tatlılarda şeker yerine kullanıldığını da biliyorum. Kanada’nın bayrağında yer alan çınar yaprağına benzeyen yaprak da aslında akçaağaç yaprağı.

Akçaağaç şurubu, hediyelik şişede, Kanada

Kahvaltıda ne yer, ne içerler derseniz; evlerini bilemem, ama dışarıdan anladığım kadarı ile Amerikan kahvaltı kültürü burada da yaygın. Omlet, sosis, domuz pastırması, waffle veya krep gibi hamur işleri, meyve, meyveli yoğurt, müsli, tahıl gevrekleri ilk aklıma gelenler. “Bagel” olarak adlandırılan simite benzeyen hamur işi, genellikle arasına peynir sürülerek yeniliyor. Bir de bizim yumurtalı ekmek olarak değerlendirebileceğimiz “French toast” var ki, akçaağaç şurubu dökülerek ve yanında meyve, tercihen orman meyveleri ile tüketiliyor. İçecek olarak da portakal suyu, kahve.. İsterseniz çay yok değil, ama o bizim tarzımızda peynir-zeytin sakın aramayın.

“French toast”, Akçaağaç şurubu ve çilek ile… Toronto

Evet. Neye dayanarak anlattım bunları; toplamda üç ziyaret, 36 gün kalmışlığıma dayanarak… Ve tabii ki, Toronto’da yaşayıp, söyleyecek çok sözü olanlardan özür dileyerek…

Aslında, Yeme-içme bahane, sohbet şahane. Toronto ile ilgili eksik kalanları sıkıştırayım bir yerlere dedim de, ondan vesile ettim bu yazıyı; “İçimde kalmasın” dedim yani…

Sabırla okuduğunuz için teşekkürler. Bir de mutfak önlüğü getirdim size Toronto’dan; “Never Trust a Skinny Cook” diyor; yani “Sıska aşçıya asla güvenme”… ?!? Bence, yine de formunda” aşçılara güvenme ve beslenme alışkanlıklarımızı güncelleme zamanı…

Ağzınızın tadı hiç eksik olmasın hayatta. Hep sağlıcakla kalın J

 Indigo mağazası, Toronto

     DİLER COŞKUN
                                                                              

TORONTO ile ilgili diğer yazılarım; 

KANADA ile ilgili diğer yazılarım;

Keyifli Okumalar :)

1 yorum: